bugün

senaryosu david koepp tarafından yazıacak olan, serinin ilk üç filminde olduğu gibi harrison ford, steven spielberg ve george lucas efsanevi üçlüsünü yeniden birleştirecek olan, en son filminin 1989 senesinde çekilmiş olmasına bağlı olarak, serinin müptelaları, devam filmini merakla beklemektedir, ki ayrıca harrison ford'un 65'e yaklaşmış olması da, bu tür filmlerde bu yaştan sonra da nasıl performans sergileyeceğini merak konusu haline getirir...
Filmin castinde büyük ihtimalle sean connery,natalie portman ve raiders of the lost ark'daki marien ravenwoov(yanlış olabilir)u oynayan kadınında oynayacağı filmm.Büyük olasılıkla 2008'de sinemalarda...
Seride, indiana jones'un babasını canlandıran Sean Connery,
yapımcıların ricasına rağmen yeni filme katılamayacağını,
kamçılı ekiple çalışmaktan çok keyif aldığını ama
emekliliğin tadını çıkarmaya devam edeceğini açıkladı.
Projede yer alması kesin olan isimler:
Harrison Ford, John Hurt, Shia LaBeouf, Cate Blanchett ve
Ray Winstone olarak belirlendi.
Senaryosu David Koepp'e, yönetmen koltuğu Steven Spielberg'e ait
olan Indiana Jones 4'ün hazırlıkları sürüyor.
Çekimler büyük bir ihtimalle haziran sonunda başlayacak.
umarım eskilerinin tadını vermeyi başarır dediğim filmdir. efektlerle donanmış bilgisayar yapımı bir film olmasın da yine böyle bol keşifli, otantik bir film olsun diye bir istek de bulunasım geldi.

velhasıl serinin takipçilerini helecanlandıran film.
steven spielberg'ün yönetmenliğini üstlendiği, başrolünü harrison ford'un oynadığı film. 22 mayıs'ta gösterimde.

http://www.youtube.com/watch?v=cQ60n9DiAEM
gözümde bir tomb raider'dan bir national treasure'dan daha ileri gidememiş filmdir.

(bkz: hayal kırıklığı)
aksiyon filmlerini çok sevmeyen, indiana jones'u sevse de öyle aşırı ilgisi bulunmayan bendenizi kendisine hayran bırakmış, zaman zaman nefes aldırtmayı unutmuş, her sahnesi ile ayrı ayrı uğraşıldığı belli, kaliteli film.
çok mühim ekleme: aşağıda paso övgü var. ancak genel yorumlar filmin hayalkırıklığı olduğu yönünde. bunun sebebi sanırım, benim beklentisiz, insanların ise çok büyük umutlarla gitmiş olması. bu her film için aynı şekilde işliyor sanırım.

--spoiler--
bu filmde, dr. jones'un, el dorado'yu arayışına tanık oluyoruz. tabii dr. jones gene gönüllü değil buna pek ama şartlar öyle gerektiriyor. filmin ortalarına doğru oğlu olduğunu öğrendiğimiz zıpır bir genç kendisine eşlik ediyor. her haliyle babasına çekmiş kerata. film ayrıca british museum'da bulunan kristal kafatasını, el dorado öyküsü ile birleştirerek merak uyandırıcı bir senaryo doğuruyor.
aksiyon adeta bitmiyor, açılış sahnesinde senaryodan bağımsız bir yarış sahnesi ile başlayan aksiyonun dozu uzun süre düşmüyor. özellikle en eski indiana jones filminde konuşmalı sahneler bitsin artık aksiyon başlasın diye beklerdim. burada ise iki dakika durun lan nefes alayım demek geldi içimden. bilhassa, peru'da esir düştükleri zaman, oğlanın çıkarttığı kavga-bataklık-araç takip- kovalama atlama hoplama- tarzancılık- dev karıncalar- şelale şeklinde devam eden bir aksiyon serisi var ki tam anlamıyla biri bitmeden öbürü başlıyor.
bu tabii ki işin bilimsel kısmı ve diyaloglar zayıf anlamına gelmiyor. her türlü diyalog ve bilgi yeterince doyurucu.
eksi filmlere ve star wars'a yapılan tek tük göndermeler yerinde ve abartısız.
müzikler zaten klasikleşmiş ancak cafe'de çıkan kavgada arkada, elvis'ten shake rattle and roll çalması gibi ayrıntılar hoş.
evet nihayetinde belirtmeliyim ki bu defa işimiz uzaylılar veya boyutlar arası varlıklarla. ama bu kadar fantastik bir konu sırıtmıyor çünkü yaratıklar hep birer merak öğesi olarak kalıyor son sahneler dışında. orada bile net bir anlatım yok.
bununla beraber nazka düzlükleri, uzun kafalı çizimler gibi yıllardır gizemini koruyan konular, hikayeye çok güzel yedirilmiş.
sonunda çocuk şapkayı takacak ve yeni maceralar bekleyeceğiz derken jones'un şapkayı ver len dercesine kapması, klişe bir sondan kurtardı bizi.
--spoiler--

sonuçta ben 10/10, a masterpiece diyorum.
bir efsanenin harcanışıdır.

http://www.sinemaestro.co...w&id=359&Itemid=1
süleyman demirel oynasaymış da olurmuş, dedirten filimdir.
----spoiler belki---
Gayet zevkle izlenilmiş,devamı çekilesi denilen br film olmuştur. Ekşisözlükte ve kimi yerlerde devamlı samimiyetsiz vb. şeyler denilmiş ama kimin samimi olup olmadığı o kadar belli ki dönde arkanı görem demek geliyor bazen içimden.
Indy ve Marion harikaydı. Mutt hoştu. Rus Albay Irina çok iyiydi.Ama spielberg'in subjektif ulus düşmanlıkları beni baydı artık duygu sömürüsüne döndü.Gidin zevkle izleyin, beklentilerimi karşıladı, eğlendim, kafama fisherman şapkamı taktım ve raiders march'la coştum.
10 üzerinden 7.5-8.5
Her amerikan yapımı film gibi estetik-sanatsal kaygıların önüne geçmiş bir anti-sovyet tarafı olan film. Ayrıntılı bilgi için
http://www.kplo.ru
eğer bir propaganda filmi olarak değerlendirilecekse güzel bir film olmuş, tabi yerseniz. amerika'nın anti-sovyet propaganda bombardımanı halen etkisini devam ettirmekte, haliyle çocukluğumuzda ağzımız açık bir şekilde hayaller aleminde yaşayan indina jones'ta rezil bir rambo serisi haline gelmiş bulunmakta.
indiana jones'un yine her zamanki indiana jones olduğu, rambo ile alakasının bulunmadığı, her indiana jones filmi gibi zevk veren güzel, insanı doyuran bir film.

bir şey kötü yalnız filmle ilgili: bugün izlemiş filmi izlemiş olduğum bursa setbaşı prestij sinemalarında salon neredeyse bomboştu. bu kötü bir şey zira bu filmden çok şey en azından 500.000 seyirci bekliyordum, cumartesi olmasına rağmen bursa'daki bu bu durum beni karamsar düşüncelere itti.

indiana jones filmleri her zaman bir amerika övücülüğü içerir. ilk 3 filmde başrolde amerika karşısında naziler varken, bu film 1957'de geçtiğinden amerika'nın karşısında bu kez rusya var. film o akışta sürüyor.

benim oyum:8,5-9...
hacı olamamış, afedersin ama indiana bu kez çuvallamış. bilumum kitlenin anlayabileceği dilden anlatmaya çalışacağım. yani sözlük sen asla bir sinefil olamadın ve bu yazarlarla da olaman. aslında kimse senden onu da beklemiyor, sadece tarihte özel bir yeri olan bu filme olan ilgi normalin azıcık üstünde olsun, ayıptır. filmin ilk iki günü ve topu topu 20 entry bile değil... kimin eli kimin msn sinde, facebook unda oynayan yazarlarla zor amına koyayim. hayır boru da değil sonuçta indiana jones lan harrison ford diyorum bildin mi? sean connery desem? ıı ıhhh. zaten o da puştluk yapmış ayrı konu. 2 dakika gözüksen ölür müydün lan senin aktörlüğüne sokayım. neyse fazla dağılmasın konu, bu sinirim filmde özlemini çektiğimi bulamamamdan. yazıyla on sekiz yıl !!!

125 milyon dolar nerde? siz filmde 125 milyon dolarlık efekt falan gördünüz mü? hayır efektte de gözümüz yok biz gizem istiyoruz ama gizem de iyice sıçmış lan. mübarek direk x- files a bağlamış, nooluyoz dedim bi ara daha x-files 2 gelmeden gönderme mi yapmışlar kendilerince* * *...

seriye çok yabancı bir arkadaşımla gittim hatta o kadar yabancı ki; tıpkı uludağsözlük yazarları gibi. adam orospu çocuklarına girmesin diye yırtınıyorum gerçi hoş ben indiyi izlemek için çıktım o gün evden ama herifin de gönlünü almak lazım her şey sinema değil di mi?
diyorum ''olm gel bak çok bomba film! biran bile oturaman yerinde, arabadan arabaya atlayıp durursun'' soruyor bana ''adı neydi'' o gün sildim zaten, arkadaşlıktan reddettim filmin de öfkesiyle. ama adam da haklı, rezil olduk, aradığı aksiyonu bulamadı. hatta senaryo o kadar sikik işlenmişki filmin durağanlaştığı yerlerde dönüp suratıma bakıyordu imalı imalı oracıkta zikesim geldi. buradan da şöyle bir sonuç çıkıyor arkadaşını tanımak istiyorsan birlikte indiana jones izle, özür dilerim.
iyice dağıldım lan, sorumlusu spielberg. yha var yaaa ben daha fazla konuşamayacağım, gidip dvdden eski bölümleri izleyeyim belki bu fiyaskoyu unutturur.
Yönetmenliğini Steven Spielberg'in yaptığı, görüntü yönetmenliği koltuğunda daha önce War Of The Worlds, Munich, Azınlık Raporu, Saving Private Ryan gibi başka Spielberg filmlerini de yöneten Janusz Kaminski'nin oturduğu, başrollerinde daha önceki Indiana Jones serisi filmlerinde de oynayan "Kamçılı Adam" Harrison Ford ve Bob Dylan'ın hayatını anlatan I'm Not Here, Elizabeth Golden Age, Babel, Lord Of The Rings Serisi gibi filmlerde oynayan Oscar ödüllü oyuncu Cate Blanchett'in oynadığı, ayrıca bu 2 usta oyuncuya başrollerini de oynadığı Transformers ve Disturbia filmleriyle yıldızı paryalan genç aktör Shia LaBeouf'ün eşlik ettiği fantastik Indiana Jones Serisinin son filmidir.

Filmin dikkati çeken ilk tarafı serinin diğer filmlerinde de olduğu gibi bir an bile eksilmeyen, yavaşlamayan temposu oluyor. Zira değişik ve gizemli coğrafyalarda şifreler ve esrarengiz düşmanlara karşı verilen nefes nefese mücadeleler üzerine çekilen sinema filmlerinin en önemlisi olan Indiana Jones Serisi, özellikle son 10 sene içinde tekrar popüler olan bu anlayıştan hareketle çekilen National Treasure ve Da Vinci Code gibi filmlerin elinden de alıyor türün hakimiyetini. Zira Indiana Jones Kristal Kafatası Krallığı filminin izleyicilere sunduğu yüksek tempo ve müthiş görsel efektler türün diğer filmlerinin arasından kolayca sıyrılmasına yetiyor.

Bununla birlikte film; bugün bile bütün insanlığın kafasını kurcalayan uzaylıların varlığı sorunu ve uzaylıların geçmiş binyıllarda Maya Toplumunun günümüz teknolojisiyle bile anlaşılması mümkün olmayan uygarlıklarının uzaylılar tarafından mı yapıldığı sorusunun cevabını 1957 ABD - SSCB Soğuk Savaş Dönemini fon olarak kullanarak arıyor. I.J. Kristal Kafatası Krallığı, filmin ilk bölümünde Soğuk Savaş Döneminde ABD'de yaşanan komünist avının ne derece hastalıklı bir psikolojik hal aldığını da net bir şekilde gözler önüne seriyor bu fonu güzel bir şekilde kullanarak.

Oyunculuklara gelirsek; 60'ına gelmeden kafasında takkesi, elinde tesbihi ölmeyi beklemenin doğal sayıldığı toplumumuz için 66 yaşındaki Harrison Ford'un tempo ve heyecanın 1 dakika bile düşmediği böylesi bir aksiyon filminde nasıl oynayabildiği sorununun karşılığı yoktur eminim. Zira filmin başından sonuna kadar mermilerden kaçan, nehirlerden aşağı atlayan, hareketli arabaların üstünde çekirge gibi sıçrayan birisinin 66 yaşında olabileceğini düşünmek herhangi bir insan için bile fazlasıyla iddialı olacaktır. Başrolün diğer oyuncusu Cate Blanchett için böylesi güzel şeyler yazamayacağım. Filmin başından sonuna kadar o donuk ve mavi gözleriyle sert bakışlar atan, rahatsız eden Rus aksanıyla askerlerine emirler yağdıran; sert, acımasız ve gözükara komutan/bilim kadını rolünü sert bakışlar ve hindi gibi kabarıp yürüyerek oynayabileceğini sanan aktristin filmin bitmesi için dualar ettiğine yemin bile edebilirim. Bir çok ödül sahibi Cate Blanchett'in içinde sırıttığı bu aksiyon filmi bence kariyerindeki ender başarısızlıklardan biri olacaktır.

Bununla birlikte son dönemlerde sinema izleyicilerinin iyice aşina olduğu Shia Labeouf filmde aklı sürekli olarak jöleli ve şekilli saçlarında olan, bıçkın bir delikanlıyı canlandırıyor. Genç aktörün aksiyon sahnelerinde ortaya koyduğu performansı, rolü oyunculuk açısından büyük maharetler gerektirmese de onun ne kadar iyi ve gelecek vaadeden bir oyuncu olduğunu açıkça gösteriyor.

Özetle yapımcılığını Star Wars Serisini de yöneten efsane yönetmen George Lucas'ın yaptığı Indiana Jones serisinin bu son filmi barındırdığı yüksek tempoyla türün meraklılarını tatmin edeceğe benziyor. Sovyet ajanlarıyla girdiği kıyasıya bir rekabetle kristal kafatası ve çevresinde şekillenen efsaneye tanıklık eden Doktor Indy'nin bu son macerasını herkese tavsiye ediyorum.
Macera ve seyir keyfi için gayet hoş bir film ancak mantık bakımından yerin dibine vurmuş bir film. bu yüzden sinemada fazla bir mantık aramayan sadece aksiyon için sinemaya giden arkadaşlara tavsiye ederim. Filmin mantıksızlıklarına değinecek olursak belki de en talihsiz noktası indy'in buzdolabının içine girerek nükleer patlamadan sağ kurtulmasıydı. Filmin içine Ufoların da dahil edilmesi filmin türünü sıkıntıya sokmuş, Ciddi bir filmin tüm ciddiyetini götürmüştür... bir arkelogun maceralarını görmeye gitmiş seyirciyi war of the worlds havalarına sokmuştur.

--spoiler--

Filmin sonu da biraz The Mummy filminden aşırılmış gibiydi. mumya filminde olduğu gibi bu filmde de filmin kötü ve açgözlü adamı hazineleri toplamaya çalışırken ölüyor.

--spoiler--

Tüm bunlara rağmen hoş bir seyirlikti.
sinematografik anlamda her bir karesinde Steven Spielberg in kalitesinin hissedildiği ama serinin ilk 3 filmine oranla biz hayranlarını biraz hayalkırıklığına uğratmış film. bir daha izleyip yazmak isterim. çok mu kısa diyeyim, cate ablanın gıcıklığı mı diyeyim sanki bir animasyon film izler gibi oldum. ayrıca cate yerine safkan bir rus abla daha iyi otururdu bu karaktere. (bkz: maria sharapova) şaka lan şaka.

yine de kamçılı adamı çok seviyoruz. her ne kadar biraz göt göbek yapmış olsa da.
steven spielberg filmi olduğu her karesinden belli olan film.
çünkü spielberg diğer jones lerde olduğu gibi yerli bir kabileyi eklemiştir filme.
dünyalar savaşının etkileri hala sürmekte ayrıca. anlaşılan o ki spielberg ıssız bir yerde ufo görmüş ve bunu resmedememiş. bunun verdiği acı onu bu tip filmlere itmiştir.

spielberg in işine karışmak gibi olmasın shia labeouf olmamış be hacım. *
yine vizyondaki yasak krallık filmiyle benzerlikler gösteren eğlenceli bir cumartesi akşamı filmi. (8/10) *
--spoiler--
Olmamış filmdir ama bu olmamışlığının temel sebepleri senaryosu yüzünden değildir kanımca. Tamam senaryosu oldukça kötü ayrı, ona da değineceğiz ama galiba ne senaryo yazılırsa yazılsın bi olmamışlık hissi verecekti izleyiciye. Çünkü alt edilemeyecek çok başat sorunlar var.

Birincisi filmin geçtiği zaman. Indy serisinin beğenilmesinin en büyük sebebi filmlerin otuzlu yıllarda geçmesi ve bunun yarattığı atmosferdir. Dünya, ikinci dünya savaşının eşiğine gelmiş, Avrupa nazizmin baskısını hissetmeye başlamış, hitler güçlenmek için olmadık işler peşine düşmüş ve indy de bu hengame içinde yerini almıştır. Harrison ford'un yirmi yaş yaşlanmış olması ve filmin, bırak bi güzelliği, olabilecek en çirkin dönem sayabileceğimiz ellilerde geçmesi filmin en büyük eksisidir.

Bu elliler o kadar çirkindir ki başka filmlerde bile bu zaman dilimi hep çirkin bi zaman fonu olarak kullanılmıştır. Pleasantville'de bu zamanlar amerika'sı cehennem gibi sunulmuştur. Back to the future'da marty gidip gidebileceği en kötü zamana gitmiştir. Öyle ya, elliler amerika'sı insana sürüsüne bereket çirkinlikler sunmaktadır çünkü. Yirmi sene önce nazi propagandası neyse, ellilerdeki anti komünist propaganda o kadar bayağıdır ki tarifi mümkün değil. Moda desen diğer bi çirkin dönem olarak saydığım seksenlerle yarışacak bayağılıktadır.

O yüzden bi senaryonun bu zaman diliminde geçmesi el mahkum olduğundan bu sorun altedilemeyecek, izleyiciye otuzların albenisi ve alışık olduğumuz indy atmosferi sunulamayacaktır illa ki. Last crusade'de zeplin görmek bile ne kadar güzeldi oysa, bu filmde harley davidson görmekle kıyaslanabilir mi hiç..

Ama zaten filmi çekenlerden bu minvalde açıklamalar tersi düşüncelerle gelmişti. indy'nin farklı bi zaman diliminde sunulmasının çok hoş olabileceği fikrini söylemişlerdi. Bu yeni bi deneme idi film yapımcıları için ama bence tutmadı.

Ha şu var, bu sorun -ki eğer sorun olduğu baştan kabul edilseydi- basit bi iki numarayla çözülebilir, ya da en azından çözülmesine çalışılabilirdi. O da indy'yi bu filmde Amerika yerine yine asya kıtasında seyrettirerek. işte geldik filmin ikinci sorununa.

Film sadece -kuzey ve güney- Amerika kıtasında geçiyor. Oysa indy Avrupa ve asya'ya gidip duran bi adamdır. Raiders paso kahire'de geçer, temple Uzakdoğu ve hindistan'da, crusade Avrupa ve hatay'da.. indy'yi kuzey ve güney amerika'da dolaştırdığınızda alışık olduğumuz indy atmosferini yakalama şansınız baştan yok olur. Eğer bu filmde de indy, misal arap yarımadasına gelseydi, o zaman otuzlar ve elliler arasındaki fark bu kadar bariz olmayabilirdi. Arap ülkeleri zaten belli bi tarihe sıkışmış yaşayan memleketler, sadece nazi baharatı eksik olurdu filmde ama onu da kabullenirdik.

indy'nin asya'ya gelmesi, klasik indy atmosferini yakalatırdı diyorum ya, çünkü eğri oturup doğru konuşmak gerekirse indy serisi aşırı derecede oryantalist, hatta belli okumalara göre ırkçı bile sayılabilecek bi seridir. Büyük beyaz kurtarıcı gözüyle doğuya bakılır ve başka filmler için handikap sayılabilecek bu özellik indy serisinin albenisini oluşturur. indy filmlerindeki müzikler bu oryantalizmi korur ve belli sahnelerde doğu melodilerine benzer müzikler dinlemek filmden aldığımız keyfi arttırır. E hadi indy’yi bu sefer de Amerika kıtasında dolaştıralım dediğiniz anda, hele bi de ellilerde geçince, film indiana jones filmi olmaz.

O yüzden hep söylenen şu lafa katılmıyorum ben. Buna klasik bi indiana jones filmi deniyor fakat ben o aradığım indy havasını bu filmde yakalayamadım. Hatta ford oynamasaydı, bu film başka bi film olarak çekilseydi, indiana jones taklidi bile demezdim filme. O derece yabancı durmaktadır seriye çünkü.

Gelelim üçüncü soruna. Bu da yine hangi senaryo olursa olsun aşılamayacak sorunlardan biri. O da indy'nin yaşı.

indy'nin yaşlandığını kabul ediyorduk ama bunun indy'yi bu kadar yok edeceğini beklemiyorduk açıkçası. indy raiders'daki gemide marion'a ağrımayan yeri olmadığını söyleyecek kadar ordan oraya hoplayan, zıplayan, yaralanan bi karakterdir. indy sabit durursa indy olmaz. Bu film, ilk aksiyon sahnesi boyunca gördüklerimiz gibi devam etseydi filmden belli bi doyum alabilirdik fakat sonrasında indy neredeyse hiç aksiyona dalmadı. O araba kovalama süresince bile genellikle araba kullandı durdu, aksiyonu mutt yaşadı. Ben adam altmış yaşında bile olsa razıydım insanüstü aksiyonlarını görmeye. Bu kadar sabit bi indiana jones olmaz.. olmamalıdır.

Hatta o mezarlık sahnesinde oradan buradan zırt pırt çıkıp hareket etmeden aksiyon yaratma çabalarını son derece itici bulduğumu da belirtmeliyim.

Gelelim sadece bu senaryoya ait sorunlara. Birincisi hikaye.

Indy neden bu filmde, filme gitmeden önce kimsenin adını bile duymadığı bi şey arıyor ben bunu anlamadım. Tamam belki sankara taşları da bilmediğimiz bi şeydi ama ilk filmde musa'nın sandığını, üçüncüde kutsal kase'yi arayan indy başka bi şey bulamadı mı ki oturup sadece maya altın şehrini arıyor, kristal kurukafalarla uğraşıyor. Indy'nin aradığı şeyler dini mitlerin kalıntılarıdır. Indy'nin albenisini yok etmek, national treasure gibi bi film ortaya çıkarmak için bu kadar kasmalarının sebebini anlayamadım ben.

Bi zamanlar çekilmesi olası dördüncü senaryoda -o zamanlar ingilizcem biraz zayıftı ama eğer doğru anladıysam- indy türkiye'ye gelip nuh'un gemisini arıyordu ve düşmanlar gene Nazilerdi. Galiba Naziler, hitler'i tekrar canlandırmak için gemiyi arıyorlardı. Mükemmel bi indy hikayesi olurdu bu. Klasik düşmanlar, oryantalist bi mekan.. indy dediğin budur çünkü.

Düşman dedik de, gelelim bu filmin düşmanlarına. Ruslar.. birincisi dünya ruslar'ın Naziler kadar düşman olduklarına bu kadar kanaat getirmiş mi ki filmin düşmanları Ruslar oluyor yahu.. irina, indy'yi kurukafaya baktırırken amaçlarından bahsediyor, tüm dünyayı zor kullanmadan komünist yapacaklarından söz ediyor, ben de içimden e iyiymiş yahu diyordum eaheuaheuah.. ama tamam filme giderken bunu göze almış ve kabullenmiştim. Ben de filmde Rusları kötü adam olarak belleyecek, filmden zevk almaya çalışacaktım. Fakat film üstüme üstüme gelmeye başladı.

Birincisi indy'yi kızıllara karşı devlet güdümünde yıllarca ajanlık yapmış biri olarak resmetmeleri baştan indy sempatisini yok eden bi şeydi. Bunu görmezlikten geldim.

irina'ya laf sokmak istediğinde, "afedersin, "yoldaş" demek istemiştim" demesini -sanki yoldaş lafı kötü bi lafmış gibi- görmezlikten geldim.

Kızıl olmaktansa ölürüm daha iyi diye eylem yapan kitleyi yüceltip pankartlarının Rusların arabalarının üstüne düşmesi sahnesinin altına espri değil bayağılık yattığını düşünsem de, hadi bunu da görmezlikten geldim.

Ama ne kadar uğraşılırsa uğraşsın, Ruslar Naziler kadar antipatik olamadılar film boyunca. Gerçek bi karikatürize kötülük hissiyatı veremediler. indy de karşısında gerçek bi düşman bulamadı bu yüzden. Bu filmin en büyük eksikliklerinden olduğu söylenen mevzuya geliyoruz şimdi de.

Raiders'da hitler musa'nın sandığına sahip olmamalıdır, indy'nin tarafını tutarız.
Sankara taşları mola ram'ın eline geçmemelidir, indy'yi tutarız.
Kutsal kase'ye hitler elini sürmemelidir, indy'yi tutarız.

Ee.. bu film? Beni bırak, izleyicinin çoğu bu filmde indy'nin savaştığı bi tehlike hissettiler mi ki.. tamam indy bi şeyler arıyordu falan ama niye arıyordu, neyi önlemeye çalışıyordu.. yok. Filmin hikayesi başat bi eksiklik içeriyor, filmde ana karaktere motivasyon sağlayacak bi ana tehlikenin yokluğu bariz hissediliyordu. Hatta crusade'de indy maceraya kutsal kase'yi bulmak için değil, babasını kurtarmak için dahil oluyordu. Bu filmde ise ruslar'ın elindeki mary'nin marion olduğunu filmin ilk yarısı boyunca hiç bilmedi bile. Ne büyük hata..

spielberg hakkındaki yazılarımı sonraki entry'ye saklayayım (haddinden fazla uzun yazıları sözlük kabul etmiyormuş da)..

--spoiler--
--spoiler--
Gelelim filmin aksiyon sahnelerine. Bizim spielberg'e akıl öğretmeye haddimiz yok. Hatta filmin ilk bi iki sahnesinde bile spielberg'in hiç de öyle dendiği gibi özensiz bi reji çıkarmamış olduğunu gördük. Amerikalı asker korumaların telef edildiği sahneyi hatırlayın bakalım. Sıradan bi yönetmen bu sahneyi nasıl çekerdi. Kamera Rusları gösterirken adamlar birden silahlarını doğrulturlar ve ateş etmeye başlarlardı. Bu basit sahneye Spielberg dokunuşu, öndeki subayın yere çömelmesi, arkasındakilerin sanki dans eden revü kızları gibi teker teker yanlara açılmaları ve silahlarını ateşlemeleri.. şipil abi yine formdaydı.

Ama şipil'in yönetmenlik tarzında bi nokta var ki, her filminde hissedilir, bu filmde biraz abartmıştı. O da rahatlığı.. şipil'in her filminin her aksiyon sahnesi "ben bu sahneyi götümle bile çekerim" rahatlığı mesajı taşır. Bu açıdan kubrick'in çok üstündedir. Kubrick şipil'den ne kadar üstün olursa olsun, set hakimiyeti açısından şipil'le yarışılamaz. Hatta belki sete hiç senaryo bile getirmeyen hitchcock bile şipil kadar hakim değildir sete. Gerçi ayrı zamanların yönetmenleri, kıyaslamak yanlış olur.

Şipil, bu rahatlığı bu filmde biraz fazla abartmış işte. Bu bilinçli miydi bilmiyorum ama bu kadar lakayt olunca benim gibi filmlerdeki devamlılık hatalarına zerre dikkat etmeyen bi adama bile her plan değişiminde devamlılıktaki tutarsızlıkları gösterdi ne yazık ki. Bi an suratı gülen karakter plan değiştiğinde asık suratlı, tekrar plan eski haline geldiğinde gülen yüzlü olunca eh az biraz kopuyorsun filmden. imdb sayfasında devamlılık hatalarının listesi çıkarılmış, bi bakın derim oraya.

Biz yine de sadece aksiyon sahnelerindeki performansa bakalım. Birinci aksiyon bölümü gerçekten iyiydi, hatta film hep böyle gitsin, ben o kadar da hoşnutsuz ayrılmam buradan demiştim. Sonraki aksiyon sahnesi şehir içinde geçti ama bi aksiyon hissiyatı vermedi. Mezarlık sahnesi falan aksiyondan sayılmazdı bile. Ve ilk defa bi indy filmi aksiyonsuz uzuuuun bi süre bize bilmeceler falan izletti durdu. Ki bu bilmeceler de herhangi bi dini mit kaynaklı olmadığından hiç önemsemeden seyrettik biz de.

Sonra sonunda ormandaki kovalamacaya gelindi. Tamam şipil yine üstüne düşeni yaptı ama koca bi sahne bi türlü istediğimizi bize vermedi. Birincisi zaten indy değildi aksiyonu yaşayan, mutt'tı. ikincisi az biraz karambole düşme anları vardı -ki şipil'in tarihçesinde karambole düşen aksiyon sahnesi yoktur, bu belki ilk örnektir-, hatta evde film seyretmeye alışmış biri olarak, bi sahnede ne olduğunu tam anlayamadığımda gayrı ihtiyarı elim öne hareketlendi (space tuşuna basıp geri almak için), abartmıyorum.

Karıncalar falan derken finale gelindi ve tüm final aksiyonsuz bitiverdi. Onun yerine aşırı görkemli cgi sahneleri seyrettik ki indy filmiyle bu sahnelerin ne alakası vardı. Nerde musa'nın sandığının Nazileri telef ettiği final, nerde temple'ın köprü finali, nerde indy'nin üç aşamayı geçip kaseye ulaştığı final, nerde bu kapı açmaktan, uzaylı görmekten, uçan daire kalkışı seyretmekten ibaret aksiyonsuz final.

Bi de kardeşim bu seyrettiğimiz indy lan indy, john mcclane değil. Bu adam kıç kadar bi put için binbir bubi tuzağından geçmeyi göze alan, cortez’in haçı için bütün hayatını onu bulmaya adayan bi arkeologdur. Bu filmde adam tüm tarihlere ait arkeoloji eserlerinin olduğu odaya giriyor ama heyecanlanmıyor bile. Oysa kaseyi koruyan şövalyelerden birinin mezarını bulduğunda ne biçim heyecan yapmıştı, elsa da demişti zaten "baban gibisin, okul çocuğu gibi heyecanlı".. hatta mekan yıkılırken benim bildiğim indy kahrından ağlardı be, beni de bunlarla gömün der yere yıkılırdı.

Neyse, şimdilik bu kadar (oha daha hala yazacakların mı var), ikinci seyredişten sonra bu sefer de meziyetlerini yazmak nasip olur inşallah.
--spoiler--
amerikalılardaki rusya korkusunun asla bitmeyeceğini gösteren vasat film.
fanları tarafından pek de beğenilmeyen bir yapım.
filmin basinda kasabadaki barda gecen kavga sahneleri acayip sekilde back to the future'u akla getirmekte, hatta ona gonderme yapmaktadır. mcfly cıkacak sandım bir an kavga edenlerin arasından.
(bkz: polat ın atom bombasından sağ kurtulması/#18209854)