bugün

yazarları derin düşüncelere salan olaylardır aynı zamanda bunlar.

mesleğim gereği eczanede vakit geçirdiğim için bin çeşit insan evladıyla muhatap oluyorum her gün. misal geçen bi dayı geldi. içeri girer girmez cebindeki bütün parayı masanın üzerine döküp: "gözünü seviyim al bütün param bu, nolur sertleştir beni" diye ağlamaya başladı. heralde eczane yerine kerhane okudu levhayı diye düşündüm içimden. ama o kadar acıklı yalvarıyor ki görseniz, hemen pantulunu indirip sakso çekesim geldi. dayı dedm hayırdır. "lütfen doktor bey lütfen ekmeğimi kazanmam buna bağlı" dedi. allah allah sabah sabah günün ilk olayına bak. "jigolo musun birader?" dedim. "ciguli mi?" diye karşılık verdi.

cebinden azıcık daha bozukluk çıkarıp masaya süreledi. "nolur sertleştir beni" dedi yeniden ağlak bir sesle. "dayı ne demek beni sertleştir. bütün vücudu komple mi sertleştiriyoruz yoksa istediğin belirli bir bölge var mı?" dedim. "ayrıca sikinin derdine düşmüşün burayı kerhane beni doktor sanıp duruyon. mesleğin ne senin, ne iş yapan, az önce ekmeğim buna bağlı filan gibi bir şey geveledin, ne ayak?"

meğer herif inşaatlarda çalışırmış gündüzleri. ereksiyon problemi yüzünden dalar dalar gidermiş iş başında, adam gibi işine konsantre olamazmış. o yüzden ekmeğim buna abağlı demiş. jigolo musun diyorum, ciguli misin diyo zaten. ben de diyorum hiç öyle bir tokmakçı tipi yok abide. sanki tokmakçıların standart bir profili oluyormuş ve ben bunu çok iyi biliyormuşum gibi konuşarak iki elimde kanda olsa haftada bir mutlaka vurdurduğum gibi bir intiba oluşturdum galiba fakat yeminlen yok öyle bişey, yok dedim sikerun.

masanın üzerine baktım. bi on lira(buruşuk) bir de bozukluklar var. ulan bu paraya anca damar sertleşir be! "dayı sana vereyim bi damar sertleştirici bir haftaya tansiyonun fırlasın, 15 güne de kalp kirizi, spazm falan derken ebedi istirahatgahına alırız seni, sen de kurtulursun insanlık da kurtulur" diyesim geldi demedim ayıp olmasın diye. yok dayı illa tutturdu ben çadırı kuramıyorum, bi kere daha kurmadan vallah ölmem diye.

yalnız herif eczaneye adımını atar atmaz ayak kokusu eczanenin bütün aurasına tecavüz ettiği gibi kurban bayramı dolayısıyla %115 kapasiteyle çalışan mezbahaneye çevirdi içeriyi. aynı ölü hayvan gibi kokmaya başladı canım steril steril kokan mekan. "dayı" dedim "senin sorunun kaynağını buldum. yemin ederim sen geldin ya, bu ayak kokun yüzünden benim de sikim kalkmıyor artık. istersen göstereyim, bak bak! sorun sikinde değil dayı, sorun senden habersiz terki diyar eylemiş ayaklarında. ben senin sikin olsam, bu kokuya bu kadar yakın olsam ben de kalkmam, ben de sertleşmem, büzüşür gider hayat küserim aha böyle yeminlen. baksana la benim bile suratım buruştu. merdivenaltı tesislerde et ve et ürünleri sağlayan dükkana çevirdi on dakkada ortamı ayakların. senin sikin spartaküs bile olsa başkaldıramaz bu ayaklarla. kes şunları kurtulalım dayı" dedim. koku üstüme sinmiş arkadaşların yanına gidiyorum onların da direktoman sertleşme problemi ortaya çıkıyor şerefsizim. eczanedeki ilaçların etken maddesini bozdu, gelen hastaya ilaç veriyorum, bir haftaya ölüyor hasta. rahmetlilerin yakınlarıyla mahkemelik oldum bu herifin ayakları yüzünden.

amca dedim, yalnız herif de dayım mı, abim mi, amcam mı belli değil, elin buruşuk sikli adamına 3-5 kuruş için bu sıcak yaklşaşımım kapitalizmi bile utandırıyor. neyse amca dedim gel seninle bi hamama gidelim, ben sana çadır kurmana vesile olacak birkaç ot çöp de önereyim, sen de kafanı takma daha fazla, babafingo kendiliğinden düzene girer bi süre sonra deyip savdım allahtan...
sahurda pide almak için fırına gideriken davulcuya arabayla çarptım. 23423 saat davulcunun tokmağını aradık. bulamadık.
her gün eve giderken saldıran köpeğin bir gün saldırmaması. ertesi gün tekrar saldırması. taktik mi yapıyorsun piç! güven verdi resmen eşşoğlusu! gafil avlandım.
dün gece saat 12:00 sularında zincirlikuyu mezarlığına yakın olan iş yerinden, aynı mahallede oturduğumuz arkadaşla işyerinden çıktık.
arkadaştan kestirme olur diye mezarlıktan gitme teklifi geldi bana, bende erkekliğe leke sürdürmemek için olur dedim. karanlıkta ağaçlarla çevrili türlü böceklerin garip sesler çıkardığı mezarlıktan geçerken, birde baktık yolumuzun üstünde, kısık bir lambanın altında üç yada dört tane köpek bekliyor. arkadaş bana: korkma eğer sen koşmaz ve korktuğunu belli etmezsen sana birşey yapmazlar dedi. kendimi kaçmamaya şartlamışken, köpeklerin bize yaklaşıp ilk hırıltıyı çıkarmasıyla arkadaş koşmaya başladı. tabi bende mezarlıkların arasında dikenlerin üstünde düşe kalka peşinden koştum, taki boş bir mezarın içine düşmüş olan arkadaşın çığlık sesini duyana kadar. mezardan çıkardıktan sonra birbirimizin kanlarını, dikenlerini temizlemeye başladık ve sonra iki saat gecikmeyle evlerimize vardık.
not: önemli olan kestirme yolu değil, güvenli olan yolu kullanmaktır...
12 yaşımdayken alnımın ortasına demir saplandı. kendimi hastanede buldum. çok ufak bi izi kalmış sonradan. artık beli bile değil, ben bile zor farkediyorum dikkatli bakarsam. doktorun dediğine göre, 2 cm daha içeri saplansaydı demir, şu an bunları yazamayacaktım.
15 gündür evde yalnız yaşıyordum. okuduğum kitabın arasına da ayraç olarak nüfus cüzdanını koyuyordum. odam da kocaman değil. kitabı okudum, bitirdim, yerine koydum. cuma günüydü. aradan hafta sonu geçti. ben odada takıldım film falan izledim. pazartesi de resmi bir dairede işim var. kimliğimi arıyorum bulamıyorum. ilk iş kitaba baktım. yok tabı arasında. odaya baktım olabilecek her yeri aradım yok. sonra fotokopisini buldum onunla hallettim işimi eve döndüm. odaya girdim, kimlik odanın ortasında yerdeydi.
küfürlü konuşan arkadaşıma,başka bir arkadaşımın terbiyeli ol rraam demesi.
sabahın 5 inde kapının tıklatılması ve kapıyı açtığımda kapıcı ali abinin elinde sıcak ekmeklerle yeğen kahvaltı yapalım mı demesi.
su verdiğim kedi, kabı "siktir lan senin suyuna mı kaldık, orucuz görmüyon mu, niyetliyim diye inadına mı yapıyon" der gibi devirdi. ne yapacağımı bilemedim. o kedi ordan gitmeden evden dışarı adım atamam gayrı.
mesleğim gereği ufak bir ameliyat için bu aralar bir süre hastanede takılmam gerekti. bir sürü gerçekten hasta bir sürü de kendini hasta adayı olarak gören mutsuz, şikayetçi ve bir o kadar da bezmiş insanla muhatap olmak durumunda kaldım.

öncelikle nereden başlasam, ayakta tedavi denen şey gerçekten varsa çok güzel bir şeymiş. fakat görmediğim kadarıyla yok. ayaktasın abi, bar gibi. aslında tüm hastanelerin bar mantığıyla çalışması taraftarıyım. bugün doktor house bile tam gün yasasına, performans değerlendirmesine karşıyken bizim illa da "konvansiyonel hastane olacak kardeşim" diye diretmemimizin bir anlamı yok. yeni fikirlere açık olmak iyidir. doktorları barmen gibi düşünün. böyle barlar sokağı gibi sıralanmış hastaneler sokağı. ışıklı, çafçaflı tabelaları, yanarlı sönerli neonları falan da olabilir. hasta olarak giriyosunuz içeri, bara yöneliyosunuz ve "bana bir tedavi" diyosunuz ya da yerine göre "bana bi muayene, çok buzlu" diyosunuz, kronik hasta iseniz "her zamankinden" bile deme imaknınız var düşünsenize. zaten hastalıklarından dolayı canları sıkkın insanların asık suratlarını bir nebze olsun tebessümle süsleyebilir bu uygulama.

tüm bu şaşaalı girişi mevcut hastane sisteminde aslında "ufak bir operasyon" diye bir şey olmadığını anlatmak için yaptım. en ufak operasyon için bile mutlaka ameliyathane havası solumanız gerekiyor. bunu bilin de karar verin bıçak altına yatıp yatmama gibi herhangi bir karar vermek zorunda olursanız bir gün. ben bu tufaya düştüm ve hala geçirdiğim ufak operasyonun travmalarıyla boğuşuyorum. zaten çok sıra beklemekten sapasağlam geldiğiniz hastaneden yoğun bakıma alınmalık bir garabetle karşı karşıya kalarak çıkmanız hatta çıkamamanız söz konusu. elinize taramalı bir tüfek alıp bütün bir kuyruğu öldürerek ilk sırayı almak sizin için sıradan bir düşünceye dönüşürse şaşırmayın. eminim hastane yönetimi sandığımız kadar eşşek olmadıklarını göstererek "acil taramalı bir hasta" için hastanenin bütün birimlerini ve doktorlarını seferber edecektir.

bir kere illaki yatırıyorlar insanı. çünkü ameliyathaneye o yatak vasıtasıyla götürecekler sizi. işin belki de en tatsız kısmı o çıtçıtlı düğmelerle tutturulan mal gibi dizayn edilmiş her an üstünüzden düşüp anadan üryan kalacakmışsınız hissini yaşatan o elbiseyi giymek. sadece ve sadece işeme kolaylığı sağlıyor sizin açınızdan. doktor açısından da rahatça kesip biçip demek bu kıyafet. bir adı bile yok. bok gibi bir şey diyelim biz ona.

genel anestezi olmadığım için kendimi şanslı hisssediyorum. çünkü o esvabın içine girdikten sonra düşündüğünüz ilk şey bir şekile organlarınızın çalınması, içinizde bir şeyler unutulması, yanlış bir uzvunuzun kesilmesi değil "inşallah sikmezler" oluyor. bakir bir şekilde yattığınız ameliyat masasından sigara içen bir doktorun kahkahalarıyla uyanmak bir hasta için çok beter bir duygu olsa gerek.

her şeye rapmen tıbba, ilme ve fenne güvenin derim. bu.
yazlıktayken halamla bakkala gittik birkaç bir şey almak için. dondurmaları ben alacaktım, dondurma da bakkalın dışında olduğu için o içeri girdi, ben dışarda kaldım. tam ben istediğimiz dondurmaları alırken arkadan adamın biri geldi ve "hangisi senin kadar güzel?" gibi anlam veremediğim, saçma bir şey söyledi bana. yürüyüp gitti, gittikten sonra da dönüp pis pis sırıttı. dikkatimi çeken şu oldu; bu adam bizim arkamızdan gelirken o an bana yaklaşacağına dair bir şey hissetmiştim ama sonra boşvermiştim. demek ki hislerim kuvvetliymiş.
sözlükte anket görmek. en tuhafı bu.
2 veya 3 sene kadar oncesiydi. Arkadasimla durum yedikten sonra aheste aheste yuruyorduk. Bilirsiniz efendim araba geri geri gittiginde farkli bir ses cikarir. Yanimizdan gecen arabadan ayni ses geliyordu. isin tuhafligiysa araba normal seyirde ileri gidiyordu. Nedenini bilemem olayin ama hala guleriz arkadasimla. Ne gundu ya duz giden arabadan o ses ilginc, tuhaf, sasirtici, gulunc vs vs vs.

didit: bazı yazarlar anlamamış.
arabayı geri vitese tak ve yarım debriyaj gaz yap geri geri git. bir ses gelecek gaza bastıkça işte o ses.

bahsettiğim ses 2. veya 3. viteste giden arabada gelmez. ama anattığım olayda geliyordu. bu *
2 sene önce falan. bir çiçekçi tarafından zorla elime tutuşturulan gül ve 2 kuzenimle birlikte bir alışveriş mağazasına doğru yürüyorduk. tam o anda karşıda, kaldırımda oturan bir genç kız yerinden hızla kalkarak bana doğru koşmaya başladı. böyle saçlar rastalı, elinde sigara var falan. geldi, atladı, sarıldı boynuma. elimdeki gülü kokladı, ardından; "ben gülleri çok severim bana versene bu gülü, verir misin ki?" dedi. hiçbir şey diyemeden uzattım gülü. alnıma baş parmağı, işaret parmağı ve orta parmağı ile değişik bir şekilde dokunup, kulağıma hiç anlamadığım şeyler fısıldadı ve arkasını dönüp gitti. sonra bir anda bize doğru dönüp; "sinemada iyi seyirler!" dedi ki sinemaya gideceğimizi sadece 5 dk önce konuşmuştuk ve kimse bilmiyordu. gün boyu o kızın ne iş olduğunu düşündüm. korktum ama yahu!

(bkz: bu da böyle bir anımdır)
karşılaştığım en tuhaf olaylardan biri, sözlükte bana freud'çuluk öğretilmeye kalkışılmasıydı. şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum, neye uğradığımı bilemedim, imdad diye bağırmamak için kendimi zor tuttum. işte o olay: (#12704880)

peki arkadaşım, sen tanrı'nı korudun, ideolojini korudun. iyi de benim de buna hakkım yok mu?

daha kötüsü var: biribirimizi kandırmayalım. freud'un ne dediği, türklerin de anlayabileceği kadar açık...
yazarları dumurdan dumura sürükleyen olaylardır.
geçen yine sözlükte geziniyorum. şukelaları okuyorum felan. yazarın nicki üzerine tıkladım, ne görsem beğenirsin. e yazar o anki haliyle karşımda. sonra bir diğerine tıkladım, sonra bir diğerine. derken merak ettiğim yazarlarınkine. herkesi görüyorum. ve bu her zaman pek de lezzetli bir duygu olmuyor tahmin edersiniz. tuhaf da olsa bahşedilmiş bir şey işte ne yaparsın.
neyse,
entry girerken üzerinize doğru düzgün bir şeyler giymenizde fayda var vesselam. benden söylemesi...
12- 13 yaşlarında iken misafir olarak gittiğimiz bir köy evinde, bahçede kazma kürek bişeylerle uğraşıyoruz, ben kazmayı bir kaldırdım, iki kaldırdım üçüncüde kazmanın sivri olan kısmı laaaak diye kafama denk geldi, kan revan falan hastane olayları. allahtan bir kaç dikişle olayı kotardık. yoksa tahtalı köyde kazma sallayacaktık .
bir hafta üst üste aynı rüyayı gördüm.
acele bir iş için münibüse binip dudullu istikametine doğru gitmem gerekiyor. bir yandan da sigara içiyorum. sigara daha yarı olmadan minibüs geldi. sigaradan hızlı hızlı iki fırt daha çekip yere attım, minibüse bindim. arkamdan bi adam "abi sigaranı düşürdün" deyip elinde az önce attığım sigarayla koştu minibüsün içine. şaşırdım, ne bok yiyeceğimi bilemeyerek "sağol dostum, eksik olma" deyip aldım sigarayı, gitmesini bekleyip açık pencereden dışarı tıskaladım. herif ya 33. dereceden ağır manyaktı, ya da sigaraya öylesine bir değer atfediyordu ki yarısı içilip atılan sigarayı adeta heba edilmiş bir nimet gibi görüp israf olmasına gönlü razı olmayan gerçek cigara dostuydu.
yazarların birebir yaşadığı ya da şahit olduğu normal dışı olaylar.

arkadaş çevrem takmıştır benim 'r'leri farklı telaffuz ediyor olmama. geçen oturuyoruz, konu döndü dolaştı benim r özrüme geldi. türlü şakalar komiklikler. bir arkadaş şöyle ti ye aldı beni ve aşağıdaki diyalog yaşanmıştır.

ark; adam yarak bile diyemiyor lan ne acı.
ben; diyorum o kadarda değil. yayak!
ark; ahahaha hehe hoho
ben; ne yayak işte.
arklar; zuahahah
ben;( gayet güçlü öfkeli ve net) yarrraak ulan.
garson; tamam abi bizde de var.( tanıdığından bu cesareti)
yan masalar; yavaş birader.
arklar; sus pus.
telefonum çaldı, yabancı numara açtım ve o acayip diyolog;
ben: alo
arayan adam: efendim?
ben: pardon, siz aradınız?
arayan adam: madem ben aradım niye alo diyerek açıyorsun!? efendim desene! şaşırtıyosun insanı burada!
diye bağırarak suratıma kapattı.*
yeni bir sapıklık çeşidi mi yoksa yanlış aradığını kabullenmeme durumu mu anlamadım.
evvelsi gün mü neydi... sözlükte sabahın dörtlerine kadar takıldım yine. uykum geldi. tam yatıcam, midem kazındı. mutfakta bir parça simit kamış. onu attım ağzıma su içip yattım. sabah kalktım yüzümü yıkarken ön dişimle bir yanındaki dişin arasında bir siyahlık fark ettim. "ananı sikiyim" dedim "lan bu diş ne ara çürümüş ya, amınakoyiyim hemen gidip diş macununu fırçayı alıp fırçalıyım, mahvolmuş diş ya, ta amına koyiyim nasıl da hiç dikkatli bakmamışım, hay sikiyim ya" derken şöyle tırnağımın ucuyla bi yokladım, bi baktım dün gece yatmadan evvel ağzıma tıkıştırdığım simitten yanık bir susam parçası yapışmış tam araya, ama nasıl, bildiğin hafiften çürümüş gibi görünüyo. götümü uçuklattı namussuz. sonra susam kırıntısı olduğunu anlayınca bi rahatladım bi rahatladım sormayın... o rahatlamadan sonra diş miş fırçalamadım daha. belki çok geyik gelebilir ama bazı şeylerin değerini kaybetmeden anlamıyoruz. bazen kaybedeceğimizi bile bile aptalca davranmakta diretiyoruz. kaybedince de ne yapsak geri gelmiyor kaybettiklerimiz.

neyse dişlerimi fırçalayım da yatayım bari... ya da siktir et ya zor geldi amk, yarın sabahtan itibaren başlarım fırçalamaya...
henüz 10 yaşındayken mahallenin erkek çocukları olarak tabiki top oynardık. bizim mahalle, yüksektedir biraz yani düz bi yerde değilde tepede gibi. neyse, top oynuyorduk ve top hemen kenarda bulunan, yaklaşık 3 metre aşağıdakii evin içine düştü ve evde kimse yoktu. daha doğrusu yıkık bi harabeydi. yukardan eve baktık, top oracıkta duruyordu. rengi maviydi topun. duvardan aşağı örümcek adam edasıyla indik arkadaşımla. evin içine girdik. topun olduğu yere gittik ve top yoktu. yukardan topu görmemiz ile aşağı inmemiz yaklaşık 45 saniye sürdü fakat o yıkık harabeye düşen top aniden kayboldu.

biz biraz şaşırdık çünkü evde kimse de kalmıyor. hatta eve tek iniş yolu o söylediğim duvardan kaynaklanıyordu. biraz birbirimize baktık arkadaşla ve o düz duvarı nasıl çıktığımızı anlamadık. geberdik lan korkudan. top yoktu amk bildiğin yok. lan şimdi görünen top nereye gider.

o günün bende etkisi büyüktü bu geldi aklıma.
bugün arkadaşımın evine gitmiştim. bana evi gezdirirken, annesiyle babasının odasındaki bir fotoğrafı gösterdi. fotoğrafın kenarları yanmıştı, "ne olmuş buna lan?" dedim. "yanıyordu bizim fotoğraflar, bilmiyor musun?!" dedi. hatırladım, annesinin fotoğrafları önceleri sebepsiz yere yanıyordu. tırstım.
gece iş yerinin önünde arabanın bi yerini tamir ediyordum unuttum neresiydi. bi yaşlı moruk çıktı çocuklar çarşıya nasıl giderim dedi. burdan direk gidince ulaşırım değil mi diye devam etti. ben evet amca dedim. sonra baktım adamın üstü başı çamurdu. eli de kanlıydı. siktir lan bu ne dedim. amca bırakayım seni dedim ölür falan vicdan meselesi olmasın diye. vağrolun dedi devam etti. çok yavaş yürüyordu dur 1 dk ya yetişirim dedim. sonra bindim arabaya gittim cadde boyu hiç ara sokak yoktu adam da yoktu. aynı caddeyi 4 kere gidip geldim ne adam vardı ne de başka bişi.