bugün

dünyanın en büyük yelkenli yatı, malta şahini tuzla tersanelerinde üretildi.
türkiyenin yabancı denizcilik şirketleri tarafından bir kat daha mercek altına alınmasına neden olmakla birlikte türk tersanelerinin, ismi belki çok fazla geçmeyen ancak dünya denizlerinde pervane döndüren yüzlerce prestijli geminin dizayn ve inşaasına imza attığını bir kez daha kanıtladı. halihazırda türkiye, denizcilik endüstrisinde dünyada en üst sıralarda yer almaktadır.

malta şahini, 88 metrelik güverte genişliğine sahip.
3 adet yelken direğinde toplam 15 kare yelkeni mevcut.
karbondan yapılmış olan bu direkler, donatılmış olan bilgisayar teknolojisi sayesinde rüzgarı yakalayacak şekilde kumanda ile bile yönetilebilmekte.
1941 yapımı karizmatik aktör humphrey bogart ın oynadığı klasik filmdir.
humphrey bogart'ın başrolünde oynadığı, senaristi ve yönetmen john huston olan film noir şaheseri. kimi sinema otoritelerine göre film noir türünün en iyi örneği.

filmde humphrey abimiz tüm karizması ve muhteşem sigara içişiyle özel dedektif sam spade rolündedir. sonrası hava bozucu içerir ona göre...

--spoiler--
film, spade ve ortağının hafiften gizemli, masum görünüşlü, ürkek ve titrek ama etkileyici bir kadın tarafından kaybolan kız kardeşinin akıbetini öğrenmek amacıyla kiralanmasıyla başlar. aynı gece spade'in ortağı cinayete kurban gider. sam abimizin tepesi atar ve işin içinde iş olduğunu, mâsum fettanımızın aslında usta bir yalancı olduğunu anlar. sam abi artık bu davayı açıklığa kavuşturmadan durmayacaktır. meseleyi kurcaladıkça işin içine bir define avcısı, saplantılı bir koleksiyoncu, polisler ve de hep efsane olarak anlatılan altından yapılma bir şahin heykeli de dâhil olur. olaylar gelişir ama öyle bir sarmalın içinde gelişir ki vay anasını dersiniz.
--spoiler--

"arkadaş benim hayatım sinema!" diyen kişinin mutlaka izlemesi gereken filmlerden biridir malta şahini. oyunculuk, senaryo ve özellikle yönetim açısından aşılması güç bir çıtadır. humphrey bogart büyük karizmadır, candır, dayıdır. hele şu repliği söylerkenki tavrı hayran bırakır: "you're good, you're very good..."

neyse işte izleyin olum bu filmleri. eski diye burun kıvırmayın.
humpray bogart'ın karizmasının tavan yaptığı, imdb top250 listesinin üst sıralarında yer alan ve uzunca bir süre daha o listede kalacağını düşündüren film.
denizlerin en güzel kızıdır.

görsel
--spoiler--
bu filmde istanbul lafı sık sık geçer.. filmin sonunda kötü elemanlar heykelciği bulmak için istanbul'a gitmeye karar verirler ama polise yakalanmaları ile istanbul rüyası yalan olur.
--spoiler--
---olası spoiler ibaresi---

sinefillerin bildiği üzere klasik dönem film noir’ ın ilk filmi kabul edilen bu klasiğin, bugün baktığımızda tüm kara film öğelerini içermese de, konturları kalınca çizerek türün rölyefini oturttuğunu rahatça söyleyebiliriz. 1941’ deki gösteriminden sonra dönem gangster ve polisiye filmlerini etkileyen bu harika atmosfer orson welles’ ın 1958’ de çektiği touch of evil’ a kadar dönemin en popüler janrı olmuş ve en azından klasik döneminde neredeyse 20 yıl hollywood sinemasını avucunda tutmuştur. bunları söylemenin amacı elbette genel bir kara film tarihsel tablosu oluşturmak değil the maltese falcon’ un başarısını ve sinema dünyasında (ağırlıklı olarak hollywood sineması tabi) tuttuğu önemi belirtmek içindir…

daha sonraları klasik sayılabilecek eski usul gölgelendirmeler, karakter odaklı ve çizgi roman biçemli diyalog stili, tam şeytani sayılamasa da (marlene dietrich’ in önünde saygı ile eğilirim!) belirgin bir femme fatale profili, ve tabi tüm filmi bir maestro edasıyla yöneten taş surat humphrey bogart…

filmin getirdiği temel yenilik olan üslup ve mekan karakteristiğinin dışında, the public enemy ya da scarface gibi filmlerle yumuşatılmaya uğraşılan izleyicinin kendisini ahlaki olarak ayıplanabilecek niteliklere sahip karakterle özdeşleştirebilmesi uğraşı burada evrimini tamamlayıp yaratılan anti-kahraman ile katharsis’ e dönüşüm sağlanıyor. filmin sonlarındaki ahlaki birkaç mesaj ile bunu yumuşatma çabasının sektörel kaygıları gidermek için olduğu kabul edilirse natural born killers’ a kadar varan çizginin sıfır noktasında durduğumuzu söyleyebiliriz.

konu olarak bakıldığında hitchcock’ un ingiltere döneminde çektiği polisiye-gerilim filmlerinden çok farklı görünmese de anlatım, ışık-gölge oyunlarının tüm filmi kaplaması ve kahramanın odaklanışı açısından yenilikler görülüyor.

tüm film dedektif samuel spade’ in doğru olmayan bir sebeple bir davaya karışması, ortağının ölümü ve bir şahinin peşinden koşan, birbirinden korkan ama kopamayan suç adamlarının üzerine kurulu. başlangıçta verilen sorunun yanında filmin ortalarında şahin ile ilgili ikinci bir problem verilip olayların girift bir hal alması sağlanıyor. iki ayrık konunun birleşmesi tabi şaşırtıcı değil ama çizgisel kurguyu zorlayan bu senaryo yapısı filmi ortasında tekrar ateşleyerek dinamizm katıyor. her durum karşısında sakin duruşu ve konuya hakimiyetinden zerre fire vermeyen bogart, sonrasında 20 yıl sürecek kolektif id’ in alter egosu olacak taş suratı kullanarak tam da dönemin yıldızı olduğunu kanıtlıyor. fakat mary astor’ un oyunculuğunun filme çok katkısı olduğunu söyleyemeyeceğim açıkçası.

ha, tabi bir de peter lorre var. şahsen benim favori oyuncularımdan biri olduğu için objektif yaklaşamıyor olabilirim. ama bu filmdeki oyunculuğu o kadar doğal ve kırılgan ki bana kalırsa filmin oyunculuk anlamındaki başarısı bogart’ dan çok onun gibi sanki. ilk göründüğü sahnedeki beyefendi tavırları ile burjuvatik-illegal adamı çizerken, bir anda yediği tokat ve yumruklarla çocuklaşıp her şeyi unutması, çocukça kin gütmesi ve en güzeli, şahinin gerçek olmadığını anladığında şişko adam gutman’ a nevrotik tepkisi, koltuğa çöküp çocuk gibi ağlaması, tüm film boyunca yarattığı sahte beyefendi karakteri bir anda parçalaması ile mükemmel oyunculuk! günümüzde lorre’ nin yarattığına benzer oyunculuk görülemiyor maalesef. hatta taklidi bile yok…

sam’ in sahnelerinin çoğunlukla kameranın bel altı civarında odaklanıp çekildiğini ve çoğunlukla yukarıya doğru hafif eğimli tutularak (bu karakterlerin psikolojik olarak yüceltilmesi için wilmer’ ın uyandığı sahnede daha da abartılı kullanılıyor) ve yer yer daha da aşağıdan çekilerek hem boy(!) ve dahi anti-kahramanın izleyici gözünde yücelmesi amaçları içerdiğini de söylemek yerinde olur.

---olası spoiler ibaresi bitti---

söylenecek çok şey olsa da kısa keselim. ilk fitili yakıp sonradan double indemnity, lady from sahnghai, sunset blvd., the big sleep ve hatta chinatown’ dan coppola’ ya, david lynch’ in sürreel gerilimle sosladığı işlerine dek her yerde etkisini gösterecek etki yaratan the maltese falcon’ un nihilist yapıda çekilen ilk filmlerden olduğunu, 2 eski versiyonu bulunduğunu, john huston’ un ilk yönettiği film olduğunu (wilmer’ ı feda etmeyi kabul edip birlikte sabahlamaları gerektiği konusunda anlaştıktan sonra, sam’ in koltuğa oturduğu sahnede devamlılık hatası olduğunu da belirtip uyuzluğumu yaparım.)ve harika olduğunu tekrar belirtel
an itibariyle bodrum yalıkavak'a demir atmış perini navi marka yelkenli.
An itibariyle ikinci kez bodrum'a gelen 88. M'lik yelkenli.
bogard'ın klasiğidir.
Humprey bogart hatrına izlenebilecek john hustonun yönetmenliğini yaptığı polisiye/suç filmi.
Zamanında yeni yeni ortaya çıkan bir türün film-noir) ilk yapımlarından olduğundan kurgusal anlamda biraz zayıf ama yeri önemli. Farklı bir tür demek farklı bir kurgusal formu gerekli kılar o zaman bu kadar gerçekleşebilmiş bu olay.
film müziği .

The Maltese Falcon super soundtrack suite - Adolph Deutsch

https://www.youtube.com/watch?v=Ue4-H1vYXqc

ve resimler , posterler ...
görsel

görsel

görsel

görsel

çeşitli kültür hizmetleri .