bugün

Otör Kuram ve Ken Loach Filmleri ile ilgili hazırladığım final ödevim. ileride dua almak için yatırım *

Otör Kuram

Otör kelimesinin ingilizce karşılığı ‘’author’’ Türkçe karşılığı ise ‘’Yazar’’dır. ilk kez 1954 yılında François Truffaut tarafından ‘’Une Certaine Tendance du Cinéma Français’’ başlıklı makalede geçmiştir. Otör kavramı Fransız Yeni Dalga sinemacılarının öne sürdüğü bir bakış açısıdır. Bu kuramda filmi yöneten kişi o filmin sahibidir. Yönetmenin hiç izlemediğimiz bir filmi olmasına rağmen bu filmler öyle izler barındırır ki yönetmenin kim olduğunu bilmemize gerek kalmadan, ipuçları ve ambians sayesinde kimin olduğunu anlarız. Otör kuramda yönetmenin bir dili vardır, nasıl kitap yazarken yazarların bir üslubu bir tekniği ve bakış açısı varsa filmdeki karşılığı otörlüktür. Otör yönetmenler genellikle filmin bütün alanlarında yer alır, hem teknik hem de anlatımsal açıdan yetkin kişilerdir. Bakış açıları diğer yönetmenlerden farklı, sadece filmi kendi istediği gibi yansıtmayı hedefleyen yönetmenlerdir. Otör kuramın ortaya çıkmasında; Jean-Luc Godard, François Truffaut, Claude Chabrol, Jacques Rivette ve Eric Rohmer gibi yönetmenler yer almıştır. Bu isimler ilerleyen dönemde Fransız Yeni Dalga Sineması’nın en önemli temsilcileri olmuştur.

Ken Loach ve Otör Kuram

Gerçek adı Kenneth Loach olan, 1936 doğumlu televizyon ve sinema filmi yönetmenidir. Üniversiteyi Oxford’da Hukuk bölümünde bitiren Loach, üniversite yıllarında aktörlüğe ilgi duydu ve tiyatro oyunculuğu yaparak sanat hayatına başladı. ilerleyen zamanda BBC’de televizyon programı yönetmenliği yapmaya başladı. Bu süreçte bir çok film çekti. Yaptığı işlerde işçi sınıfını, taşeron çalışma biçimininin yanlışlığı gibi konuları işledi. Emperyalist karşıtlığını birçok filmde gösteren Ken Loach olumsuz tepkilere rağmen filmlerine kendi imzasını atmaya başlamıştı. 80 yıllık hayatına 30 film ve 20’den fazla TV programı sığdırdı. Bu filmlerde genellikle sıradan insanları oynattı, realizmin etkilerini göreceğimiz filmlerinde genellikle mavi tonlarını ağırlıklı olarak kullandı. Loş bir hava içerisinde çektiği bu filmlerde sosyal konulara belli metaforlar kullanarak dikkat çekti.
Filme başlamadan önce bir metafor bulup, konuyu onun üzerine yıkıp asıl konuyu alt metinle yavaş yavaş verirken bir anda kendinizi bir kaosun içerisinde buluyorsunuz. Bu kaos belli bir hıza ulaştıktan sonra tekrar yavaşlıyor her şey normale döndü derken bir anda tekrar olayların içerisinde buluyorsunuz. Genellikle bir amaç uğrunda bir şeyleri başarmayı hedefleyen insanlar üzerinden filmini kuran Loach, aslında illegal olan şeylerin kime göre illegal olduğunu çok sık sorgulamış. Örneğin; The Angel’s Share filminde Robbie’nin hırsızlık yaparak hayatını düzene sokması ve bunu 1 milyon Sterlin’den daha pahalı bir içkiden 4 5 şişe çalarak yapması gerçekten çok manidar. Kimi için lüks olan konular ve ciddi paralar yatırılan, aslında ihtiyacı olmadığı halde milyonlarca Sterlin’ini bir fıçı viskiye veren insanlara karşı, birkaç şişesinden kazandığı parayla hayatını idame ettirebilen insanın hırsızlık yapmasının ne derece legal olduğu ve olabileceği düşünülmesi gereken bir konu. Yine aynı örneği Route Irish filminde Frankie’nin Irak’ta emperyalist güçlere karşı bir tutum sergilemesi ve bu sebeple öldürülmesini örnek verebilir.
Yani bir eşitsizlik var ve bu eşitsizliğe dikkat çekmesi gerektiğini düşünen Loach birçok filminde bu konunun üzerine gitmiş alt metininde her zaman para olan filmlerde, paranın insan hayatından önde gittiği zaman ne tür felaketlere yol açabileceği üzerine eğilmiştir. Hayatın gri tonlarını filmlerinden eksik etmemiş genellikle maviye yakın tonlarda çalışmıştır. Kamerayı olayları dışardan izleyen biri gibi kullanarak izleyicileri olayın içine dahil etmiştir. Kan ve vahşet içeren sahnelerinde ise çok fazla gerçekçi olmamış izleyenlere ‘’bu izlediğiniz sadece bir film’’ demiştir. Karakterlerinin üzerindeki umutsuzluk ifadesi en mutlu anlarında bile mevcuttur. Bu onun mutsuz insan profili hakkında izleyenlere bir ipucu, yani gerçekten mutsuz olan insanlar sadece mutluymuş gibi görünür, yaşadığı maskenin altında ayrıca sakladığı bir mutsuzluk vardır. Bu mutsuzluğun en büyük sebebi dışlanılma ve maddi sıkıntıların insanları kısıtlamasıdır. Kendi hayatındanda parçalar soktuğunu düşündüğüm filmlerde, izleyiciyi o karakter gibi hissettiren bir sohbet balonu karakterlerin üzerinde gezmektedir. izlediğimiz karakterin ne konuştuğunu duymadan bile, o karakterin jest ve mimiklerinden anlık ruh halinin ne olduğunu idrak edebiliyoruz.
Genellikle standart çatışmaları içeren filmlerinde bunu bir metafor üzerinden iç içe geçmiş bir biçimde vermesi farkını ortaya koyuyor. Örümcek ağı gibi bağlantısı olan karakterlerin, en merkezdeki karaktere bir şekilde bağlanması ve bunun kısa bir süre içeresinde gerçekleşmesi yönetmenin senaryoyu güçlü bir şekilde nasıl ekrana yansıttığını gözler önüne seriyor. Ayrıca tek bir karakteri merkez alsa da yardımcı oyuncularda başrol kadar güçlü. Hepsine eşit bir muamele ve rol veriyor. Bu da onun sosyalist kimliğinin izlerinden biri olsa gerek. Prodüksiyon ve kostüm konusunda da oldukça başarılı işlere imza atmış. Tarihi filmlerinde kullandığı kostümler, dönemin ruhunu anlamamızda oldukça faydalı oluyor. Boğucu sanat filmlerine de bir tepkisi olabileceğini düşündüğüm Loach izlenilebilir sanat filmine güzel örnekler bırakmıştır.
2006 özgürlük rüzgarı ve 2016 ben, daniel blake isimli filmleri cannes ödüllü sosyalist yönetmendir. sade ve hayatın içinden filmlerinde sosyal sınıf vurgusu işçi sınıfı ve ağır bir iskoç aksanı hemen göze çarpar.

özellikle son filmi ben, daniel blake yasaların ve bürokrasinin küçük insanların hayatları üzerinde ne denli bir açmaza ne büyük sorunlara sebep olabileceğini trajik bir şekilde gözler önüne serer. enteresandır hiç ajitasyon yapmadan vermek istediği mesajı yüreğini dağlarcasına verir seyircisine. asla pes etmeyen inatçı küçük kahramanlardır onun oyuncuları.

meleklerin payı filmindeki kara mizahı takdire şayandır.
güncel Önemli Başlıklar