bugün

ince Kırmızı Hat (1998) (The Thin Red Line)
George Clooney, Sean Penn, Nick Nolte ve Woody Harrelson'dan oluşan güçlü bir kadroya sahip, yönetmenliğini ise Terrence Malick'ın yaptığı.ikinci Dünya Savaşı'nı konu alan -savaşın anlamsızlığı üzerine- modern savaş filmlerinin en iyi örneklerinden biri.

not:ince kırmızı hat; piyadelerin cephede savaştıkları en uç noktadır. tarihte ingiliz askerlerinin -ki o zamanlarda kırmızı üniforma giyerlerdi- savaş düzeni aldıklarında kuş bakışı "ince kırmızı hat" şeklinde görülmelerinden çıkmıştır.
erkek kadın ilişkilerinin bir çok aşamasında göze çarpan sınırlara, engellemelere verilen addır :

özetlemek gerekirse :

bir kadın ve bir erkekle başlar hikaye.ilk öpücükler,dokunmalar, küçük şehvet belirtileri. görüntü olarak herşey iyi gidiyordur ilk bakışta.ama geçen dakikalarla birlikte kadının davranışlarında sözle ifade edilmeyen, minik dokunuşların geri itilmesi ya da kendini hafiften geriye çekmelerle baş gösteren tavırlar aklınıza takılmaya başlar.sanki sevişmek için herşey tamamken yolunda gitmeyen bir şeyler vardır.

siz bir yandan öpüşmeye,koklaşmaya devam ederken bir yandanda zihninizi alıkoyan bu sorular yumağı içinde gitgeller yaşarsınız.

sevişmek için bütün şartlar tamamdır.öpücükler devam ederken elleriniz doğal olarak aşağılara kaymaya başlar. dokunmak istersin ama her seferinde küçük el darbeleriyle savuşturulur ataklarınız.

burda iki nokta vardır efendim.ya pes edip hatunun çizdiği sınırlarla yetinmek. ya da kabul edilebilir ve ölçülü bir ısrarla akınlara devam etmek,devam ederken hatunun kulağına fısıldadığınız ara gazlarıyla onun direncini kırıp zafere giden yolda en önemli kaleyi aşmak.

efendim pes ederseniz (az önce de söylediğim gibi) hatunun çizdiği sınırlar içinde, hatta hatunun ucuza gitmediğini kendine ve size göstermek çabası uğruna ettiği naz uğruna öpüşmekle yetinirsiniz.

ama demin ifade ettiğim gibi kabul edilebilir ve çirkin olmayan bir ısrarla devam eder, hatunun (olmasa bile) ne kadar güzel olduğu hakkında güzel ve seksi cümlecikler ederseniz kulaklarına, hatunun direncinin yavaş yavaş kırıldığını o "ince kırmızı hat"tı küçük ve emin adımlarla aşmaya başladığınızı göreceksiniz.

ancak unutulmaması gereken şey sevişme eyleminin başarıya ulaşması yolunda bir tane değil bir çok "ince kırmızı hat" olduğu gerçeğidir.zira her hatunun sevişmede koyduğu "ince kırmızı hat"lar sayı ve yer olarak farklılıklar göstermektedir.

siz ilk engeli aşıp ona dokunmaya başladığınızda karşınıza bir engel daha çıkacaktır. sizin onun kıyafetlerini çıkarmak için yaptığınız girişimler de muhtemelen veto yiyecektir.

yine mi ümitsizlik?

hayır efendim asla.bunu çirkin bir ısrar mekanizması olarak değil sevişme oyununda yapılan legal hamleler olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

kanımca kıyafetlerin çıkarılması alınması gereken kaleler içinde en zorlu olanıdır.aynı yöntemle küçük ısrarlar, dokunuşlar, öpücükler ve güzel sözlerle yine hatunun vetosunun aşılacağını ben kendimden emin bir şekilde ifade edebilirim.eğer yöntemleri uygulamış ve hatunu soyabilmişseniz hatunun dayanma sınırının sonuna gelmişsiniz demektir.

biraz daha sabredin yoldaşlarım.

artık hatun bir karar vermek durumundadır.ya insan üstü bir gayretle size güçlü bir hayır çekecektir ki bu aşamadan sonra çok zor bir ihtimaldir ya da hep küçük hayırlar ve isteksizliklerle engellediği, dizginlediği hormonlarına siktiri çekip insiyatifi eline alacaktır.

efendim eğer hatun ikinci seçeneği seçerse (ki çoğunlukla bu aşamaya gelmişse böyle olur) hatundan kormak vakti gelmiştir.zira artık yelkenleri koyvermişse; bütün sınırlarını da bir tarafa koyacak, kendini sevişmek eyleminin günahkar ama bir o kadarda zevklerle örülü ağına bırakacak ve yaptığı akrobatik hareketlerle sizi şaşkına çevirecektir.

son olarak hem cinslerime tavsiyem : efendim hatunların küçük naz ve karşı koyuşları yüzünden ne kadar gencin içine düştüğü dert kuyularında telef olduğunu bilmekteyim. amacım bu yolda aşılamaycak bir engelin olmadığını size ispat etmekti.umarım artık tek bir gencimiz bile hatuna söz geçirememek, o zalım "ince kırmızı hat"ları geçip mutlu sona ulaşamamak sorunu yüzünden içlenmez.

sevgiler ederim.
jim caviezel'in çavuş witt rolünde isa'nın çilesi'nden sonra en iyi performansını sergilediği sıradışı, oldukça etkileyici ve 'uyandırıcı' film. peşinden kubrick üstadın full metal jacket'ı izlenirse ruhu kendini duymaktan ve aşırı farkındalıktan öldürebilecek müthiş film; harika bir ikileme olurlardı. çavuş welsh'in * o müthiş samimi, dokunaklı ve bilgece iç konuşmaları ise insanın benliğine, savaşa ve diğer herşeye dair algısını o kadar yoğun hissettiriyor ki kelimeler bunu tanımlamakta kifayetsiz kalıyor sevgili sözlük...
müthiş 'soundtrack' parçaları ve müellifleri ise şöyle;

# "the unanswered question"
beste: charles ives
icra: the orchestra of st. luke's
şef: john adams

# "In Paradisum"
"Requiem"den
beste: gabriel fauré
icra: orchestre de la suisse romande
şef: armin jordan

# "the prophecy from the village of kremnus"
beste & icra: arsenije jovanovic

# "annum per annum"
beste: arvo pärt
Org icrası: andrew lucas

# "Sit Back and Relax"
yazan & icra eden: francisco lupica

# "The Unanswered Question"
Charles Ives
(Japon kampının tahrip edilmesinden sonraki sahne)
filmdeki gaf: bir devamlılık hatası olan; welsh'in saçının gemide alarm çalarkenki uzunluğu ile ertesi günkü uzunluğu arasındaki fark.
yapılmış en gerçekçi savaş filmlerinden biridir.
an itibariyle tnt'den izlenebilecek enfes film. gece 02:00'de tekrar verilecektir.
günümüz savaş filmlerinin atası diye de adlandırılabilen 1998 yapımı film.

filme başlayanlara duyurumdur. bir buçuk saatlik abuk savaş filmlerinden değildir. adam gibi ortalama 3 saatlik dev bir yapımdır.
"dur şöyle patlamalı, kanlı, vahşi savaş filmi izleyem" şeklinde başına oturulmaması gereken, muhtemelen izlenebilecek en farklı savaş filmlerinden biri. en hümanist savaş filmi desek yanlış olmaz heralde..

(bkz: Terrence Malick)

http://www.youtube.com/watch?v=Gm6ZgOBlzII
Sagopa kajmer, bir pesimistin gözyaşları adlı albümünde, bu filmin türkçe dublajından bazı skitler kullanmıştır.
oyuncu kadrosu çok kaliteli ve hikayesi çok güçlü olmasına rağmen filmin sonu pek anlamlı olmamıştır. güzel bir film. ancak bir er ryn'ı kurtarmak yada gladiatör kadar güçlü değildir kanımca.
"bu dünyada tek başına bir erkek bir hiçtir. ve bu dünyadan başka bir dünya yok" sean pen

hayata mola vermeme neden olan andır bu repliği duyduğum an. hala devam eder.. böyle birşeydi o film.. uzayıp giden bir kesinti, donukluk, boşluk.
zaman zaman çok iyi, zaman zaman da harbi sıçıp sıvayan bir film. savaş sahmelerinde askerlerin genelinin yaşadığı korkuyla karışık heycanı çok güzel bir şekilde yansıtırken, araya rambo vari kahraman adamlar karışıyor, kelebekler uçuyor savaşın ortasında. iyi güzelde, finale doğru bayan o, yerli çocuklarla yüzme sahmeleri, anlamsız köy gezintisi falan ne ayaktır bi türlü çözemedim. gereksiz yere uzun tutulmuş, gerçekten iyi bir film olabilcekken, ara ara sıçıp sıvamış bir ww2 filmi.
savaş karşıtı bir savaş filmi.
bir benzeri için (bkz: full metal jacket)

gelelim yorumlara:
savaşın iç yüzünü mükemmele yakın bir sinematografiyle anlatan bir film bu. bu filmde, öldürmenin yüceltilmesi, kahramanlığın körüklenmesi, amerikan pohpohçuluğu, müthiş öldürme sahneleri, esir japonu öldürmezsen o seni gelir miker basitliği(er rayn da vardı böyle bir durum) arama kardeşim. arıyorsan senin için gladyatör de er rayn ı kurtarmak da ideal filmler.

bu filmin meselesi başka beyler. bu film, insanın modernleştikçe hayvanlaştığını anlatmaya çalışıyor bence. bu amaç filme inceden inceden işlenmiş. başta gösterlen o kabile ne kadar ilkel, ne kadar çağ dışı değil mi? ama bir o kadar da barışçı ve mutlu. filmde bu ilkellik ve modern(!) dünya karşılaştırılıyor.

insanın modernleştikçe hayvanileştiği ironisi bu. izleyip hazmedebiliyorsanız ne mutlu size.

(bkz: afiyet olsun)
fazla uzun süresi ve ekstra ağır temposuyla izleyiciyi hafiften sıkabilecek savaş karşıtı film.
benzerleri arasında apocalypse now'ı tercih ederim.
--spoiler--
kalıcı olan iki şey var. biri ölü, öbürü de tanrı. ee o kadar... bunları unutmasam iyi olur. bu savaş, bu savaş sonum olmayacak, senin de sonun olmayacak.
--spoiler--
--spoiler--
hey hadi, hadi söyle, hadi söyle.
kimin yaşayacağına kim karar veriyor?
kimin öleceğine kim karar veriyor?
bu savaş anlamsız.
bana bakın burda duruyorum ve üstüme tek bir kurşun bile gelmiyor.
bir tane bile gelmedi, neden?
peki neden hepsinin ölmesi gerekiyor?
burada durabiliyorum görüyorsunuz
--spoiler--
ölümün ve doğumun ne derece iç içe geçtiğini, sonsuz bir bilinmeyen içinde durmadan değişen ve dönüşen tek bir varlığın atomik önemsiz bir zerresi olduğumuzu olağanüstü berraklıkla açıklar...

er ryan'a verilmiş yüksek düzeyden bir cevaptır. terrence malick ve oyuncuları amerikan sinemasının yüzakı olmuşlar ve "biz de varız, ve işte buradayız !" demişlerdir bu filmle birlikte. filmin kadrosu devlerle doludur öyle ki johnny depp ve brad pitt bu filmde oynayabilmek için ne kadar istekli olsalar da kadroya alınmamışlardır, brad pitt o zamandan sonra başka filmlerde çok iyi iş çıkarttıktan sonra ancak 2011'de ustanın başka bir filminde rol alabilmiştir. oyuncuların bazıları şunlardır:
nick nolte
jim caviezel
sean penn
john cusack
adrien brody
george clooney
woody harrelson
elias costeas
john travolta

film özünde batı uygarlığının 2. büyük paylaşım savaşında askerlerin büyük bir oyunun kurbanı olduklarını, gerçek savaşın doğada durmadan devam ettiğini ve başka türlü bir uygarlığın doğanın muhteşem savaşı içinde barış ve sevgiyle kurulabileceğini anlatmaktır.
filmdeki kahramanların hepsi birer anti kahramandır.

edit. eksi oy veren arkadaş sanırım babası 2. dünya savaşında şehit düşmüş amerikan askeri olsa gerek öyleyse onu anlayışla karşılıyorum ama yok öyle değil de filmi beğenmediği için eksi oy vermişse şayet nedenini açıklaması için bekliyorum...
--spoiler--
seyrettikten sonra çıkışta nick nolte 'ye rastlasanız kafa göz dalabileceğiniz gayet başarılı bir (anti) savaş filmidir.
--spoiler--
--spoiler--
çıkarma sahnesi akıllara ziyan derecede ironiktir. misal bir er ryan 'ı kurtarmak'ın aksine burada direnişsiz elini kolunu sallaya sallaya karaya çıkan askerler, bir avustralya yerlisi ile karşılaşırlar. adam bunlara "in misiniz cin misiniz?" , " deli misiniz sulu musunuz?" , "mars'tan mı geldiniz?" manalarına çekilebilecek bir şaşkın bakışla bakar, sonra da geçer gider.
--spoiler--

savaşın, hele hele "medeni adamların savaşı"nın anlamsızlığını bu kadar güzel ve basit şekilde soyutlayan sahneleri yakalamak gerçekten sanat işidir.
--spoiler--

ikinci dünya savaşı sırasında guadalcanal da savaşan bir grup amerikalı erkeğin değişmelerinin, acı çekmelerinin ve kendileriyle ilgili önemli keşifler yapmalarının öyküsü. film pasifik adalarında japonların ilerlemelerini durduracak olan, savaşta anahtar görevi görmüş çatışmalardan birini arkaplanına almış. ama öykü, bunun ötesinde, hayatta kalmak için savaşan, korkunç stres altındaki insanların aralarında gelişen güçlü bağların arasında dolaşıyor.

--spoiler--
aslında savaş filminden öte, sıradan askerlerin savaş psikolojisini anlatan filmdir. o yüzden çok farklı bir bakış açısı ve gerçekçiliği vardır.

--spoiler--

kalıcı olan iki şey var. biri ölüm, öbürü de tanrı. ee o kadar. bunları unutmasam iyi olur. bu savaş, bu savaş sonum olmayacak, senin de sonun olmayacak..*
--spoiler--
full metal jacket ve das boot ile birlikte en iyi savaş filmlerinden biridir. hele journey to
the line çalmaya başlayınca içinizde bi
burukluk olur ki sormayın...
"savaş" sözünü duyunca yıllardır alışılageldik kahramanlık öykülerinin yanında siperlerdeki o son anları düşünürüm, ya da yıldızların adeta üstünüzü örtmüşçesine yakın hissedildiği geceleri.. o herkesin aşina olduğu destansı kahramanlık öyküleri ya da gizli kapaklı vahşetler yaşanmadan, yazılmadan birkaç dakika önce siperdeki bir adam ne düşünür, neler hisseder?
bu yüzden kendimi savaş alanında hep bir cengaverden öte, hayatının son anlarını yaşadığını ve her an o ince kırmızı hattın ötesine geçebileceğini bilen biri olarak imgelerim kafamda.

ömür boyunca bir çiçekle böceğin ilişkisini önemsememişken yanı başındaki bir çiçekte ağır ağır yürüyen bir böcek neler hissettirir o siperde?
güneşin batışını belki de son görüşün olabileceğini bilerek o güneşi kaybetmek?
sen; yaradılan en üstün canlı "insan"; kör, sağır ve dilsiz birbirini öldürürken, ölürken umarsızca cıvıldayan kuşlar? seni hiç umursamayan?
belki de geri dönemeyip hiç sahip olamayacağın doğmamış çocuklarını düşünmek? olanlar ya da?
eşini düşünmek? binlerce kilometre ötede evinde yaşamına devam eden? o anda ölsen senin haberini 1 hafta sonra alabilecek olan eşin? belki de sen orada kan kaybından gözlerin gökyüzündeki hoş şekilli bir buluta sabitlenmiş, yavaşça yitip giderken bundan haberi bile olmayan?
son bir kez sarılabilmek için nelerden vazgeçerdin? bir gece daha onunla uyuyabilmek için?
peki ya o siperden rastgele ettiğin ateş sonucu devrilen "düşman"ların? onların eşleri? çocukları? anneleri? onlar da senin gibi düşünmüşler midir? onların da anneleri oğullarının güneşin batışını bir kez daha görebilmesi için sayısız dua göndermişler midir yaradanın katına?

işte bu ve bunun gibi hallere değen, "insan" temelli bir film. kusurları muhakkak var, 170 dakika olmasıyla birlikte yavaş ilerlemesi, kimi gereksiz uzatılmış gibi görünen sahneleri sürekli psikolojik olarak etkilendiğiniz için sizi zaman zaman olup bitenden kopartıyor. kendinizi bir anda filmden kopmuş ve dalıp gitmiş düşüncelerde buluyorsunuz.** yine de artıları eksilerine göre çok daha fazla ağır basan, artılarının yanında eksilerinin sözü edilemeyecek bir film.
ve yıllar sonra da akılda kalacak repliği:
--spoiler sayılmaz çünkü yalnızca filmden bir cümle--
bu dünyada, tek başına bir erkek bir hiçtir. ve bu dünyadan başka dünya yok.
--spoiler sayılmaz çünkü yalnızca filmden bir cümle--
"yanılıyorsun, başka bir dünya gördüm. Bazen onu hayal sandım, ama olsun." diye de bir cevap gelir.
er ryan'ı kurtarmak ile aynı gün, üst üste izlenmemesi gereken filmdir. üstelik de askerken, üstelik de kura çekiminden bir kaç gün önce.

yaptım, biliyorum. nasıl bir hatadır?