bugün

prof. şerif mardin'in sosyolojik tespitlerinden birinde kullanarak hayatımıza soktuğu kavram. yeni anayasa tartışmalarında türbanlı öğrencilerin okula girmesi serbest bırakılırsa bu türbansız öğrenciler üzerinde bir baskı oluşturur, halkın bir kısmı bak bizim hatice türbanlı sen niye açık geziyorsun diye baskı yapabilir şeklinde en basit ifadeyle örneklendirilmektedir.

şimdi gelelim bu kavramın içini doldurmaya, efendim mahalle baskısı bu türban yasağı ile ilişkili olarak öylesine anlatılmaktadır ki dersiniz baskıyı sadece başörtülüler başörtüsüzlere yapıyor, işin daha da trajikomik tarafı türban yasağı kalkarsa türbansız kızlara baskı yapılır diyenler aslında türbanlı kızlara baskının en büyüğünü yaptığının ve bu baskının da devamını istediğinin farkında değil. yani barış için savaşma durumu. başörtüsüz kızlar baskı altına alınabilir, bu bir ihtimaldir, kabul ediyorum, peki çözüm olarak ne öneriyor pek aziz laiklerimiz, başörtülü kızların başlarını açmayı. oh ne güzel, çözüldü tüm sorunlar.

ben de diyorum ki mahalle baskısı x'e yapılmasın diye y'ye baskının en büyüğünü yapmak faşistlikten başka bir şey değildir. başörtüsüz kızların başörtüsü üniversitede serbest bırakılırsa baskıya maruz kalma "ihtimalinden" -bakın ihtimal bile ne derece önemli- yola çıkarak başörtülülere baskı yapmak hangi insafa sığıyor merak ediyorum. bu nedenle diyorum ki artık aklı selim olma gibi bir düşüncem yok. bu insanlar yeterince acı çekti, yeterince taviz verdi, hala samimiyetlerini ıspatlayamadılarsa yapacakları başka bir şey yok. baskı mı olacak başörtüsüzlere, kendi özgürlüğü için başörtülülere baskıya göz yuman adamları düşünemeyeceğim, varsın olsun, sağ-sol çatışması mı olacak, buyursun, korku üzerinden siyaset yapanlar, korkular üzerinden insanları baskı altına alanlara, mahalle baskısı kavramını bile hep kendine yontanlara karşı hodri meydan, ben de mahalle kabadayısıyım o zaman.

kendi özgürlüğü için başkasına baskı yapmanın adıdır mahalle baskısı ve bunu yıllardır muhalefetteki azınlığın çoğunluğa yaptığı da çok açıktır.

ne diyor şair, baskın basanındır.

(bkz: baskın oran)
(bkz: şerif mardin)
(bkz: patates baskısı)
"kapıda aşk yapma, aşkın gözü kördür ama komşularınki asla... " sözünü anlatır.
Şerif Mardin'in akıllara bir soru daha bahşeden açılamasında kullandığı kavramdır. Görüşleriyle toplumsal olguları farklı değerlendiren Şerif Mardin, bu kez cumhuriyetçi kesimin kaygılarını dillendirir gibi konuşmuştur. Şerif Mardin de diyorsa üzerinde düşünmek gerekir tabi. Çoğunluk hak elde edince uygar bir yaşamın ilkelerini kavramamışsa, Şerif hocanın dediği gibi mahalli bir baskı unsuru olabilir elbette. Bu, rejimin uğrayacağı muhtemel değişiklikten beslenir aslında. Tek başına bir baskı aracı olması biraz güç. Ayrıca türban konusu üniversiteler ve kamusal alan için geçerlidir. Şerif Mardin'in mahalle baskısı ifadesi toplumsal yaşamın her alanını kapsayacak şekildeki baskıyı belirtiyor sanırım. Bu nedenle aynı çerçevede değerlendirmek hatalı olur. Dikkatli okumak gerekir.
önce buyurun: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=233465
sonra yine buyurun: http://www.hurriyet.com.t....asp?gid=180&sz=38119
türkiye malezya olmaz, iran olmaz ahanda böyle olur
(bkz: http://www.hurriyet.com.t....asp?gid=180&sz=84283)
mahalle baskısı korkaklığın dik alasıdır. baskıyı yapan daha çok korkuyordur. çünkü baskı yaptığı kişilerin çoğalıp kendisini bastırması ihtimali her daim mevcuttur. rahatı, kendine kurduğu küçük iğrenç dünyası bozulacak diye korkar. kokuşmuşluğun göstergesidir. bir de gelişemeyecek olmanın...
TAYYiP Bey'e toz kondurmaya yürekleri el vermeyen meslektaşlara bakıyorum da "Ama'lara başladılar.

Hep böyle olur, iktidarlar gerçek yüzlerini gösterince işler değişir.

Neyse, sonradan AKP'li olan meslektaşların bir bölümü Tayyip Bey'in kendine özgü demokratlığını ufak ufak çözüyorlar.

Dönüşüm yalnız medyada da değil, iş çevrelerinde de var.

Çoğu AKP'ye oy vermiş olsalar da şimdi hepsi bir tedirginlik içinde.

Sanırım laik demokratik cumhuriyet için beliren tehlikenin kokusunu aldılar.

Bugünü yaratan, demokrasiyi yobazların elinde oyuncak haline getiren çapsız politikacılardır.

Ülke bugün onların oy uğruna irticai kesimlere verdikleri ödünlerin faturasını ödüyor.

Ankara'da, tedirginlik var. Özellikle de AKP'li çevre gereksiz bir "darbe" endişesi içinde.

AKP ve yandaşları endişeleneceklerine askeri kışlasında tutmanın iktidarın görevi olduğu öğrensinler.

iktidarlar irticaya prim vermez, rejimle oynamaz, ülkeyi doğru dürüst yönetirse kimse darbe marbe yapamaz.

Bunun da ilacı demokrasidir.

Ama AKP'nin yürüttüğü "hülle demokrasisi" değil.

Demokratlığa oynayıp, ülkenin başına islam şalını geçirmeye kalkmak ise hiç değil.

Şu güzelim kutsal ramazanda yaşadıklarımıza bakın.

Her yerde yobazlıklarla, dayatmalarla karşılaşıyoruz.

Devlet kurumlarında insanlara oruç ve namaz baskısı yapılıyor.

Yurdun her yerinde sosyal yaşama müdahaleler var.

Lüks lokantalar bile iftar menüleri düzenliyor, içki servisi yapmıyor.

ibadetler, iftarlar çadır ve sokak şovlarına dönüştürülüyor.

* * *

Önceki gün bir meslektaş başından geçen olayı anlattı.

Kadıköy'den simit evinden simit alıp paketletmiş. Sonra otobüs durağına geçmiş.

Beklerken dayanamayıp paketi açmış ve bir lokma simidi koparıp ağzına atmış.

Lokmasını çiğnerken bir halk otobüsü gelmiş, bizim arkadaş da atlamış.

Bilet almak için para uzatmış, sakallı biletçi ters ters bakmış:

"Sen oruç yiyorsun... in aşağı... Burası Müslüman otobüsü."

Bizim arkadaş haklı olarak diklenmiş:

"Sen beni nasıl indirirsin otobüsten. Sana ne benim oruç yiyip yemediğimden."

Otobüstekilerin bazısı "Aşağı in" demiş. Bazısı da "Burası iran mı? Ne karışıyorsunuz" diye tepki göstermiş.

Tartışma büyümüş. Şoför otobüsü kenara çekip arkadaştan aşağı inmesini, aksi takdirde otobüsü hareket ettirmeyeceğini söylemiş.

Tartışma itiş kakışa dönmüş.

Sonunda arkadaşı tutanlar baskın çıkmış, şoför çaresiz hareket etmiş.

Hikáyenin sonunu arkadaştan dinleyelim:

"Neyse Zeynepkamil'e geldik, ben indim. Bir de elimi cebime attım ki itiş kakış sırasında bizim telefon gitmiş. Yapacak bir şey yok. Otobüsün arkasından baktım, Allahınızdan bulun dedim."
http://www.hurriyet.com.t...9&gid=61&sz=17421
ülkeyi tehdit eden en büyük iki unsurdan biri. diğeri de medya baskısı. efendim sizlere sormak istiyorum acaba şu son bir aydan önce peş peşe 10 a yakın ünlü simanın başını kapatarak magazin basınına poz verdiğine şahit oldunuz mu? eskiden bir bülent ersoy vardı böyle bir garip olan *, şimdi herkes kapatıp poz veriyor erkek sanatçılar da poz veremediğinden demeç veriyor. yani yavşaklık olsun diye istesek götünü verecek bu insanlar başını kapatıp poz veriyor. işte size güzel bir baskı -ne baskısı derseniz diyin- örneği medyatik kişiler üzerlerindeki baskıyı topluma artırarak yansıtıyorlar efendim.
turkiye'de, baskalarinin bireysel hareketlerine hosgoru gostermeme sonucu ortaya cikmis kavramdir. hatta kavramdan ote, hayatin gercegidir. sadece turkiye'ye de has degildir ve her yerde olabilir. onemli olan kanunlarin, baski yapanlari cezalandirabilmesidir.

bu baski genellikle dini yasam konusunda tekrar etmektedir. oruc tutmadigi icin dayak yiyen insanlar ile sokakta kafasindan basortusu cekilen kizlar bilir asil eziyetini.

son tahlilde, ertugrul ozkok liderliginde hurriyet araciligiyla gaza getirme calismalari surmekte, turbanin ustumuze ustumuze gelecegi asilanmaktadir. tabi insanlar da birbirini ocu gibi gorerek kavgayi goze almaktadir.

http://www.sabah.com.tr/h...410CA6B7CA2DB9EE97F5.html

guzel bir laf vardi, "turkun turk'ten baska dostu yoktur. onun dostlugu da olmaz olsun!"
"Gizli iktidar"ın egemenliğini yitirdiğini algılamaya başlayan seçkinci sınıfın -devletin milleti ile barışma adımlarına fena halde bozuk çalmasıdır!
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin şişkinliğinin hala atılamadığını gösteren abuk tartışma.Çok gaz yaptı bazılarında nisan 2007'den beri devam eden süreç.Taha KIvanç'ın güzel bir tanımlamayla "kaybedilen davaların adamı" olarak tanımladığı Ertuğrul Özkök,Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmaması ve sandıktan CHP'nin çıkması için az ter dökmedi.Ama amiral gemisi karaya oturdu 22 Temmuz'da.Kaptan köşkü'nden "göbeğini kaşıyan" "bidon kafalılar" olduğunu göremeyen,"uzayda yaşayanlardan" ,memleketi artık oradan idare edemeyeceğini görmesi beklenirdi.Ama heyhat!Gittikçe şirazeden çıktı Hürriyet onun elinde.Abdullah Gül'e
"Şövalye ol" dedi,olmadı;"Jest yap" dedi,olmadı;aba altından postal gösterdi olmadı.Her olmayışında biraz daha akıl şirazesinden çıktı Hürriyet ve Özkök.Birkaç aydır "sizin mahalle"," bizim mahalle" deyip duruyordu.Meğerse " mahalle baskısı" kavramına zemin hazırlamakmış gaye.Hafızası 20 günlük bir millet olduğumuz da gözönüne alırsak,daha düne kadar iran'dan korkardık,Malezya da nerden çıktı diyemedik elbette.( (bkz: Bir iran korkusu vardı ne oldu ona!).iran'dan ekmek çıkmadı,sür eşeğini Kuala Lumpur'a.Laf aramızda kişi başı milli geliri 13.000 dolar olan,bilişim ve elektronikte devlerden biri olan Malezya olabilsek keşke.Ama olsun,bizde laiklik karın doyurur.Ekmeğimiz olmasın varsın.içkimizi içebilelim boğaz kıyısında;sigaramızı oruç tutanların suratlarına üfleyebilelim;zinamızı yapalım Ali Kırca usulü ve "laik omerta" olsun,Gamze Özçelik,Gülben Ergen'leri lime lime ederken ekranlarda Ali Kırca'yı gizleyelim.Günah işleme özgürlüğümüz olsun da varsın memleket açlıktan ölsün."Mahalle"lerinde huzur içinde olsun Özkök'ler.Kimsenin birşey dediği ve diyeceği yok.Kişi dünyaya kendi penceresinden bakarmış.Bugüne kadar üniversite kapısındaki başörtülü kızlara yapmadığını bırakmayanlar,korkmakta haksız da sayılmazlar.Aman bunlar,başları örtülü okula girerlerse,bize de ikna odaları kurarlar mı diye.Ama bilmedikleri dinin ta kendisi.Dinin evrensel mesajınının,sevgi ve hoşgörü olduğunu.Bilmedikleri,Mekke'nin fethinde Mekke'ye,mübarek sakalları bineğinin sırtına değecek kadar başı eğik ve gözyaşları içinde giren,"Bugün kimseye kınama yoktur" diyen bir
şefkat peygamberinin ümmeti olduğumuz.Bilmedikleri,kaç yüzyıldır bu topraklarda hoşgörünün
egemen olduğu.Bilmedikleri,hiçbir mahallede,başı açıkla başı örtülü arasında,dindarla olmayan arasında sorun olmadığı.Hayatları plazalardan,köşk ve yalılardan ibaret olanlar nerden bilecekler ki.Sosyolog olsalar bile.Aynı Hürriyet ve Ertuğrul Özkök,şunu "mahallesinin baskısından" yazamaz ama: http://www.sabah.com.tr/2...410CA6B7CA2DB9EE97F5.html
Küçük şehirleri görmemiş olanların zorlukla anlayabileceği bir baskıdır. Şehre dışardan geldiğiniz zaman insanlar sizi sever. Kılık kıyafetiniz pek de problem olmaz. Lakin ne zaman bir şehrin bireyi olursunuz, size olan bakışlar da değişir. Bilmem kimin kızı eve geç saatte geldiyse kesin orospudur. Bir diğer bilmem kimin oğlu ile yan yana göründüyse kesin zina yapıyorlardır. Araba ya da dolmuşta bir kız ve erkeğin yanyana oturması feci durumlara yol açar. işte bu yaşanmış, görülmüş örnekler yüzünden mahalle baskısının ortaya çıkaracağı durumdan korkuyorum.

Diğer bir taraftan Mahalle baskısı adı verilen şey toplumda bir iki yüzlülük doğuruyor. Ortama uyup orucunu tuttuktan sonra gizliden gizliye pavyonlara gidenler, şehirde türbanla gezerken tatilde başını açıp bikini giyenler hep bu baskının yarattığı iki yüzlülüğün örneği. Kendi gibi olamamanın sancıları.
bir süreli yayının yerel baskısı olması kuvvetle muhtemel tipi.
doğrusu çevre baskısıdır. yeni bir kavram değildir. çok çok eskiden beri varlığını sürdürür. pek çok insan farkında olmadan bu baskı altında yaşar. giyimini, kuşamını konuşmasını, saç şeklini, hareketlerini bu baskının yoğunluğuna göre belirler. böyle bir şey yoktur diyen insan sadece kendini kandırır.
(bkz: can cekisiyolar)
iş kişi iradesine bakıyor baskısı. sen güçlüysen ne derlerse desinler. hade hade hade diyerek, fatih ürekin şarkısıyla cevaplanabilicek durum. kendisini sevmiyorum. ama bu şarkı anlam kazandı şimdi şu an gözümde...
-türkiye malezya olurmu abi
+ya bırak ben olmuşum malezya...
zamanında çalınan minarelere sonradan uydurulan kılıftır.

"siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz."*
"yahu millet istedikten sonra tabi ki elden gidecek."*
mahalle derken kastedilen babıali olsa gerek.
türkiye'nin gerçek gündemini değiştirmenin, korku terörünün yeni malzemesi.
yine bir gündem konusu...

prof. dr. bilmem kime soruluyor...

efendim kapalı kızlar ve acık kızlar aynı üniversitede olursa neler olur. kapalı insan acık insana bir baskı oluşturur mu? senin başın acık diye dışlama meydana gelir mi?

sevgili prof cevap veriyor; evet boyle bir durum olacaktır.

ulan götünden akıllılar. daha yapılmamış bir şey için yorum yapıyorsunuz da uyguladığınız işlere hiç mi bakmıyorsunuz. kapalı kıza üniversiteye almıyosun. hemde üniversite sınavı birincisi olsa bile. baskı değilmidir lan bu. dışlama değil midir lan bu?
Şerif Mardin tarafından yeni bir olguymuşçasına ortaya atılan, memleketin tek problemi buymuş gibi gösterilmeye çalışılan, içini boşaltılmış, halkı oyalamak için ortaya atılmış, ezelden beri var olan toplumsal baskı olgusunun yerel bazda olanıdır.
her zaman belirtilen yönde olmayandır.
kimilerine göre ne yazık ki tehlike olan bir sendromdur. işin tehlike boyutuna nasıl geldiği ise alev alatlı tarafından defalarca okunası bir yazı ile kaleme alınmıştır.

--spoiler--
Evet, bir zamanlar, yarım asır kadar önce bir zamanlar, eteği açılan yeni yetme kızları "adam gibi otur, başımızı derde sokma!" diye uyaran abiler vardı.

Yaşlı teyzelerin, "oğlum, bana bir ekmek alıver" diyerekten bakkala gönderiverdikleri, yaşlı amcalar yanlarından geçip giderlerken sigaralarını saklayan, yabancı konuklara gidecekleri adrese kadar refakat etmeyi görev sayan abiler. Hırsızların peşinden seyirten, komşularına sahip çıkan abiler. Kolluk kuvvetlerinin "polis amca", izne çıkan erlerin "asker abi" oldukları zamanlar. Okula yayan yürünen zamanlar. Hocaların vurdukları yerde güllerin bittikleri zamanlar. Bayram hediyesinin mendil olduğu, oyuncaksız zamanlar. "Deli saraylı" Fitnat Hanım'ın son deliliğinin, imamın oğlunun haylazlığının dile düştüğü zamanlar. Kapı komşu Rum, Yahudi ya da Ermeni ailesiyle keyifsiz olmayan bir tecessüsle ilişki kurulduğu zamanlar. Kapı komşu subay ailesinin tayininin çıkmasının sohbet malzemesi olduğu zamanlar. Hanımlardan "hanım," beylerden "beyefendi" gibi davranmalarının istendiği zamanlar. "Hanım"sız, "bey"siz, "hanımefendi"siz, "abi"siz, "amca"sız, "yenge"siz, "efendim"siz konuşulmadığı zamanlar. "Arz ederim"in, "estağfurullah"sız bırakılmadığı zamanlar. Büyükler konuşurlarken çocukların susmaları beklenen zamanlar. "Arsız" çocukların kulaklarının çekilmesinde sakınca görülmeyen zamanlar. Tek çocukta kalmanın yanlış olduğuna inanılan zamanlar. Çocuksuzluğun acıma uyandırdığı zamanlar Büyüklerin çocuklarınkinden ayrı bir yaşamları olduğunun teslim edildiği zamanlar. Çocukların her yerde görülmedikleri zamanlar.

Terk ettiğimiz o güzel hasletler

Küfrün yüz kızarttığı zamanlar. Latifeye latif gerektiğinin düşünüldüğü, küfrün mizahtan sayılmadığı zamanlar. El yazısının inciliğinin, doğru noktalamanın prim yaptığı zamanlar. Öğretmenlerin ellerinin öpüldüğü zamanlar. Her onbeşlikten üçünün "şiir" yazdığı; Yahya Kemal'in, Nazım Hikmet'in dizelerinin ezbere bilindiği zamanlar. Tek radyonun uzun dalga "Ankara" radyosu, "tek" gazetenin "Cumhuriyet" olduğu zamanlar. Yurtdışını hariciyecilerden başka kimsenin görmediği zamanlar. Yabancı dil bilenin parmakla gösterildiği zamanlar. Kambiyo, kur, enflasyon gibi kelimelerin evlerden uzak durdukları zamanlar.

Erkeğin evin mutlak reisi olduğu zamanlar. Aile içi kavgaların, karakola taşınmadığı zamanlar. Babanın ailesini tek başına geçindirmesinin beklendiği zamanlar. Askerlik, şoförlük, polislik, profesyonel sporculuk gibi mesleklerin erkeklere özgü oldukları zamanlar. Annenin tüm mesaisini ailesine adamasının beklendiği zamanlar. Ev işlerinin sadece kadınların sorumluluğunda olduğu zamanlar. Kadınların kocalarından "beyim" diye bahsettikleri zamanlar. Sokak giysilerinin evde, ev giysilerinin sokakta giyilmediği zamanlar. Erkeklerde uzun saçın kuşku uyandırdığı, eşcinsellerden hazedilmediği zamanlar. Erkeklerin öğle yemeklerini evlerinde yedikleri zamanlar. Yemeklerin ailecek yendiği zamanlar. Çayın yanında ev kurabiyesi değilse, kenarları tırıklı pötibör bisküvisinin çıkarıldığı zamanlar. Şarap ve rakı şişelerinin mahalle bakkalının raflarında toz bağladığı, evde bulunması muhtemel tek alkollü içkinin "bayram likörü" olduğu zamanlar.

Bir yastıkta kocamanın kural olduğu, boşanmanın kuşku uyandırdığı zamanlar. Nikâh memurlarının "..hastalıkta, sağlıkta... " şeklindeki kilise nikâhı formülüne öykünmedikleri zamanlar. Evlilik dışı birlikteliklerin "günah" sayıldığı zamanlar. Evlilik dışı "birliktelik" yaşayanların toplumdışı edildikleri zamanlar. Evlilik dışı çocukların kabul görmedikleri zamanlar. Beyaz gelinliğin bakirelere özgü olduğu zamanlar. Evlenme cüzdanı göstermeksizin otellerde aynı odanın paylaşılamadığı zamanlar. "Sevgili" kelimesinin aziz tutulduğu zamanlar. Metres hayatı yaşamanın aşağılık sayıldığı zamanlar. Anne-babaların çocuklarının "arkadaşları" değil, "ebeveynleri" oldukları zamanlar. Genç kızların geceleri sokakta bir başına gezmedikleri zamanlar. Kızların "sevgili"lerinin varlığının duyulmazdan geldiği zamanlar.

Hamileliğin mahremiyetten sayıldığı zamanlar. Herkesin önünde emzirmenin yakışıksız olduğu zamanlar. Kamuya ait alanlarda ve medyada çıplaklığın ayıp sayıldığı zamanlar. Saçların, beyazları kapatmak için sadece kendi rengine boyandığı zamanlar. Giysilerin yazısız, markaların giysilerin içinde saklı olduğu zamanlar. iç çamaşırlarının gözlerden uzakta kurutulduğu zamanlar. Kadın pedlerinin, prezervatiflerin açıkta satılmadığı zamanlar. Kadınların ortalık yerde göbek atmadıkları zamanlar. Kadınların sevdikleri şarkıcıları oturdukları yerden dinledikleri zamanlar. Sahneye fırlamanın, şarkıcıyı öpmeye kalkışmanın düşünülemez olduğu zamanlar. "Hayat kadınları"nın saçlarının oksijen sarısından tanındığı, örtülü türlerine rastlanmadığı zamanlar. Büyüklere ve yabancılara "siz" diye hitap edildiği zamanlar. Sunucuların birbirlerini ilk isimleriyle çağırmadıkları, işyerlerinde "hanım, bey ya da efendim" sözcüklerinin yasaklanmadığı zamanlar. Pazarcı teyzelerin el örgüsü yeleklerinin altından üzerinde "I'm a sex machine" gibisinden bildiriler yazılı tişörtlerin sırıtmadığı zamanlar. Politikacıların saç ektirmedikleri, miyop gözlerini çizdirmedikleri, imaj-yapımcısı türünden mesleklerin olmadıkları zamanlar. "Üzüm üzüme bakarak kararır", "kızını dövmeyen dizini döver", "işten artmaz dişten artar" türünden atasözleriyle eğitildiğimiz zamanlar. "Haram, helâl ver Allah'ım, çoluk çocuk yer Allah'ım"ın yakarışının "tövbe, estağfirullah"la püskürtüldüğü zamanlar. Sokakta yemek yemenin günah sayıldığı zamanlar. Komşulardan nezaket beklendiği, "ev alma komşu al" düsturunun şiar olduğu zamanlar. "Ekonomik suç" kavramının bilinmediği, istifçiliğin, tefeciliğin, kazıkçılığın yüz kızarttığı zamanlar. Eve sarı zarf getiren postacıdan utanıldığı zamanlar...

1950'lerden itibaren terk etmeye koyulduğumuz yaşam biçimimizden şöyle bir toplarladığım enstantaneler bunlar; kentleşme hızıyla doğru orantılı olarak geride bıraktığımız yaşam biçimimizden. Aklıma düşmeyen kim bilir daha neler, neler vardır. Evet, doğru, toplam nüfusunun sadece % 21,3'ünün kentlerde yaşadığı 1950'lerde bireyler birbirlerine göre mesafe alır, mahalle abileri-aile büyükleri-öğretmen üçgeninin sözünden çıkmak yürek isterdi. Buna, başörtülü ya da başörtüsüz, giyim şekli dahil. Etek boylarının, yaka oyuklarının, kumaşların, pantolonların, hatta renklerin kabul edilebilirliklerinin bu sacayağı tarafından "kararlaştırıldığını" biliyorum.

Mahalle baskısı saçmalığı

Ne ki, kent nüfusunun % 29,7'ye yükseldiği '60'lara gelindiğinde, abilerin; % 38,4'i bulduğu '70'lerde öğretmenlerin; '80'lerden itibaren de aile büyüklerinin otoriteleri, kendilerinden daha büyük bir otoritenin, "küresel yaşam biçimi"nin karşısında duraksayıp, sendelemelerine tanık olduk. Küresel yaşam biçimi, önce mahalleyi dağıttı. Rahmetli Menderes'le tatbikata konulan çağdaş şehircilik anlayışı, başta Fatih ilçesinde olmak üzere, istanbul'un mahalle iklimini yok etti. Bunu diğer kentlerimizdeki istimlaklar izledi. "Plaza"ların, "tower"ların, "MyCity"lerin, "Arkeon"ların, "Pelican Hill"lerin "mahalle" yerine geçtiği toplaşmalarda, esas olan mahalle kültürü değil, yüksek duvarlarla korunan ayrıcalıklı yaşam biçimleridir. Bu bağlamda, Fatih ilçesindeki filânca marketin içki reyonunu Ramazan günü örtü altında saklamış olması, ilçede mahalle baskısını etkin kılan "homojen" yapılanmanın varlığına değil, satıcının nezaketine değilse, ticari kaygılarına işaret eder. Geçen gün oruçlu Başbakan'dan içki ruhsatı almak için yardım isteyen dükkân sahibinin sergilediği umursamazlık, dilerseniz medeni cesaret, keza.

"Mahalle baskısı" olması için, "mahalle"nin olması gerekir. Nitekim, şehirleşme oranın 1990'da % 59,2'yi, 2000'de % 64,7'yi, 2005'te % 67,3'ü bulurken, küresel baskı daha da güçlendi, mahalle abilerinin yerini pop yıldızları, öğretmenlerin yerini sütun yazarları, aile büyüklerinin yerini başarılı işadamları aldı. Televizyonu, sineması, interneti, you-tube'u, i-podu, sporu, müziği, magazini, estetiği, yemeği ile takviyeli gelen küresel baskı, kentlerde, dar alanlarda, dipdibe yaşayan insanlar arasında daha hızlı ve kolay yayılırdı. Öyle, oldu. Neticeyi kelam, mahalle baskısı deveyse, çağdaş Batı'nın yaşam biçiminin baskısı, gerek nitelik, gerekse nicelik açısından fildir. Birleşmiş Milletler'in kentleşme tahminleri (2015'te % 71,9; 2030'da % 77,7) doğru çıkarsa, "çağdaş seçkinler"imiz nezdinde daha şimdiden "tek ölçü" olmak yolundaki estetik kıstaslar, beğeniler ve davranış biçimlerinin, kendilerini "evlerinde" hissedecekleri düzeylere varacak şekilde yayılması beklenmelidir. Sabretme sırası, onlardadır.
--spoiler--

ALEV ALATLI
*
26 Eylül 2007, Çarşamba
kendi dahil tüm toplumun beynini sulandırmak isteyenlerin gerçekleştirdiği eylemdir. yeni birşey değildir. ancak iktidardan alınan güç ile şiddeti artmaktadır. kabak gibi de ortadadır zaten. inkar etmenin manası yoktur.
bu baskıyı uygulayanların ve destekleyenlerin , desteklemek amacıyla yok saymaya kalkanların asıl demek istedikleri ;

'ben türbanı destekliyorum , bütün kadınlar da taksın istiyorum.' cümlesi ile özetlenebilir.

bu ülke , bu ulusdevlet çok zor kuruldu. uğruna çok kan döküldü. sizler şimdi yüzyıllar öncesine götürmeye çalışıyorsunuz. iran ve malezya dahil, birçok ülke türkiye cumhuriyeti'ne gıpta ile bakarken..
aklım almıyor bir insan vatanına bu kötülüğü nasıl yapabilir?