bugün

siyasetin politika mimiği ile sunumuna başlandığından bu yana, hep ideolojik kaygıların peşinden koşan insanlar olmuştur. devrimciliği "karizmatik" bulan anarşist(!)lerin ellerinde sopa ve taşlarla üretim sektöründekileri tartaklayıp, "haydi meydanlara" insanlarının arkasında polis copu eşliğinde kaldırım taşlarıyla raksetmesi de buna tepki olarak tanınmıştır canım ülkemizde.

solcu sağcı diye pusulaya bindirilmiş fikirlerde tezatların değil de iyilerin hatta en iyisinin bulunması hedef seçilmişti en başlarda, bu unutuldu. benim fikrim en iyisi, benim gibi düşünenler yoldaşımdır, kardaşımdır, arkadaşımdır, kardeşimdir, reisimdir, başkanımdır kafası ile gidilen her evde yasak kitaplar oldu. kitapları yasak kılan şey de aslında fikirlerin değil siyasetin ucuzlamasıydı doğal olarak. neticesinde birbirine düşman kesilen aynı ülkenin evlatları, fikirlerini reklam etmek için binleri öldüren açık fikirli(!) kahramanlarımız oldu.

kimi için bazısı kahramanlığın ötesinde idoldü. öylesine kapalı bir hava içinde piknik yapıyorlardı ki eğlenilmesi gereken hiçbir şey zevk vermiyordu onlara. mesela devrimin niceliğinden çok niteliği konusunda gerekçelerimizin sağlam olması gerektiğini öğreten bir doktorun posterlerini, afişlerini, beresini edinen bir takım gencin o bere içindekiler konusunda hiçbir fikri olmaması, sağda solda okuduğu iki üç makale ile düşüncelerini şekillendirmesi mangalı sadece yellemek sayılabilir. bu malzemeyi bile bir meta olarak gören değişen dünya ticaret sisteminin çıkarları da mangal üstündeki etler diyebilir miyiz?

peki üretim toplumu ne zaman sadece bir tüketim toplumu oldu? ya da bize neden kimse haber vermedi. işte bu yanılgı güzel bir ipnotizma seansına örnektir. kaya gibi bir adama sürekli "sen hastasın" dersek hasta hissedecektir kendini. üretim olmadan tüketim olmaz. tüketim olmadan da üretime gerek kalmaz. burjuvanın manasından uzaklaşıp fakir edebiyatına kadar dayanması ne yazık ki bu aldatmacada gizlidir. pek çok kişinin burjuvaziye lanetler ile yaklaşması sadece zengin-fakir dengesizliği ile açıklanamaz. siyasetin yön verdiği her noktada kazancın sadece kârdan cebredilmediği görülebilir. şehre ait olan yaşam tarzını, kazancı doğrultusunda "lüks" ya da "orta hal" ya da "kıt kanaat" sınıflarından birinde yaşayan herkes burjuvadır. peki şehir denilen şeyin kaleler içindeki taş yapılar olduğu, halkın ise kale dışında samandan çatıları olan evlerde yaşayan insanlar olarak nitelendirildiği bir döneme ait tanımın şimdiki sınırları nelerdir.

bourgeois dendiğinde karşıdakinin kale içinde yaşayan biri olduğunu anlardık o dönemlerde. peki ya şimdi kadıköy'de yaşayıp her gün okula denkleştirdiği para ile gitmeye çalışan bir genç mi yoksa mardin'in bir köyünde altındaki mercedes marka otomobil ile klimanın tadını çıkartan bir köylü mü burjuvadır? üretim nedir? üretilen nedir? daha da vahim olanı tüketilen nedir?

böylesine sosyal beden içinde sıkışmış, zamanla küflenmiş, çürümüş, kokuşmuş maddelerin günümüzde hala saygıdeğer tanımlar listesinde yer alması sonucunda insanlar bir dayanak ya da daha doğrusu çıkış noktası aramaktadır. münferit her hamlenin denize damlatılan bir damla olduğu gerçeği sonucunda insanların aradığı o arka kapı toplu ortak fikir paylaşım platformu olmuştur. yani siyaset. üretenin, ürettirenin ve işçinin hepsi tüketicidir diyerek kimse çıkmaz ortaya. bencilliğin ticari tanımı olan politika ile istiflenen beyinler en sonunda kendine en yakın kelimeleri seçerek bir kitap içinde bir satır olarak yer alırlar.

işte bütün bunların ışığında daha doğrusu isinde, toplumu ilgilendiren fikirleri bilinçaltında etkileyen bir faktör ile beyin kıvrımlarında elektrik atımları olarak biçimlendirmektir bu.
güncel Önemli Başlıklar