bugün

biri ilyada ve odessa'nın yaratıcısı, diğeri matt groening'in the simpsons dizisinin kahramanı. kısaca biri gerçekten yaşamış biri, diğeriyse kurgusal bir karakter. ikisinin ortak noktası ise groening'in, homer simpson'a ismini verirken homeros'un ingilizce'de yaygın olarak bilinen adı olan homer'ı kullanmış olması. bu ortak nokta uzun süredir kafamı meşgul eden bir konuyu düşündürdü. hepimizin hayatı kendimizle kurduğumuz ilişki (iç dünya) ve etrafımızı saran dünyayla kurduğumuz ilişkinin (dış dünya) sarmalanmasıyla şekilleniyor. benim derdim ise derin bir mevzu olan iç dünyayla değil dış dünyayla ilgili. şöyle ki; dışımızdaki dünyayı birebir insan ilişkileri ve dolaylı insan ilişkileri olarak ikiye ayırıyorum. birebir ilişkiler kabaca aile/akrabalar ve arkadaşlarımızla/sevgiliyle kurduğumuz ilişikiler ve bu esnada biz de aktif rol alıyor ve konuşuyoruz, etkileşime giriyoruz. dolaylı insan ilişkileri ise birebir ilişkiler dışında kalan her şeyi içine koyduğum bir bohça. dolaylı ilişkilerde merkezde etkileşim değil iletişim yer alıyor. yani ben homeros'u okurken ondan ileti alıyorum ama homeros'un ruhu bile duymuyor veya simpsons'ı izlerken matt groening'in umrunda bile değilim aynı şekilde. ama n'oluyor; bir şeyler okuyorum, izliyorum ve iç dünyamda değişiklikler vuku buluyor, bu durum birebir ilişkilerime etki ediyor, sonrasındaysa mesela burada yazmak gibi dolaylı insan ilişkilerinde yansımasını buluyor. kısacası birebir hayatımda olmayan kimseyi sevmiyorum, sevenleri de tasvip etmiyorum. homeros'u da homer simpson'ı da zerre kadar sevmiyorum, yani aynı derecede seviyorum onları çünkü onların temelde bir önemi yok. önemli olan benim iç dünyam ve akrabalarımla (aile başta olmak üzere) ve dostlarımla kurduğum ilişkiler. iyi de o zaman niye gelmiş sözlükte yazıyorum. bazı şeyleri konuşarak değil yazarak dışavurmak insanın iç dünyasını dengeliyor da ondan. yani burada yazmanın veya bu sözlüğün de bir önemi yok aslında, önemli olan bir şekilde yazmak. hiç bir mecra olmasa oturur kağıda yazarım... sözlüğü de bu yazıyı okuyanları da zerre kadar sevmiyorum, homeros'u ve homer simpson'ı sevmediğim gibi çünkü yine önemli olan insanın iç dünyası ve birebir kurduğu ilişkilerde muhatap olduğu insanlar diye düşünüyorum. tabii sevmemek saygı duymadığım anlamına gelmiyor, burada sevgiyle saygı arasındaki farkı çizmeye çalıştım zira sevgi daha içsel bir fenomen ve hemen herkesin farklı algıladığı bir sözcük. saygı ise daha çok inşa edilmiş, mantıkla örülmüş ve ortak bir paydada buluşulabilen bir kelime. mesela sevgi, sevgilinin her isteğini karşılamak der biri, diğeri ona dayağı atmak der. ama saygı da öyle olmaz, evet olmaz. belki de bu entriyi bana yazdıran geçen haftalarda izlediğim the dark knight'taki meşhur joker karakterine, yanımdaki (tanımadığım), gerzek olarak tabir etmekte sakınca görmediğim kızların 'ay gelsinde yüzünü bir de ben boyiyim bunun, çooaak sevdim' gibi ucube tepkileri oldu. bu noktada soruyorum size aşifteler: ben joker misali yüzümü boyayıp karşınıza dikilsem ve hayatı size zindan etsem sever misiniz beni de?'. kısacası yapmaya çalıştığım şey yabancılaşma eleştirisi temelde. tv, internet, kitaplar, cd'ler vasıtasıyla bir çok insanla iletişime geçiyoruz ancak bu insanlar sadece bir araç olmalı. hayatımızdaki tatminsizliği onlara yükleyip orgazm çığlıkları atmanın tek getirisi bizi kendimizden uzaklaştırmak olur. ben hala no counrty for old men'i çözmeye çalışırken coen biraderler venedik film festivali'nin açılışını yeni filmleriyle yapıyormuş. atı alan üsküdar'ı geçiyor, kendimizi kandırmayalım.
düzelti: country yerine nerdeyse coventry yazmışız, bilmediğimden değil çok şey bildiğimden olmuş, o gazla karışmış. kaçınız coventry nedir biliyor? ama ben biliyorum, kendimi çok seviyorum... evet hastayım sanırım.
bi kere homer simpson gerçek değil, o yüzden saçma bi kıyaslama. homeros ise yaşamıyor zaten... sen git ölü sev dedirtti ama bunun yanısıra şöyle de bir durum var: yabancılaşma üzerine tıklanmış enfes bir eser. hatta yabancılaşma teorisine eklemlendiğini düşünüyorum. şekspir'den daha pir bir elden çıkma, olmayı farklı bir açıdan ele alma bu: 'sevmek ya da sevmemek, işte bütün mesele bu' dedirten entri.
her şeyin farklı bir derecesi vardır. mesela vücut sıcaklığı 36 iken, taşak sıcaklığı 26 derecedir çünkü spermler ancak o derecede canlılığını koruyabilir. bu yüzden iddia ediyorum yanlış olan bir tutumdur bu tutum. her şeyin derecesi vardır çünkü. bu durum mümkün değildir o açıdan. açı demişken dar açı var geniş açı var yani her şeyde bir farklılık mevcuttur. santigrat derece olsun, geometrik açının derecesi olsun. buna mukabil aynı derecede sevmek bir ütopyadır, farklı derecelerde sevmektir insanı insan yapan. homeros'la homer simpson'ı aynı derecede seven insan olamaz. insan olmak istiyorsa gitsin se7en'ı izlesin derim. kevin speysi iyi bir örnek. o her kurbanını farklı şekilde farklı sebeplerle öldürüyordu. o insanları o kadar seviyorduki sonunda onlar için kendini kurban etti. braveheart'ta iyi bir örnek. adam sonunda kafadan koptu iskoçya için, çünkü tüm iskoçları farklı derecelerde seviyordu, kafası karıştı ve sonunda ona iyilik olsun karışan kafasını kestiler. başka örneklerde verebilirm ama sanırım yeterli. sevgiyle kalın, ama farklı derecelerde.
homer simpson'ın homeros'tan daha popüler olmasını umursamamaktır.