bugün

Çocukluk, beybladeyi ters atıp havada döneceğine ve içinden dragon çıkacağına inanmaktır. Pokemondur, Yugiohtur.
Çizgifilm saatini kaçırınca üzülmektir.
bu dönemde mutlu olmamızın sebebi kesinlikle eşitlik ve gelecek kaygısı olmamasındandır. yıllardır 2000 lira üstü maaşta çalışmadım kuzenler doktor mühendis oldu. 8-10k maaş alıyorlar. küçükken birbirimizden ayrılmazdık şimdi senede bir kere merhaba diyoruz ve fazla maaş alıyorlar diye hepsinden artık nefret ediyorum.
ben küçükken annemle pazardan veya marketten alışveriş yaptığımız zamanlarda ben aldıklarımızdan bir şey yemek istediğimde annem hep 'eve gidince yersin' derdi.
ben ısrar ettiğimde de 'alamayan vardır, canı çeker, üzülür' diye eklerdi. ben o zaman hemen susardım. eve gidene kadar beklerdim canımı çekeni yemek için.
bence hepimiz böyleydik küçükken, çoğumuzun annesi de böyleydi.

biz ne ara büyüdükte annelerimizin bu dediğini hatırlamaz olduk?
aksine her aldığımızı, sahip olduğumuzu insanların gözüne gözüne sokar olduk?

alamayan vardır, üzülür diyeceğimiz yerde her aldığımızı, giydiğimizi, yediğimizi sergilemeye başlar olduk?
resmen acımasız insanlarız artık.
sahip olduklarımızdan mutluluk duymak normal ancak başkasının sahip olamadığına sahip olup bunu onun gözüne gözüne sokup tatmin eder olduk kendimizi.

içimiz pisleşti resmen. bizden kötü olanları görüp mutluluk duyuyoruz.
bu tıpkı bedensel engelli birini gördüğümüzde 'aman neler var, halimize şükredelim!' demek gibi bir şey.

kabul edin, hepimiz artık çok çirkiniz. güzelliğimizi kaybettik.
masumluğumuzu yitirdik.
kötü insanlarız artık.
gösteriş, marka, varlık düşkünüyüz ve acınacak haldeyiz.
yok oluyoruz ve bunun farkına varanımız çok az.
bana, özlem kelimesinin sözlükteki karşılığı nedir deseler çocukluğumdur derim. herkes özler çocukluğunu, ama şunu fark ettim ki, insanlar çocukluğunda izledikleri dizileri, tasoları, yani birtakım maddi varlıkları özlediklerini dile getiriyorlar çoğunlukla ya da çocukluğun getirdiği sorumluluktan muafiyeti özlediklerini söylüyorlar.

benim özlemim ne bir eşyayadır, ne de o bahsedilen sorumsuzluğa. hatta o zamanlar şimdi olduğumdan daha fazla sorumluluk sahibi olduğumu söyleyebilirim. çünkü o zamanlar ekmek almaya gitmek, çocuk aklının mizanında tartınca, şu an eve ekmek götürmeye kıyasla daha ağır basıyordu.

ve o zaman ekmek almaya gidince mutlaka bir yan görevim olacağını da bilerek düşerdim yola. raziye teyze'nin mahalle çeşmesinden dolması gereken su bidonları olurdu bazen bu yan görev, bazen de ayşen teyze'nin atılacak çöpleri olurdu. kapıcıydım ben çocukluğumda. eve döndüğümde, daha o yaştayken dünyanın bensiz dönemeyeceğini düşünürdüm, işte bunu özlüyorum ben. başarmanın getirdiği o memnuniyet, şimdiye göre daha kolay fakat daha tatlıydı.

oyunlar da oynanırdı mahallede tabii, tanrının her kulu eşit yargılayacağı o metafizik yerler gibi bizim mahallede de, babası ne iş yapıyor olursa olsun, herkesin aynı statüde hissedildiği ve hissettirildiği oyunlar. oyunlar değil benim özlediğim, babası yeni vefat etmiş 8 yaşındaki arkadaşın o oyunlara girince babasızlığı unuttuğunu gözlerinden okumayı özlüyorum. oyunlar ki ne oyunlar, saklambaçlar, elim sendeler, seksekler ve bunların yanı sıra bir de futbol. evet, futbolcuydum ben çocukluğumda. mahallede en iyi futbol oynayan iki arkadaş, seçişirdik takımlarımızı ve seçtiğim takımın sorumluluğu da üstümde olurdu ve o anlarda mahallede ben olmasam hiçbir takımın galip gelemeyeceğini düşünürdüm, işte bunu özlüyorum.

ama düşündüğüm gibi olmadı hiçbir şey. zaman çok hızlı aktı. başka başka çocuklar, başka başka takımlarda maçlar kazandı, kaybetti. artık suları çeşmeden doldurmaz oldular, eve gelir oldu sular, hatta o çeşme kaldırıldı. kendimi önemli hissettiğim o anlar çok çabuk geçti ve ben zamanın en büyük düşmanlarından biriyim artık. ne yaparsam yapayım, üzerinden zaman geçince yaptıklarımın unutulacağını biliyorum, çok da umursamıyorum. sadece özlediğim manevi bir şeyler kaldı çocukluğumda. on kere gençlik yaşasam bir çocukluğum etmeyecek. olsun, zaman akıyor, ama içime, zift gibi kara.
hayatın bombok dönemi. resmen kayıp.

zihinini tam aktif kullanabilecek tecrüben yoktur, her bilgiye erişim iznin yoktur. yatma saatini, yediğin yemeği bile birileri belirler. bedensel olarak güçsüz ve dirençsizsindir. arkadaş olmak zorunda kaldığın akran insanlar pokemon izler, burnunu karıştırır, tamamen şuursuz konuşur ve davranırlar.

daha öncede yazmıştım bunu ama ben çocukluktan erken çekildim. hiç pişmanlık duymadım çünkü ben çocukken, beni mutlu etmesi beklenen şeyler beni sıkıyordu. hala sıkıyor.

o sebeple ki, öğrencilerime de çocuk gibi davranmıyorum. çocuk değiller, şimdilik kısa boylu insanlar sadece. istedikleri gibi yaşamalılar. her çocuk masa kenarı kemirmekten, topla pencere kırmaktan, boyama yapmaktan falan hoşlanmak zorunda değil.

çocukları bi bırakın ya. büyüsün yeşersinler.
Kimisinin iyi, kimisinin kötüdür. Bazılarınınsa sadece keşkelerle doludur.
geçmişi, çocukluğumu çok özlüyorum. Oysa çokta iyi geçmedi çocukluğum. Hatırladıklarım hep iyi şeyler değil. Ama sorsalar yine sadece çocukluğuma götürün derim.
insanın en saf, en temiz, en bozunmamış zamanları. unutmayacağım, unutmam da mümkün değil.bir neden aramadan erken uyanmak sabahlari. oturma odasina gitmek ve hemen cizgi filmleri taramaya koyulmak. ekran renklendigi an gerisini dusunmemek, dunyanin geri kalaninin silinmesi.
akşam,salon,televizyon,çay,anne,baba,abla,fırından yeni çıkmış sıcak kek,ödev.

anne

baba

en çok baba...
ferdi tayfur şarkısında çok güzel özetlemiş.

Ah bir çocuk olsaydım, parklarda oynasaydım
Dertten kederden uzak arkadaşlar bulsaydım
Büyüdüm de ne oldu ömrüm kederle doldu
Çocukluk günlerimi gönlüm hep arar oldu.
çocukluğuma dönmeyi çok isterdim. herşeyden çok. good old days...
Bugün evcilik oynadığım kızın annesi ve babasına denk gelince kuzenime bunların kızı var mıydı diye sormuştum. iki tane dedi. Birisi avukatmış. Diğeri de daşşaklı bir şey idi ya da okuyordu bilmiyorum. Hangisiyle oynamıştık bilmiyorum ama herkes güzel mertebelere ulaşmış. Vay be. Karnım ağrıyor bahanesiyle elletiyordum göbüşüme falan. Mutluyduk çocuğukene.
Değerinin farkında olmadan yaşadığımız bir yaşam dönemi.

Adına şiirler söylenmiş, romanlar yazılmıştır. Yaşlandıkça buram buram kokar.
Keşke o zamanlara dönmek mümkün olsa.
Hayatın eskiz defteri.

Şunu farkettim çocukken yeterince hata yapmayanlar veya yapıp, yaptığının hata olduğunu farkedemeyenler büyüyünce saçmasapan insanlar oluyor, bu yüzden ne hata yapan çocuklara kızıp bağırın ne de çocukken yaptığınız hatalara üzülün. Çocuklara yaptıklarının hata olduğunu düzgün bir dille söyleyin ama bilsinler, kendileri farkına varamayabilir. Yani defterinizde ne kadar yamuk yumuk çizik varsa doğru resme daha da yaklaşmısınız demektir.
insan ömrünün en güzel seneleri.
Ben çocukluğumdayken hep simitimin üstünde uyurdum ve annem ve babam benim fotoğrafımı çekip çıkarttı.
Ne güzeldir o.
Dayağını bir güzel yerdin arkadaşından gün aşırı. Eve giderdin ağlaya ağlaya. Ertesi gün her şey yeniden başlardı oyun koşturmaca... Kin yok, neşe çok.
Şimdi büyüdük, yan baktın diye sokak ortasında bıçaklanıyoruz.
halının üstünde takla atmaktır durduk yere.

büyüyünce gelmiyor insanın içinden.
" hiçbir yere gitmiyor " sahiden de.
Hatırladıkça tebessüm ettiren şanslı yıllarım...

Beyaz sabun kokusu, kocaman mor salkımlı çiçekler, kırmızı rugan ayakkabılar...

Çocukluğumun özeti sanırım.
Kokusu geldi burnuma.
Çok gerizekalı bir dönem. Tek güzelliği henüz hayatınızda kimsenin ölmemiş olması ve yaptığınız her saçma hareketin sisin gerizekalılığınıza değil de çocukluğunuza verilmesi. Şimdi aynısonı yapsanız adınız dakika da manyak lan bu diye mimlenir.
doğru düzgün yaşanamayan
en şımarılcak zamanda yalnız kalınan.
görsel