bugün

anıtı vardır edirnenin karaağaç semtindedir. inanmayanlar gidip bakabilirler
kaderimizi belirlemiştir. inönü tarafından büyük işler başarılmıştır, Ata'mız yanılmamıştır. Misak-ı Millî'den de aşırı taviz verilmemiştir.
Bu antlaşma; Türkiye Cumhuriyeti'nin "siyasi kurucu"antlaşmasıdır.Altını çiziyorum "kurucu belgesi değildir"!!!.Lakin burda da bu yüzden çeşitli hainlik sıfatlarıyla suçlanabilme ihtimalini göz önüne alarak bunu belirtmek isterim.
Bu antlaşmayla birlikte Türkiye'nin dönem dış politikası "çok taraflı ,realist,aktif bir dış politika"olarak nitelenebilmektedir.
Antlaşma yapıldığı tarihten itibaren ,günümüze kadar hala lozan dengelerini bozmak amacıyla ,antlaşmanın direk ve dolaylı muhattap devlet ve aktörleri tarafından bozulmak,delinmek ve değiştirilmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır ve kalacağı benzemektedir.
Lozan'a temellik teşkil eden belge ise,ayı zamanda dönemim dış poltikasına rehberlik eden "misak-ı millidir".
Bu dönemde ise misak-ı milli'nin delindiği tek nokta ingilizlerle muhattap olunan Musul sorunudur.
Kişisel bir not olarak söylemek isterim ki; Konuyla ilgilenen arkadaşlara ufak bir tavsiyem,Baskın Oran'ın "Türk Dış Politikası"kitabın da ki Lozan ant. bölümünü hap gibi ezberlemek yerine kendi mantık süzgeçlerinden geçirerek yorumlamalarıdır.Lakin "Türkiye Cumhuriyetini kuranların kemiklerini sızlatmakla"suçlanabilme ihtimalleri yok değildir...
Olmaz olmaz demeyin,olmaz olmaz..
18 ocak 1927 tarihinde a.b.d senatosunda antlaşmanın tanınıp tanınmayacağına dair bir oylama yapılmıştır. oylama sonucunda çıkan karar olumsuz yönde olduğu gibi günümüzde de geçerliliğini sürdürmektedir.
milletin kanıyla kazanılan zaferin pek büyük hissesini düşmana iade eden antlaşma(!).
hükümleri yerine getirilmeyen antlaşmadır, kimse sesini çıkarmaz orası ayrı.

yunan tarafı türk sınırına yakın adaları silahsızlandırmayı kabul etmesine rağmen bugün bu kurala uymamaktadır.

türk tarafı türk kimliğine sahip azınlıkların dilediği zaman vakıf kurabilme hakkını dondurmuş durumda. cumhuriyet sonrası türkiyede kurulan azınlık vakfı bir elin parmaklarını geçmezken var olan yüzlercesinin üzerine devlet veya üçüncü şahıslar tarafından konulmuştur.
anlaşmanın tam metnine şu adresten ulaşılabilir : http://www.ttk.org.tr/ind...php?Page=Sayfa&No=121
39. maddesi şu şekilde olan antlaşmadır: "Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır."

Şu şekilde de 39. maddesine uyulmadığı anlaşılan antlaşmadır: http://www.8sutun.com/node/53932

(Burada örnekler çoğaltılabilinir herkesin malumu olduğu üzere).

Bu da Lozan'a nasıl uyulmadığına dair müessesenin ufak bir ikramıdır: http://www.savaskarsitlar...ID=5&ArsivAnaID=27612
türkiye cumhuriyeti'nin varlığını sembolize eden, abd'nin hala imzalamadığı antlaşma. fakat süper bi müttefikiz kendileriyle.

edit:bu entrynin neden kötülendiğini biri açıklayabilir mi?
bugün 85. yıldönümü olan antlaşmadır.
atatürk' ü sevmeyip humeyni' yi sevenlerin, türkler' in zamanında ingiliz mandası olmasını hayal edenlerin hiç sevmediği bir anlaşmadır..
Garbın Şark önünde eğilmesi hiçbir zaman bu kadar aşağıca olmamıştır.
musul ve kerkük ü kimseye bırakmamış, bu konu daha sonra görüşülsün. demiş antlaşmadır.
ama allah şükür ki musul ve kerkük ü direk türkiye ye bırakmayarak daha sonra da kaybetmemize vesile olmuştur bu anlaşma. güneydoğuya para akıttığımız yetmiyormuş gibi şimdi bide musulla kerkükle uğraşacaktık. zaten bize bırakmaz petrol için çoktan işgal ederlerdi.

ha ayrıca musul ve kerkük hiç bir zaman türk toprağı olmamıştır. türkmenler buraya iran üzerinden gelerek 11. ve 12. yy larda yerleşmiştir. daha sonra osmanlı burayı fetetmiş ancak müslüman kürtlerin varlığından dolayı balkanlarda yaptığı gibi anadoludan türk getirerek burayı iskana açmamıştır. o sebeple sadece bir kaç yüzyıl idaremiz altında kalan kürt ağırlıklı bu bölgeden kurtulmak aslında iyi bir durum. çünkü petrol para kadar savaş da getiriyor.
itilaf devletleri'nin sadece musul ve kerkük'ü alarak istediklerini yaptırdıkları anlaşma olmuştur. yoksa izmir, istanbul, kapütilasyonlar falan bunları hiç istememişlerdir. çok da sallamadıklarından acıyıp bize bırakmışlardır buraları. zaten bunlar hiç gündeme gelmemiştir görüşmeler sırasında. tüm görüşmeler ismet paşa nın "abi allah rızası için musul ve kerkük ü bize verin" diye yalvarması ve onların da "yürü lan eheheh" demesinden ibarettir.ah bu resmi tarih lozan anlaşmasını ülkenin 4 te 3 ünü kurtarıp sadece musul ve kerkükü kaybettiğimiz bir anlaşma olarak gösteriyor. eeeööö bu arada arkadaşlarımız uyardı zaten öyleymiş o.neyse ama resmi tarih kesin yalan söylüyor ama ben bulucam onu şimdi.
Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası alanda meşruiyetini kazandığı antlaşmadır.

Bugün okuduğum bir köşe yazısında Lozan'ın tarihi bir başarı değil, başarısızlık olduğu vurgulanmaktaydı. Kanıt olarak da bilindik şeyler vardı aslında: Batı Trakya'nın, Musul'un, Batum'un, Oniki adaların, Kıbrıs'ın falan alınamaması ve patrikhanenin yurtdışına çıkarılamaması vb.

Öncelikle uluslararası siyasette bir kural vardır; o da şudur ki, hiç bir zaman masadan istediklerinizin tümüyle kalkamaz ve mutlak surette taviz vermek zorunda kalırsınız. Muhatabınız da, sizin ki en uç taleplerle masaya oturur ve karşılıklı ödünlerle bir uzlaşma noktası ararsınız. Bu diplomasi alanında yazılı olmayan bir kural maiyetindedir.

Böyle bir giriş yaptıktan sonra, bahsi geçen toprakların durumlarını inceleyelim:

Batı Trakya, Oniki Adalar, Kıbrıs: Bu toprakların Lozan'da terkedildiğini iddia etmek pek mantıklı değildir. Çünkü: Batı Trakya Balkan Savaşlarından sonra Yunanistan'a verilmişti*, Oniki Adalar ise, Trablusgarp Harbi'nin ardından italyan işgaline uğramış ve de jure olarak her ne kadar Osmanlı toprağıysa da, de facto olarak bir italyan toprağıydı. Kıbrıs da her ne kadar Devlet-i Ali tarafından, Osmanlı coğrafyasında addedilse de, adanın yönetimi 1878 yılında ingilizlere verilmişti. Yani görüldüğü gibi bu üç toprak da, Türkiye Cumhuriyeti'nin muhatabı olan bir savaşın konusu değildir ve çok daha önceleri Osmanlı topraklarından ayrılmıştır. Yani, Türkiye'nin bu topraklarda hak iddia etmesi zaten abestir, Türk tarafının buralarda hak iddia etmesininse, politika gereği, bir yıpranma payı olarak, planlara dahil edildiğini düşünüyorum.

Musul ve Kerkük: Türk tarafının temel savı, 30 Ekim Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Türk kontrolünde olan toprakların kendisine verilmesiydi ki, Musul da antlaşmadan sonra, ingiltere tarafından antlaşmanın yedinci maddeye dayanılarak işgal edilmişti. Yani, Musul'un statüsü, Urfa'nın, Antep'in konumundan pek de farklı değildi. Ancak, bu bölgeyi diğer bölgelerden ayıran önemli bir unsur vardı: Petrol Türk tarafı, her ne kadar Musul üzerinde diretse ve Musul ile kapitülasyonlar meseleleri nedeniyle antlaşma masasını terk bile etse, yeni kurulmuş bir devletin, ingiltere gibi o devrin cihanşümül imparatorluğu karşısında pek de fazla pazarlık payı olamayacağını pekala kabul etmeliyiz. Nitekim, bu konu Lozan'da çözülememiş ve taraflararasında ikili müzakelere bırakılmıştır.

Batum: Batum, Kurtuluş Savaşı devam ederken, SSCB'ye kabul edilebilir nedenlerden ötürü terk edilmiştir. Batum, Karadeniz'e açılan önemli bir liman kentiydi ve Ankara da, SSCB'den gelecek yardımlara karşılık olarak zorunluluktan ötürü, bu toprağı SSCB'ye terk etmek zorunda kalmıştır.

Patrikhane: Fener Rum Patrikliği'nin Türkiye dışına çıkarılması da önemli bir tartışma konusu olmuş fakat Türkiye bunu kabul ettirememiştir. Fakat, Patrikliğin ekümenliklik statüsü alınmıştır.

Evet, Türkiye genele bakıldığında istediklerinin tamamını elde edemediği için başarısızlıkla yaftalanabilir. Ancak, Kurtuluş Mücadelesi'nin* sadece düzenli Yunan birliklerine karşı verildiği düşünüldüğünde, Türkiye'nin ingiltere ve Fransa'yı direk muhatap alacak bir savaştan da çekinmesini ve birtakım tavizlerde bulunmasının hoşgörülebileceği inancını taşımaktayım. Neticede, Türkiye antlaşmadan alabildiğini almış ve yeni rejim ve devlet uluslararası alanda kabul ettirilmiştir.
Türk devletinin kapitülasyonlardan kurtulmasını sağlayan antlaşma.
abd'nin imza koyup koymamasının zerre kadar sikimde olmadığı antlaşmadır. Lozan barış antlaşması bir kanun antlaşmadır ve imza koymayan bir devletin, "ben bu devleti tanımam bik bik" diye ötme hakkı yoktur.
anlaşma konusunda bir çok iddia vardır. sebebine gelince 1924 anayasası ile türkiye cumhuriyeti resmi dini islam iken, atatürk hilafete ve dine sahip çıkarken ve tek değiştirilemez madde cumhuriyet iken bu anlasmadan bir sene sonra hızla (yine 1924'ün sonlarında) dinden uzaklaşma başlar. bütün inkılaplar paldır küldür yerleştirilir. türlü ayak oyunlarıyla ve takriri sükun ile karşı çıkanlar yargılanıp öldürülür. o güne kadar demokrasinin olduğu türkiye cumhuriyeti diktatör bir devlet olmaya gider.

musul kerkük meselesine gelince tarihimiz musul yakınlarda ingilizlerle savaşıp kazandığımızı yazmaz. oysa ki kurtuluş savaşının en önemli savaşlarındandır. kurtuluş savaşında ingilizlerle karşılıklı savaştığımız tek savaşı ve kazandığımızı neden kimse bilmez? musul meselesinde neden sonra anlaşılmak üzere karar verilir?

lozan görüşmeleri sürerken musul'da kazanan ordumuzun beklemesi istenir. oraya gönderilmek için büyük taarruza bile katılmayıp bekleyen doğu ordumuzun uzun süre gitmesine izin verilmez. hatta atatürk büyük taarruza katılması için emir verdiği halde genelkurmay başkanı fevzi çakmak meclis kararı olmadığı için bu orduyu musul'a göndermek üzere bekletir. çok kızan atatürk fevzi çakmak'a "softa sen ne bilirsin askerliği" diye sert çıkar. burdan anlayacağınız atatürk başkomutan olsa dahi meclis ondan yetkilidir. lozan görüşmelerinin uzun sürmesi üzerine meclis sonunda bu orduyu musul'a destek için göndermeye karar verir. yola çıktıktan sadece bir gün sonra amerika'nın lozan'da boğazların türklere bırakılamayacak derecede önemli olduğu ve gerekirse boğazları işgal edebileceğini söylemesi bahanesiyle yola çıkan ordu geri çağrılıp boğazlara sevkedilir. musul'da kalan ordu ise gelmeyen destek ve cephanesizlik ile gittikçe gücünü kaybeder. destek veren kürt aşiretleri bu güç kaybından ve türkiye'den yardım gelmemesinden dolayı canını kurtarmak için ingiliz tarafına geçmeye başlar. (burda taraf değiştiren kürt aşiretlerini eleştirmek yerine yaşamaya çalışmalarını haklı görürüm.)musul yakınındaki ordumuzun etrafı sarılır ve türkiye ile bağlantısı tamamen kesilir. sağ kalabilenler iran'a sığınıp ordan türkiye'ye geçerler. bu arada lozan anlaşması yapılır.

lozandan hemen sonra yıldırım hızıyla inkılaplar yapılır, ordular dağıtılır. inkılaplara karşı çıkan ayaklanmalarla uğraşan, askerlerini dağıtmış bir türkiye'ye de kimse musul ve kerkük bölgesini yedirmez.

vicdanı olan, aklı başında olan insan lozan'da neyi nasıl kaybettiğimizi anlasın. tabi ki osmanlı ve sünni düşmanı 20 milyon insanımız için bu konular önemsiz ve devrimler onlar için büyük kazanım olabilir. benim bildiğim dinsizleştirme çabasının çok ani şekilde gelip ülkede bulunan kurtuluş savaşının birlik rüzgarını zayıflatmasıdır.
önemli olan bir konu vardır. ne ismet inönü ne mustafa kemal doğu topraklarımız için bir gram destek vermediler. enver paşa'nın genişleme politikasına karşın osmanlı'nın kurtuluşu için yayılan osmanlı halkının türk tebaasının milliyetçilik ekseninde anadolu'da toplanma teorisine destek verdiler.

o zamanki meclis görüşmeleri açıklansın da musul kerkük'ü nasıl kaybettiğimiz ve kimler hazır bekletilen orduyu bir seneden fazla musul'a göndermedi anlaşılsın.
ülke yararına olup olmadığı, kazanımlarımızın yetersiz olduğu, ''yine masada kaybettik'' tartışmalarından ziyade son dönemde, komşu ülkelerin antlaşmayı sürekli ihlal ettiği -ki bu konu da demode oldu- , yapılan anlamsız özelleştirmeler, peşkeş çekilircesine göz göre göre fiyatının çok altında verilen ihaleler vs. gibi olaylarla hükümetin de lozan'ı ihlal edip etmediği tartışmaları ile sorgulanan antlaşmadır. lozan antlaşması yerel midir, evrensel midir? yerel bir antlaşma ise sürekli ihlal edilmesi yüzünden mi tartışmalar yerel düzeyde seyretmektedir, makro ekonomi içerisinde lozan antlaşması, yapılan ekonomik hamlelere sürekli sekte vuran, hükümetin önüne engel çıkaran ve dikkate alınmayıp, ülke gündemine de girmemesi sağlanan bir ayak bağı mıdır?
sevr ile ilgili olarak ;

#6029504
yeni bir devletin kurulmasını sağlayan ama o devletin güvenliğini hiçe sayan, bu yüzden kronik dış sorunlara neden olan ve pek de başarı sayılmaması gereken antlaşma. Şöyle ki, türkiyenin şu anda kıbrıs dışında nefes alabileceği bir bölge yoktur.
türkiye'nin maddelerini çiğnediği antlaşma.

--spoiler--
madde 41, fıkra 2 ve 3
müslüman olmayan azınlıklara mensup türk uyrukların önemli bir oranda bulundukları il ve ilçielerde söz konusu azınlıklar, devlet bütçesi, belediye bütçesi yada öteki bütçelerce eğitim, din yada hayır ilerine genel gelirlerden sağlanabilinecek paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe uygun ölçülerde katılacaklardır. bu paralar, ilgili kurumların yetkili temsilcilerine teslim edilecektir.
--spoiler--
1. dünya savaşından bu yana hala ayakta kalan tek antlaşmadır.sırf bu bilgi bile ne kadar aklıselim hazırlanmış ve taleplerde mantıklı davranılmış bir antlaşma olduğunu göstermektedir.
bugün yaşanan kürt sorunu, ırakın kuzeyinde yaşanan bağımsızlık mücadelesi, ermeni sorunu, yunanistanla yaşanan güvenlik sorunları düşünüldüğünde, kıbrıs dışında türkiyeye nefes alma imkanı taşımadığı hesaba katıldığında pek de başarılı olduğu iddia edilemeyecek barış antlaşması.
ama hangi atatürk adlı kitaptan :

telgraf iletişimindeki sorunlar konferans boyunca devam etti. bazen ankara, bazen ismet paşa gönderilen telgrafın ulaşmasını günlerce beklediler. bazen teknik sorunlar yüzünden telgrafların şifreleri çözülemedi, " tekrar gönder " diye yazışmalar yapıldı. bu sırada ingilizler " üç gün içinde cevabınızı bekliyoruz " gibi tavırlarla türk heyetini sıkıştırıyordu.
çünkü ingiliz istihbaratı, telgraf hatlarına girerek lozan'la ankara arasındaki haberleşmeyi öğreniyor, şifreleri çözüyor, curzon'a ve horace rumbold'a bildiriyordu ! lozan'ın ikinci döneminde curzon'un yerine ingiliz başdelegesi olan horace lumbord, ingiliz istihbaratının sağladığı bu bilgilerin paha biçilemez değerde olduğunu belirtir. rumbold'a göre, bu istihbari bilgiler sayesinde lozan'daki ingiliz heyeti, karşısındakinin elini okuyabilen bir briç oyuncusunun konumunu kazanmıştı !

darkness nights'ın notu : lozan'dan ankara'ya iki tane telgraf hattı var : biri fransızların işlettiği romanya üzerinden geçen köstence hattı'dır. diğeri, akdeniz üzerinden ankara'ya ulaşan, ingilizlerin işlettiği doğu (eastern) hattı'ydı. önce doğu hattı kullanıldı, sonra teknik arızalar yüzünden köstence hattı kullanıldı. fakat fransız hattının diğerinden 10 saat geç ulaşması ve kelime başına ingilizlerden daha fazla para istemeleri sebebiyle tekrar doğu hattı'na dönüldü.(bu bilgiler kitapta yazıyor.)
sayfa 357.
güncel Önemli Başlıklar