bugün

arkadaşım bunu okuduktan sonra bir daha asla eskisi gibi olamamasının nedeni olan kitap. o neşeli, pozitif, amaçları olan insan gitti; negatif, amaçsız, depresif, sıkkın, her şeyi sorgulayan insan geldi yerine. bu sebeten ki alıp okumakla okumamak arasında tereddüt ediyorum. ne zaman 'alt tarafı roman ne olabilir ki en fazla' dediğimde 'alt tarafı bir roman değil işte. varoluşu sorgulayan kutsal kitap bu.' türevi cevaplar aldım. bir gün okuyacağım ama ne zaman bilmiyorum.
tanım yapılmadığı ''içinmiş'' entrymi silen modlara teşekkürlerimi sunuyorum.

kinyas'ın türkiye'ye döndükten sonra geçmişleri için kayra'yı suçlamasına sinirlendiğim ''romandır''. kendisi sütten çıkan ak kaşıkmış gibi kayra'yı günah keçisi yapması kabul edilir şey değil. ne olursa olsun ben kayra'yı merak ediyorum hala. o kendisini kapattığı odadan kendisini çekip kurtarmak istiyorum 'her şey var' diyerek.
Bu sitede dolanırken tesadüfen denk gelerek varlığından haberdar olduğum ve ilk sayfadaki aforizmaları beğenip aldığım bu kitap, belki de ergenlik dönemimde okuduğumdandır bilmiyorum, beni derinden etkileyen tek kitaptır diyebilirim, bu kitaptan sonra belki 100 tane kitap okumuşumdur ama bu durum değişmedi. Hiçbir kitap bana hiçliği, anlamsızlığı, boşluğu bu kadar derinden hissettiremedi. Hiçbiri. Hala da sanırım izlerini taşıyorum bu kitabın.
iki adet orospu çocuğunu* konu alan roman. sonraları durumlar değişiyor tabii ama spoiler vermeyelim şimdi. neyse, ne diyorduk? evet, bunlar öyle orospu çocukları ki bazen sövüyorsunuz, bazen acıyorsunuz, bazen seviyorsunuz. öyle garip bir şey işte.

mutlaka okunması gereken bir kitap.

ayrıca kayra'nın amına koyayım kinyas'a bir şey olmasın.
küçükken okunan kitapların insanları daha çok etkilediğine inanan biriyim. gerçekten de öyle .

bu kitabı 13-14 yaşlarımda okumuştum. ergenliğin en koyu zamanları. odadan çıkmıyor sürekli bu kitabı okuyordum. okula falan götürüyorum, millete hava falan atıyorum sorana sen ne anlarsın ki gibilerinden depresif laflar çakıyorum. bir süre böyle yaşadım bu kitap yüzünden.

ama güzel kitap yine ve hatta beğenerek okurum aradan geçen yıllara karşı..

kitap hakkında diyebileceğim tek şey küçüklere okutmayınız.
romani okuyunca kinyas ve kayra karakterlerinin aslinda tek vucut oldugu cikarimini yaptim kendimce. soyle ki hayatina devam edip turkiyeye donen kinyas gercek olan, hayati bos bulup olen ise karakterin hayalini gosteriyor. hintlilere selam edip karakter icinde karakter.
Yarın başlayacağım hayırlısıyla.

Popüler bir kitap.
Yok be gercekten abartiliyor icimi bayan kitap.
tam bir ergen kitabı. adeta kendi 15 yaşımdaki bunalımlarımı buldum kitapta. ruhumu teslim edecektim 20 sayfa okuyana kadar. o kadar bunalım istesem gider ergenlikte yazdığım şeyleri okur kendi ergen dünyama bir bakış atarım hiç değilse. hayır onları bile okuyamıyorum afakanlar basıyor, sırf popüler diye okuyacak değilim bu kitabı. aman aman.
ergen kitabı diyenlere, beni bayıyor diyenlere, ben de 15 yaşımda bunları yazıyordum diyenlere koca bir hassiktir çektirme isteği uyandıran, muhteşem bir kitap. siz 15 yaşınızda cinsel organlarınızın işemek dışında başka işlere de yaradığını yeni yeni öğrenirken, bakın bakalım hangi cümleler, düşünceler yazılmış bu kitaba;

- ''platon’un mağara istiaresi’ne karşılık, ben de kuyu istiaresi’ni yazdım. doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlattım. ancak ellerini ağızlarına sokup, parmaklarını ısırıp hiçbir şeye tutunmamaya kararlı olanları da anlattım. ve sordum, tanrı’nın yukarıda mı yoksa aşağıda mı olduğunu. eskiden poker oynardım. şimdi de, tanrı'nın aşağıda, kuyunun dibinde olduğuna oynuyorum. hayatım masada, birkaç kırmızı oyun fişiyle.''

aklınca eleştiriyor bi de koduklarım. tey allam.
Gerizekalılar demek istiyorum.
Bu kitap popülerse oturup ahmet batman okuyun.
"Ve nefesimi tuttum. En derine, en dibe inebilmek için. Bıraktım kendimi hayat okyanusuna. Beni dibe çeken zihnimin ağırlığıydı.Ve dibe daha çok vardı. Ama gidiyordum. Yavaş yavaş. Dünya yuvarlak. Hayat da öyle. En derini aynı zamanda da en yükseğidir hayatın. Nereden baktığına bağlı. Nerede doğduğuna. doğduğun yerden ne kadar uzaklaştığına bağlı. Elindeki şişede ne kadar hayat kaldığına bağlı..."

Kinyas ve Kayra

Ne güzel kitaptır. Hani 15-16 yaşlarında anlaşılmamışlığın ve yalnızlığın hissiyle, içinize attığınız, kimseyle paylaşmadığınız, paylaşsanız da anlayacaklarını düşünmediğiniz, öfkeniz sadece çevrenize değil bütün dünyayayken, hani Kayra gibi dünyanın dibine batıp kendimizi beynimize gömmek istediğimiz zamanlar var ya... Cümlelerimizin karşılığıydı cümleleri. Ölüme götürürken böylesi hayata döndüren kaç kitap vardır ki?

"Topraktan nefret ediyorum. attığım her adımda bugüne kadar içine gömülmüş ve karışmış milyarlarca yaratığı düşünüyorum. ölümün üstünde yürümeyi sevmiyorum. ve dünya aklıma sadece bunu getiriyor, içine gömdüğü milyarlarca ölüyle. birinin burnu, diğerinin ayakları. bunların üzerine basarak gidiyor milyarlarca insan işine, okuluna. hepimizin bastığı yerde bir ceset var. hepimizin altında bir ölü var. insanlık gömdüğü yakınlarının üzerinde yürüyor. insanlık ölümün üstünde duruyor. koşuyor, spor yapıyor."
O kadar depresif havası var ki kitabın ; en mutlu anında okusan mutluluktan eser kalmayıp insanı tuhaf triplere sokan kitap.
Kinyas ve Kayra' yı okurken satırlarını yaklaşık 531 metrelik koşu pistinde ki atlayış engellerine benzettim. Maraton bir yarıştasın ve parkur anladıkça daha da yoruluyorsun ama bırakmıyorsun/ bırakamıyorsun. Engelleri atladıkça yani satırları geçtikçe kafan daha ağır gelmeye başlıyor. Kitabı öneren arkadaşım beni okutacağım zamanı iyi seçmem konusunda uyarmıştı. Ama bunu yapması merakımı daha çok tetiklediği için ajandamın ilk maddesine ekledim bu kitabı. Şuan da başımın içi oldukça karanlık ama bir o kadar net.

Ha birde eflâ var siyah, iri gözlü. Kinyas gerçek bir duyguya en çok bu karakter için yaklaşıyor. Eflâ' ya onu sevemiyeceğini ama dudağından bir kere öpmesine karşılık arabasını vermesini teklif ediyor.

Beni korkutan eflâ karakterinin gerçek olmaması ve asla onun gözünden kinyas' a bakamicak olmam. Eflây' ı dinlemek vardı uzuncasına neden kinyas' ın ellerini bıraktığını. Bu arada eflâ' nın kinyas' ın teklifine verdiği cevap " bir içki ısmarlarsan daha iyi olur!" dur.
50inci sayfalarında olduğum ve okurken yorulmaya başladığım kitaptır.
Karışık anlamlı cümleleri, insanı adeta farklı düşünmeye zorlayan değişik fikirleriyle acayip bir kitap.
rodos doğumlu hakan günday romanı. yeni geçti elime. farazi V kayra'nın üç kitap ve naralar adlı parçasında da bahsediliyor. ikilinin ilham aldığı kitaplardan. şarkı burada:

https://www.youtube.com/watch?v=pk73kTCATZs
Okudugumda bana çok farklı hisler yaşattığı için mutlu olduğum lakin yazarı hakan günday ın ruh sağlığı için endişelendiğim roman. bir solukta okunabilir insanın ruh dünyasının, vicdanının, aklının ve ufkunun sınırlarını zorlar. ama söylemem gerekir ki Herkesin kaldırabileceği bir kitap değildir.
okunduğu vakit insanın bilinç altında güçlü bir etki bırakan günümüz popüler hakan günday romanı.

özellikle kayra karakteri oldukça etkileyicidir.
içi boş kendi boş populer kültür kitabı. bu kitabı okuyanlarla mümkünse hayatımın hiçbir bölümünde karşılaşmak istemem.
Sonu çok uzatılmış bir romandır.
Sözlük yazarları sayesinde okumuş kadar olduğum roman.
Valla yetersiz. Çoook çok yetersiz. Ya da benim çıtam çok yukarda. Bi ihsan oktay anar a bakıyorum bi hakan gündaya. Abi rezillik ya. Facebook sözü olmayacak şeyleri edebiyat gibi yazmış AMK. Piç gene güzel kitaptı sonu bok gibi olsa da. Sarmıştı. Bu tam rezalet.
Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. Sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş. Medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandisit ameliyatımın izi. Ve sırtımı kaplayan, Tann’nın yüzü. Bilmiyorum… Hızlı yaşadım. Ama genç ölmekten çok, hızlı yaşlandım ! Ancak hayattayım.

Kayra, bir gün bana, “Mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun” demişti. “Ve en büyük acının kendininkinin olduğunu düşünüyorsun. Dünyadan haber olmayan bütün geri zekâlılar gibi. Ölmesine çeyrek kalmış, herkesi yaşadığına pişman etmeye çalışan, sağlıklı oldukları için suçluluk duymalarını isteyen hastalıklı, yaşlı bir kadın gibisin.”

O an çok sinirlenmiştim. Ama haklıydı. Ben hiçbir şey yapmıyordum. Hiçbir şey yapmayan adam bendim! Herkesin koştuğu saatlerde ben saniyeleri sayıyordum. Ne yaparsam yapayım, hiçbir işe yaramayacaktı çünkü.
“Yarar yok bu dünyada ! Ölüm varsa yarar yok ! Ölüm bütün sihri bozar. Kurtardığın hayatlar da ölür. Aldığın Nobeller de paslanır. Doğduğun evler de yıkılır. Bin yıl yaşa, görürsün !” dedim kendime…

Ve beklemeye başladım. Yıllardır yaptığım tek iş zaman öldürmek. Dişçinin bekleme odasındaki dergileri okumaktan farkı yok aslında yolculuklarımın, hayallerimin, cinayetlerimin. Her saniye lehime işliyor. işte tek işbirlikçim! Zaman. Onun dışında kimse yardım etmiyor bana. Dünya durursa ölürüm! Bir gün o kadar sıkılıyordum ki bir köpek düzdüm diyen eski bir dostum gibi, oynadığım oyun zamanla.

Bir insanın beklerken yapabileceklerinin sınırı yoktur. Bazıları devlet başkanı, bazıları sihirbaz, bazıları da deli olur sıkıntıdan. Bense en üstün yaratık olduğumu kanıtlamak için kendime, hiçbir şey yapmadan bekliyorum.
(bkz: yeraltı ergenlerinin kutsal kitabı)