bugün

bir kimsenin söyledigi söz yalan ise durum çok geçmeden anlasilir ve söyleyenin yalanci oldugu ortaya çikar..anlamindaki atasözü
yalan söylemenin bir anlamının olmadığı eninde sonunda anlaşılacağını anlatan atasözümüz
yavuz erten'in 'yatsıya kadar' adlı makalesinden*...*

Çocuk yaşamının ikinci yılında yalan söylemeyi öğrenir.
Kulağa tuhaf gelebilir ancak psikolojik gelişimi sonucunda
elde edilen bir yetenektir. O artık bir 'iç-dış ayrımı'nın farkına varmıştır.
iç alan başlangıçta öncelikle öznelliğin nesnel boyutu bedeninden ve
o bedenin içi'nden oluşurken, sonrasında bir de soyut alan
ortaya çıkmaya başlar. Orası ruhsallığı veya zihnidir...

Öznel alan nesnel dünyadan ve ötekilerden bir benlik duvarı ile ayrılır
ama onlarla alış veriş yapar. Duvarın tam teşkil etmemiş olması sorunlara
yol açacaktır. Bazı durumlarda ise duvar çok kalınlaşır. Alış veriş
en aza iner ya da sahte bir alış verişe dönüşür. Öznellik duvarının
yarı geçirgen oluşu hem alış verişi sürdürmeyi,
hem de kişinin öznelliğini korumayı sağlar.

Dışarısıyla alış veriş, bir başka deyişle, iletişim, ilişkiler,
besleme, beslenme, sevme, sevişme, dövüşme, iktidar, mülk edinme,
tüm bunlar, iç dünyanın dış koşullara uyum sağlamasını gerektirir.
iç dünya her alış verişe kendi doğal oluşu ile çıkamaz.
Uyumun temelinde 'kurgu' vardır. Bir başka deyişle,
iç dünya dış dünyaya biraz yalan söyler. Arzu ettiği kadının
gönlünü çelmeye çalışan erkek kendini olduğundan biraz daha cesur,
akıllı, güçlü göstermeye çalışır. Dövüş naraları atan kişi
dövüşmekten çok, düşmanın bu naralardan ürküp gitmesini istiyordur.
Gözyaşları bazen üzüntüden değil arzunun son ve öldürücü darbesini
indirmek içindir.

Bu kurgusal yan her ne kadar tüm canlıların uyum
kapasitelerinde bir dereceye kadar bulunsa da,
insanın evriminde dilin ortaya çıkışı ve buna
koşut olarak ruhsallığının kuantum sıçramalarla
karmaşıklaşması sonucunda, insani var oluşun
önemli bir boyutu haline gelmiştir.
Bu kurgusal yan insanın yaratıcılığının, fantezilerinin ve
arzusu ile kurduğu yakıcı ilişkinin odağına yerleşir.
Bu kurgusallığın derecesi ruhsallıkta önemli bir belirleyicidir.
Kurgusallığın koyulaşması insanın kendi yalnızlığındaki
doğal var oluşuyla bile arasına büyük mesafeler koymaya başlamışsa,
'yalan' öznelliğin merkezine oturmuş demektir.
'Yalın' ile 'yalan' birbirlerinden bir kaygı uçurumu ile ayrılırlar.
Bu uçurumun derinliği ürkütücü hale geldiğinde yapılacak şey
onu bilinçsizliğe doğru itmektir...

''Yalancının mumu yatsıya kadar yanar'' atasözünü çocuk yaşlardan itibaren
kaç defa duymuşuzdur. Anlamı ile ilgili herkes öyle veya böyle emindir.
Bu atasözüne dair psikanalitik bir yorum şöyle olabilir:

Uyanıklıktan uykuya geçiş insanın kendi içindeki yalnızlığa ve
kendi ile karşılaşmaya açılan bir kapıdır. Dikkat ve ilgi
dışarıdan içe çekilir ve kişi kendi mahrem dünyası ile daha fazla
etkileşime geçer. Düşler bu etkileşimin en canlı ifadeleri olarak
önümüze çıkarlar.
Uyanıklıkta kişi kendine hangi yalanları söylerse söylesin,
düşler onu kendine söylediği yalanların, yani savunmalarının
arkasına taşımaya başlarlar. Düşler de savunmasız değildirler.
Kişi kaçmaya çalıştığı yalanlara daha yakındır ancak savunmaları
gene de gayreti elden bırakmayarak, gerçeklerin üstünü tüllerle,
sislerle, buğularla örtmeye çalışırlar. Eğer böyle yapmasalardı
belki de uyku olanaksız olurdu. ikide bir kaygı içinde uyanılırdı.
Ancak iç dünyanın anaforları, boraları, fırtınaları yamandır.
Düş çabuk kesilmezse, tüller, sisler, buğular uçuşmaya,
dağılmaya başlarlar. Yalanın perdesi kalktıkça kişi
ardındaki gerçekle karşılaşır:
Nasıl olur da, o kadar sevdiği arkadaşına saldırır?
Nasıl olur da, hırsızlığa kalkışır?
Nasıl olur da namahreme uçkur çözer?
Katlanamayacak noktaya geldiğinde uykudan uyanır ve
'saçma sapan bir düş gördüm' diyerek,
yalanının konforlu durumuna geri döner.

Psikanaliz düşlerin göstermeye başladığını merak etme cesaretidir.
Divana uyumaya ve kendi kendini uyutmaya değil düşlerin işaret ettiğini
merak etmeye yatılır. Sıradan bir mobilya olan divan,
uyanıklık ve düşün arasındaki yalan mesafesini ortadan kaldırma samimiyeti,
cesareti ve merakıyla psikanalizin divanına dönüşür.**

not: bir de şöyle birşey var (bkz: anti-psikiyatri akımı).
anlamı yanlış bilinen bir atasözüdür. yalancının mumunun yatsıya kadar yanması, yahudinin namaz kılma görüntüsünden hareketle türemiştir, yalancı; yatsıyı da kılar gibi yatsı namazına kadar mumunu söndürmez ki yalanı ortaya çıkmasın. bu atasözünün bu anlama geldiğini iyi bir araştırmadan sonra öğrenmek mümkündür. bu atasözü minareyi çalan kılıfını hazırlar atasözüyle de desteklenmektedir. yalancı bir insanın, o yalana uygun davranıp hareket ettiğine dalalet eder. ama ilk okullardan itibaren yalanın bir şekilde ortaya çıkacağı şeklinde öğretilir. öğretici bilgi olması niteliğiyle reddedilmemelidir ama aslı bilinmelidir.
doğru bilgi yayalım.

insanlar yıllarca toplumdaki münafık kişinin yatsıyı kılmaya tenezzül etmeyerek erkenden mumu söndürüp yattığı şekilde anlatırlar bu sözü ama aslı böyle değildir.

sözün aslı bir öğrenci evinde kalan arkadaşlar akşamları ders çalışmak için mum kullanırlarmış. bunun için de nöbetleşe her hafta mum alırlarmış. aralarından çakalın bir tanesi ise parasını muma harcamaz ve diğer günler yanan mumların artıklarını biriktirirmiş. bu artıkları yaptığı kalıpta eritip yaptığı mumları yeni alınmış mum olarak lanse eder ve sırası gelince kullandırmaya kalkarmış. tabi artıklar da anca yatsıya kadar ışık verir sonra tükenir imiş. bu bir kere olmuş iki kere olmuş ve sonunda bu çakal arkadaş sayesinde bu atasözünü dilimize katmış bulunmaktayız.
mansur yavaş' ın altını çizerek belgelediği söz öbeği...
buyrun izleyin...

https://twitter.com/i/status/1303065742888366081

not: mansur yavaş' ın madara ettiği,
o meclis üyesinin yerinde olsam...
değil o meclise geri gelmek...
sokağa bile çıkmam...
güncel Önemli Başlıklar