bugün

Ortaçağ Avrupası'nda kedilerinin yaşamı aslında Spielberg'in Schindler'in Listesi filminden farksızdı. Hatta çok daha kötüydü. Musevilere yapılan zulüm 1933'ten 1945'e kadar sürmüş iken Ortaçağ Avrupası'nda kedilere yapılan zulüm yaklaşık 450 yıl boyunca sürdü. Avrupa Romalılarla birlikte kedilerle tanıştı. isa'dan önce Mısır'ı egemenliği altına alan Romalılar Mısır'ın kutsal kedilerini Avrupa'ya getirdi.

Ama henüz uluslararası ticaret gelişmediği için Burma kedileri ya da Japon Bobkuyruk kedilerinin Avrupa'ya gelişine daha en az 7 yüzyıl vardı. Sadece Romalılar değil Haçlılar da Anadolu'dan kedileri Avrupa'ya taşıdı. Ankara Kedisi Avrupa'ya götürülen bu kedilerin başında gelir.

Romalılar da kedileri tıpkı Mısırlılar gibi tahıl ambarlarını farelerden korumak için kullanıyorlardı, ama Mısırlılar'dan bir farkla, kediler Mısır'da dinin içine yerleşmiş iken Roma'da kedi pragmatik bir evcil hayvandan öteye gidememişti.

Romalılar'ın yıkıcılığına karşı aslında pasif bir direniş olarak doğan Hıristiyanlık ile pagan Roma arasındaki savaş, kedileri de içine alarak keskinleşti. Romalılar'ın saldırısına karşı kiliseleri kurarak mücadele etmeye çalışan ilk Hıristiyanlar kendileri dışındaki her türlü inanışı "sapkınlık" olarak gördü. Bunun sonucunda karşı tarafın kültürü içinde yer alan her şey karalandı ve kötü olarak görüldü. Olanlardan habersiz kediler bu karalamanın ilk masum kurbanlarıydı.

iskandinav pagan kültüründe "bereket"in temsilcisi olarak görülen kediler, kilise tarafından "kötü güçlerle işbirliği içinde bir yaratık" olarak tanımlandı. Bu resmi kilise görüşüne karşın, Aziz Patrick ve Papa Gregory'nin yine de kedileri olduğu bilinmekte. Yine 9. yüzyıla ait isviçre yakınlarında yaşayan irlanda'lı bir keşişin günlüğü kedisi Pangur Ban'a yazdığı şiirlerle doludur. Kilise'nin resmi görüşünün kesinkes uygulanması Engizisyon Mahkemeleri'nin kurulması ile söz konusu oldu ve sadece insanlar için değil (asıl) kediler için de zor günler başladı. Evi farelerden korusun diye kedi besleyen bir çok kadın kedileri ile cadılık yapmakla suçlanıp yakıldı. Öyle ki, ingiliz Hanedanı Mary Tudor ve I. Elizabeth Dönemleri'nde kediler sapkınlığın simgesi olarak köy meydanlarında yakılarak halk kitlelerine gözdağı verildi. Garip bir tezattır ki, aynı dönemde kedi dışkısı ve sirkeden yapılma bir karışım Kraliçeleri I. Elizabeth'e benzemek isteyen kadınlar için saçı güçlendirici krem olarak kullanılıyordu.

Kedi düşmanlığı Avrupa'yı bir çığ gibi sardı. Özellikle siyah kediler bu barbarlığın birinci hedefi oldu. Belki de bu yüzden Hıristiyan kültüründe yer alan Hallowen kutlamalarında siyah kedi hala kötü güçlerin simgesi ya da cadıların arkadaşı olarak hicvedilir.

Ortaçağ Avrupası'nda yaşam ağırlıklı olarak şato üzerine odaklı idi. Tüm Avrupa'da Ortaçağ boyunca 15.000'e yakın şato olduğu sanılmaktadır. Kale Ortaçağ Avrupalılar'ı için çok önemliydi. Çünkü yiyecekler ve düşmanlara karşı savaşta kullanılacak silahlar şatoda saklanırdı. Şato aynı zamanda yabancı saldırılarında sığınılacak yerdi. Mülkün ve halkın sahibi olan Derebeyi'nin şatosunda yemek yenilir ve içilirdi. Herkese yetecek kadar tabak ve bardak olmazdı. Yemek pişirme ve yeme alanları yemek zamanlarında iyice kirlenir ve hastalıkların yayılması için elverişli bir zemin oluştururdu. Şatolar her ne kadar yabancıların saldırıları ile baş etse de farelerle baş edemiyorlardı. Artık kedi beslemek de suçtu. Kilise'nin koruyucu ve yakın işbirlikçisi Derebeyi'nin mekanında kedilere yer yoktu. Veba ya da Siyah Ölüm gelmekte gecikmedi. Avrupa kısa zamanda veba salgınına yenik düştü. ingiltere nüfusunun yarısı, Avrupa'nın ise üçte biri hayatını vebadan dolayı kaybetti. Ama ne ilginçtir ki, vebadan da kediler sorumlu tutuldu. "Kötü güçlerle işbirliği yapan cadılar, inançlıları veba salgını ile yenilgiye uğratmak istemişti". Kilise hatalı görüşünde hala inat ediyordu.

Ortaçağ'ın bitmesine yakın Avrupa'da baş gösteren Büyük Açlık Dönemi'nde de kediler yine tehlike altındaydı. Bu kez yiyecek bulamayan Avrupalılar kedilere yöneldi. Köylerde kediler bir anda görülmez oldu. Avrupa'yı saran her melanetin faturası kedilere çıkıyordu. Ortaçağ Avrupası boyunca milyonlarca kedi insanların bu anlamsız zulmünün kurbanı oldu. Ta ki insancıllık akımı Avrupa'yı etkileyene dek. Yeniçağ yavaş yavaş Avrupa'ya yerleşemeye başladıkça kediler üzerindeki önyargı ve saldırılar görece de olsa azaldı. Kediler aristokratların ve sanatın tekrar ilgi alanı halinde geldi. Kedili tablolar tekrar kabul salonlarını süslemeye başladı. Hatta Exeter Kathedrali bile artık farelere karşı beslediği kedilerin yemek masrafı olarak haftada 1 penny ayırıyordu. Ortaçağ Avrupası'nın kabus dolu günleri artık içgüdülere hapsolacaktı.

(alıntı)