bugün

Kısaca Less is more olarak adlandırılabilecek felsefe. En değerli varlığımız olan hayatımızı ihtiyacımız olmayan nesnelerle boşa harcamamak için abartmadan minimalist bir anlayışı gerekli yerlerde kullanabilmeliyiz. Netflix - the minimalists bu konu hakkında başarılı bir belgesel olmuş bence...
Dünyadaki en sağlam felsefedir.
Ergenliğin başından beri benimsediğim hayat tarzı.

Ne evim var ne arabam ne birkaç parçadan fazla elbisem vs.

Bilhassa da hayatımda ne kadar az insan varsa o kadar iyi hissettiğimi görüp sevinç içinde yaşıyorum.

Para kazanmak için yırtınan insan kerizdir.
zenginlerin hobisi, fakirlerin fobisidir.

zengin iseniz eylenmek hoş vakit geçirmek için yapılabilir tabii...
Öldükten sonra yok olacağına inanan çoğu insan bu felsefeye başvuruyor çünkü ne kadar çok şey o kadar büyük bir kayıp onlar için. Ama kaybedecekleri şey az olursa daha huzurlu ve güvenli olurlar. Tabi sadece bu açıdan değil, çoğu kişi kuru gürültü ve boş eşyalardan kurtularak psikolojik olarak daha rahat yaşadıklarını belirtiyor. Daha net konuşmak için bir süre denemek lazım bence. Ama kesinlikle arkadaşlık konusunda minimalizm felsefesi çok rahatlatıcı.
yemekte fransızlar buna (bkz: nouvelle cuisine) derler. kocaman tabaklarda iki kuş sıçmığı kadar yemek konulur ve hesap yüzlerce euro tutar.
tüketim alışkanlıklarımızın karakterimizle ve kim olduğumuzla doğrudan bağlantısı var.

başarı nedir senin için? dolgun bir maaşa, büyük bir eve, güzel bir arabaya hatta şöhrete sahip olmak mı? sence amacı ve anlamı olan bir yaşam gerçekten böyle bir şey mi?

birçok insan parayla tüm arzularını tatmin edebileceğini sanar, oysa piyangoyu kazanan herkes uzun vadede mutsuz olmuştur. çünkü kim olduğumuz neye sahip olduğumuzla değil, ne yaptığımızla ilgilidir.

alışveriş bağımlısı insanlar, içlerindeki boşluğu eşyalarla doldurabileceğini zannediyor –çünkü reklamlar! reklamların çoğu, bize aslında ihtiyacımız olmayan şeyleri satın aldırıyor. ve bunu iyi beceriyorlar, çünkü bize mutluluk vadediyorlar!

yüzler hep gülüyor reklamlarda. bize, “mutlu olmak istiyorsan mutlaka bu çikolatayı yemeli ve bu koltukta oturmalısın!” diyorlar. aldığın son model telefonun kısa bir süre sonra yenisi çıkıyor. “artık eskidi o, bir de bunu al!” diyorlar sana.

ya da ‘moda’ dediğimiz şey nedir allah aşkına? insanlar eskiden bir sıcak, bir de soğuk havaya göre giyinirdi, şimdi ise yılda tam 52 sezona göre kıyafetler üretilip pazarlanıyor. seni bir hafta sonra trend dışı kalmış gibi hissettiriyorlar ki gidip hemen yeni bir şey alasın.

yani durum şu: ne kadar çok ve hızlı alışveriş yaparsak, onlar için o kadar karlıyız. oysa eşyaların kullanılamaz olduğu için değil de, artık sosyal açıdan bir değeri kalmadığı için çöpe atılması tam bir saçmalık! böyle mi olacak? ruhumuzdaki boşluğu böyle mi dolduracağız gerçekten?

bu akılsızca tüketim sadece bize değil, doğaya da zarar veriyor. sürdürebilir enerji kaynaklarını geliştireceğimize, ne bileyim mesela daha fazla güneş ya da rüzgâr enerjisi kullanacağımıza daha fazla çöp üretiyoruz. oysa platon, “önemli olan en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.” demişti.

"less is more" diye bir tabir var. bunu türkçe’ye az, çoktan iyidir ya da az ama öz diye çevirebiliriz. işte minimalizmin kaynağı tam da burada yatar. mesela benim için miktar değil, işlev önemlidir. giymekten keyif almayacağım onlarca ceket yerine 1-2 tane güzel ceketimin olması kâfi. akıllı ama eski model bir cep telefonuna sahibim ve bu bana yetiyor. elbette yaşamak için para kazanmam gerekiyor ama ihtiyacım olandan daha fazlasına, en fazlasına sahip olmak için kendimi yiyip bitirmiyorum ya da ünlü olmak, instagram’a koyacağım bir fotoğrafın on binlerce beğeni almasını sağlamak gibi kaygılarım yok, çünkü biliyorum ki hayatımın anlamını ve amacını bu boktan şeyler veremez bana.

evet, insan doğası gereği hırslıdır –ve bu iyidir de, çünkü bazen bu hırs tutar bizi hayatta. ancak hırsımızı ve tutkularımızı, kendimizi ve çevremizi daha iyi bir hale getirmek için kullanmalıyız. işte minimalizmin özeti budur.
kitap reyonunda dolaşırken ilgimi çeken kitap adı. yaşam tarzımın aslında bir adı ve teorisi varmış da haberim yokmuş. adını da koymuş olduk. kısacası sadelik diyebilirim. yani sade, basit ve kaliteli bir yaşantınız varsa, az ve özle yetinmeyi seviyorsanız kendinize minimalist diyebilirsiniz.
(bkz: minimalizm önemli şeylere dair bir belgesel)
Sadeliği ve nesnelliği ön plana çıkaran akımdır.

minimalist bir yaşam dilerim. Olabildiği kadar. Hadi bay.
Abla sen minimalizmi cok yanlis anlamissin..
birkaç haftadır elimden geldiğince yapmaya çalıştığım ve benim gibi biri için büyük oranda başarı göstermiş akım. "kilo alırsam giyerim", "zayıflarsam giyerim" dediğim ne kadar pijamadan tut taytlara kadar, hatta "bunun rengi çok güzel giymesem de alayım çok beğendim" dediğim çoraplara kadar ne varsa temizledim.
ne saçma bir insanmışım lan demekten kendimi alamıyorum. resmen dolabım üçte bir oranında gitti. ama aynısını kitaplığımda yapamıyorum, yavaştan beş altı tanesini hediye ederek başladım ama devamı nasıl gelecek bakalım...
öğrenci olduğum dönemde not almak için kullandığım teksir kağıt desteleri bile duruyor ve kullanılmayan bir sürü poşet dosya, telli dosya filan. çıldırdım... ofise getirip dağıttığım bir sürü kalem çeşidinin ise haddi hesabı yok. odama sığmadığım için yakınan ben, şimdi odama baktıkça rahatlamaya başladım bile.

he bunu insan ilişkileri yönü ise karmaşık. bunu biraz abarttım sanırım, çünkü etrafta kimse ile konuşmuyorum neredeyse. bunu bir gözden geçirmem gerek.

eşyaların enerjisi olduğuna inanan biriydim zaten, şimdi hepten kafayı yedim. allah affetsin.
kahrolsundur. evet.
Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Less is more.
Yaklaşık dört senedir hayatımda olan sayılı - izmlerden.

Önce basit şeylerden başlamıştım. Masam, çekmecelerim, aksesuarlar, dijital dünyama da el attım, telefondaki lüzumsuz her şey, artık görüşülmeyen numaralar, lüzumsuz sosyal medya hesapları, mailbox, laptoptaki gereksiz tüm dosyalar vs.

Sonra kıyafetlerim; benim gibi minimal yaşamaya gönül vermiş arkadaşlarla takas ekonomisi yaptık. Üzerinden bir yıl geçmiş ve giyilmemiş tüm kıyafetlerimizi topladık, lazım olanları değiştik, kalanları mülteci kampına gönderdik.

Eşyaların yükünden kurtulduktan sonra hayatımdaki lüzumsuz insanlardan da kurtulmak istedim. işte bu noktada biraz bocaladım, iki ileri bir geri derken şu an ideal olduğunu düşündüğüm sayıya düştü.

O zamandan beri satın almanın verdiği geçici mutluluk beni cezbetmiyor. Hatta eşyalar azaldıkça, birileriyle paylaştıkça asıl mutluluğu keşfediyor insan. eşyalardan, eşyaların getireceğine inandığı mutluluk ve statüden, sosyal medyadan, köleliğe benzeyen birtakım alışkanlıklardan soyutlanmadan kendini tanıma imkanı bulunamıyormuş onu anladım.

Çok uzattım, minimal yaşayın, yaşattırın. Az çoktan çoktur.
1. bugün yapabileceğiniz şeyi yarına bırakmayın.
2. kendi yapabileceğiniz şey için başkasını yormayın
3. para elinize geçmeden harcamayın
4. bir şey sadece ucuz olduğu için almayın, o zaman sizin için hiç bir zaman değeri olmayacaktır.
5. gurur hepimize açlık, susuzluk ve soğuktan fazlasına mal olur.
6. az yediğinize asla pişman olmayın.
7. hevesle yaptığımız hiçbir şey sıkıcı değildir.
8. gerçekleşmemiş kötü olayların sizi üzmesine izin vermeyin.
9. olaylara her zaman iyi yönünden bakın.
(bkz: minnoşluk)

bir de böyle bakın..
''Az, çoktan fazladır.'' diyen akım. Yaklaşık bir senedir hayatımın her alanına yaymaya çalışıyorum. Kıyafetler, eşyalar, kitaplar, insanlar, sosyal medya sayfalarım... insan, yaşı ilerledikçe kalabalıklardan kaçıyor sanırım. bende de öyle oldu. yavaş yavaş, sindire sindire azalttım her şeyi ve bu şekilde yaşamanın ne kadar huzurlu olduğunu fark ettim.

Minimalizm özellikle sanatta ve müzikte 1960’lı yıllardan başlayıp günümüze kadar ulaşan ve son dönemlerde oldukça popüler olmuş bir akım. Şu an günümüze baktığımızda minimalizm, sosyal medyada sıkça rastladığımız, insanların yaşam alanı olarak sadeleşmesi üzerine benimsediği bir akım halini aldı. minimalizm sayesinde insanların aşırı tüketimi engellemeye yönelik çalışmalar yapması umut verici. azalmak, azaldıkça ferahlamak insana kendini müthiş iyi hissettiriyor. Minimalizm ve sadeleşme üzerine okuduğum ve ilham aldığım bu yazıyı sizinle de paylaşmak istiyorum; Umuyorum, pek çok insan minimalizmin özünü kavrar ve kendine yük ettiği çoğu şeyden kurtulur.
iğrenç bir sistem. Mini pizza, mini burger, mini döner. Frodo muyum amk?
son günlerde farkına vardığım uygulamaya çalıştığımdır.Elimde param olsa dahi en iyi markayı değil en uygununa bakıyorum,en iyi bilgisayarı değil benim için yeterli en uygun bilgisayara bakıyorum.Size de tavsiye ederim elinizde iphone olmasa da olur veya polo tshirtünüz olmasa da olur markalara yatırım yapmayın,markalara yatırım yapmak sadece sizin egonuzu tatmin eder ve gerçek dışı tüketmenin mutluluğunu verir.
herşey sade .kafam rahat.bu düzen değişecek.bir elbiseyi. bir sene giyeceğim artık.:))
minimalizm terimi ilk kez 1961’de düşünür richard wolheim tarafından içerik olarak en aza indirgenmiş sanat anlamında kullanılmıştır.
1960’lı yıllarda newyork’ta boyasal soyut dışavurumculuk’a karşı gelişmiş, kurumları ve ideolojileriyle desteklenmiş, terminolojide bazen abc sanatı, bazen soğuk sanat (cool art), birincil kurgular (prımary structures), bazen süreç sanatı (art ın process) olarak isimlendirilmiş, abd’de pop sanat’ın popüler günlerini yaşadığı bir dönemde görsel sanatların bir kitle kültürü olarak başka bir yüzü, bir dönemi, bir akımı olarak ortaya çıkmıştır. başlangıçta üç boyutlu çalışmalar ve heykeller için kullanılan terim, 1960’lardan başlayarak amerika’da yaygınlaşan sanat anlayışı kapsamındaki resim sanatını da tanımlamaktadır.
sanata ve özellikle de edebiyata yakışmayandır.

bir dil daima zengin kalmalıdır fikrimce. duygu ve düşünceler ifade gücünü ancak zengin bir dilin coşkulu ifade gücünden alır. örneğin kadim dillerde, bizlerin anlamını tarif etmekte epeyce zorlandığımız pek çok duygu ve düşüncenin ifade edildiği sözcük vardır. felsefeyi bir kavram üretme sanatı olarak düşünürsek; zengin bir dil, bir toplumun felsefe üretebilmesinde olmazsa olmaz bir zorunluluktur.

ve yine son olarak şiire yapılan en büyük haksızlıktır fikrimce...
sayesinde paintte resim yapan ilkokul çocuklarının resimleri gibi resim gördüğümüz akım. ayrıca figürsüz sanata çok katkıda bulunuştur. hani bugün görüp abi bu ne yaa beyaz bir resim var çerçevenin içine almışlar, bunu ben de yaparım. ha işte tam o bunun ürünü oluyor.
Yalcin ergir'in Basit yaşayacaksın siirini animsatir.

Basit yaşayacaksın. Basit.
Mesela susayınca su içecek kadar basit...
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazin;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi...

Sevince lafı dolandırmadan soylediğin
'seni seviyorum' gibi.

Basit bir öpücük yetecek sana...
Basit, sıcak bir öpücük; ve o opücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını, öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

Kabak çekirdeği verecek sana rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak en değerli kağıdın -hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.

iki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman, ve yola çıkman arasında geçen süre;
Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve  yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.

Beklentilerin de basit olacak:  Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını; ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz aşk romanını.

Pankreasının sağlığına dua edeceksin
kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın nasıl oturacağını bilemediğin sofrada, parmakların en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık
denklemleri.
iskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir 'fa diyez'in mutluluğunu.

Makyajı ilk 'a' sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.
'Bilmiyorum' diyebileceksin bilmediğinde ve cok normal olacak 'onu da' bilemeyişin.

Tek dereden su getirmen yetecek, bir 'istemiyorum' diyebilmeye, ne durduğu farketmeyecek abanın altında.
Saatin, sadece saati gosterecek, telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
Küçük bir not defteri olacak 'bilgini' en hızlı 'sayan'.

Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit...
tam bir "refah" akımıdır.

bende zenginliği ve modern elitliği çağırıştırmaktadır aşırı derecede. refah olmadan olmaz bu akım. nerede eski politik ve sosyolojik sanat akımları değil mi? *
bu akımın müzikleri çok hojdur bu arada:
https://www.youtube.com/watch?v=hEK1zSTKBJg
https://www.youtube.com/watch?v=0Bvm9yG4cvs