bugün

--spoiler--
"nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak" diye düşündüm, bir barın tuvaletindeydim, lakin tuvalete değil, karşımda duran aynaya bakıyordum, kafamı iyice yaklaştırıp, kendimi incelemeye başladım, aynada ki aksim de gözlerini bana dikmişti, o da beni inceliyor, tiksinerek beni süzüyordu, "nasıl bulmak istiyorsanız öyle bırakın be hocu" diye mırıldandım, lavaboya tutunup.

az önce bulunduğum masada dönen, "dövme yaptırırsan; ne yaptırırsın, nerene yaptırırsın" konulu klişe sohbetten sıkılmış, "ejderha" kelimesini daha fazla duymamak için tuvalete kaçmış ve aynada gördüğüm şeyi görünce aklıma bu cümle gelmişti. evet, dövme yaptırsam kesinlikle bu olurdu, alnımın ortasına "nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak" yazdırırdım.

zira biz bir tuvalet isek, tecrübeler bizi tıkayan bok parçalarıydı.
--spoiler--

[ sözlük'te bulunan "gelmeyen pazartesi" kitabına ait yazılar, ek yazılar ile birlikte kitap olarak basıldı. bu nedenle yazıların buradan yayınını durdurmak durumundayım. anlayış göstereceğinizi umuyor, ilginiz için teşekkür ediyorum. eksper mental ]

http://www.dr.com.tr/Kita...oman/urunno=0000000687918
az seviş sende kızım, her önüne gelene verme denilesi hededir.
"kadınlar seni sen yapan özelliklerine aşık olurlar sonra da o özellikleri senden almaya çalışırlar" repliğini anımsatmaktadır.
gerçekten birlikte olmak istediğin birisi geldiğinde yemyeşil, mükemmel çimleri olan bahçende sevdiğinle ve önceki ilişkilerinin mezar taşlarıyla birlikte yaşamaya başlarsın demişti babam bana. düşününce haklı adam diyorum şimdi. filmlerdeki güzel amerikan mezarlıkları gibi, yemyeşil, bir iki tane mezar taşı, üzerlerinde isim, soyisim ve hayatıma giriş çıkış tarihleri var. ne kadar kenarlara itsem de içeride gezinirken muhakkak gözüme çarpıyorlar arada. bunlar sadece benimkiler. bir de karşı tarafın mezar taşları var, evet zincirlikuyudan daha kalabalık bir kadroyla yaşıyoruz.
sadece ilişkiler değil tüm hayat kirletiyor aslında bizi, yeni doğmuş bir çocuk ne kadar saf, ne kadar masum oysa ki. kirlenmek hayatta kalmak için bir şart haline gelmiş artık, masum kalabilenleri, saf diye aşağılar olmuşuz artık ve kirlenenleri baş tacı etmiş, hayatta da ilişkilerde de hep kirlilere prim vermişiz. bu gidişat ne kadar böyle sürer bilinmez ama kolay kolay da değişecek değil gibi gözüküyor.
her seferinde hayatını deli gibi bir adet bireye endeksleyen, kendini ne mental ne fiziksel anlamda geliştirmeye tenezzül dahi etmeyen saftirik kişinin yaşadığı herhangi bir ayrılığın üçüncü ve dördüncü safhalarında** dile getirdiği söylem.
elbet bir gün kese atacak biri bulunacaktır. o zamana kadar kirlen kirlenebildiğin kadar.
kirlenmek ama temizlenirken de kendine gelmek kendini bulmak ders almak deneyimlenmek bunlar da onemli.
kirlenmek daha çok zihinsel, ve en kötüsü acı veren anıların yüzeyde kalma savaşı... ve her biten aşk/sevgi/ilişki her ne ise, "başarısızlık" hissi bırakıyor hayata karşı ve yeni sevgilere karşı güvensizlik...
saunaya gitmyi gerektirir. buhar iyi gelir.
yağmur yağıyordu, bir kuytuya saklanmanın kar etmeyeceğini anlayıp bırakıvermiştim kendimi ıslanmaya.
seviyordum yağmuru.
hafif esen rüzgarla birlikte ürperiyordu vücudum ama önemli değildi, bu duygu güzeldi. iç çamaşırlarım şırk bir şekilde suya bulanana kadar yıkanmıştım.
ilk darbe yanımdan geçen bir arabanın sıçrattığı çamurdan geldi. kıyafetlerim çamura bulanmıştı ama önemsizdi.
çamur yağmurun ve toprağın karışımından oluşuyordu ve ben seviyordum bu ikiliyi.
ilk iş duşa girmek oldu.
temizlenmişti dalgalı uzun saçlarım, su daha duruydu.

önce ağlatıyordu, sonra kokusu geliyordu burnuma midemde kıpırdanmalar başlıyordu.
heyecan veriyordu, yapamadığımı söyleyenlere inat başardığıma inanmaya başlıyordum. çıkan sesin tınısı hızlandırıyordu beynimdeki düşünceleri.
mutluluktu hissettiğim. her şey hazırdı. bir tabak ve çataldı materyalim. acımsı ve yağlı bir tat yayılmıştı ağzıma, bu tat tam anlamıyla iğrençti. fazla tuzluydu ve fazlasıyla baharatlı.
ama ben seviyordum bu ikiliyi diyordum . sigaramın dumanını da seviyordum ama bunun gibi kirletiyordu bedenimi.
mutfakla ilgilenmeyi hiç sevmemiştim zaten.

sohbet ediyorduk, bazen mantığımın ötesindeydi duyduklarım. aslında genelde sıkıcıydı. sorunları vardı insanların (O'nun) ve hepsininki kendince en önemli olanlarıydı.sıkıcı olan kısım burada başlıyordu.
bazen sükunetimi korumalıyım deyip olup bitenleri seyretmek harici bir şey yapmıyordum. bazen boğazımdaki düğümleri bir bir çözüp döküyordum düşünceleri. doğrularıma olan saygım adına. kadehler kırmızıya boyanınca değişiyordu muhabbetin seyri.
şimdi mantığımın ötesindeki kısım boy gösteriyordu.ve şimdi,ben olmak istediğim yerde hep o oluyordum.
bu durum kusmama nedendi.

bir gün yine yağmur yağıyordu.kalabalık yerlerde dolaşmayı sevmezdim ki ben. suç çamurun değildi. yalnızca arabayı süren adam fazla düşüncesizdi.

mutfağa yemek yapmak için girmek bana göre değildi.napabilirim, elimin ayarı bozuktu, tuzu hep fazla kaçırıyordum. sigara yarılanmıştı, nescafemi yapıp hemen çıkmalıydım. bu ikiliyi seviyordum.

sevgili sohbetlerinde kendim olmaktan çıkarılıyordum ve kötüsü çamura buluyorlardı,düşüncelerimi hiçleştiriyorlardı. doğrularımı kör düğümler yapıp maviliğe atıyorlardı. bittiğim an burada başlıyordu, hissizleştiriyorlardı.

mutfakta kahve yapma süresini aştığım zamanlarda kusuyordum.

düşüncesizliği çamur gibiydi,en sevdiğim elbisemi düşüncesizliğine buladı.

düğümledikleri inançlarım şimdi maviliğin derinliğinde yüzüyordu.

benim için derinlerde yüzmek doğru muydu?
her ilişki sonrası dünyaya uyumluluğu arttırmak desek daha doğru olur. daha temkinli, daha sakin, daha suskun, daha durgun. candan erçetin'in buna benzer bi' şarkısı olmalı..
omo ile yıkanmayan çamaşırdır.
(bkz: kirlenmek güzeldir) *
yaşanmayan her ilişki için eksik ama yaşanan her ilişki için çok daha fazla eksik hissederiz. eksikliği kapatacak bir kadın/adam bekleriz.
aşktı değil mi adı? öyle ya aşktı tüm yaşadıklarımız, yaşamaya niyetlendiklerimiz. peki aşk ne ara bu kadar pis bir duygu haline gelmişti? biz mi kirletmiştik onu yoksa o mu kirletiyordu bizi her kapımızı çaldığında? zor değil mi yanıtlamak, bilmek zor. hep ilişkilere attık suçu, hep aşka. bu yüzden de korkar olduk ona tutulmaktan, savunmasız kalmaktan. ama yinede engel olamadık kendimize, her seferinde yenik düştük aşka ve itiraf etmeliyiz ki bu yenilgilerin en güzeliydi belki de. her ilişki sonrası daha da kirlendiğimizi söylemek büyü haksızlık gibi geliyor bana. her ilişki hayal kırıklığı, inanç ve umut katili vs vs olabilir, bunlara dönüşebilir sonunda ama hep yeni bir umut olarak başlar her yeni ilişki.bu sefer neden olmasın diye heyecanlandırır bizleri, çünkü onca yıkıntının arasından küllerimizden yeniden doğmak isteriz hepimiz. yani demem o ki; eğer karşımızdaki kadın/erkek sevmemişse yeterince, aldatmışsa bizi, yalanlarla oyalamışsa, rol yapmışsa, bize karışmamakta ısrar etmişse ve hatta çekip gitmişse sonunda bu neden bizi kirletsin ki? yine aynı insan mutlak surette mutluluklarda yaşatmıştır bize illa ki. hem kim demiş aşk denilen şeyin sadece mutluluktan ibaret olduğunu? aşk, barındırdığı tüm zıt duygularla muhteşemdir. ha siz içinde duygu olmadan yaşanan gündelik ilişkilerden bahsediyorsanız eğer o zaman başka, ki zaten bu durumda da kirlenmekten şikayet etmeye hakkı var mıdır insanoğlunun orası tartışılır.
çok sevdiğim bir söz.
-kirlenmek güzeldir..omo,
kirlenmek doğru kelimedir bilemedim ki zira akıllanmak, çakallaşmak, gözü açılmak, üstten ağzı yanmak gibi kelimeler belki de daha iyi açıklayabilir ayrılık sonrasında kalanları. bazen parçalanmış bir yürek, arkada bırakılmış, hafızaya kazınmış anılar ki acısı çok acı tatlısı çok tatlıdır nasıl unutursun onları. bir başkasına sarıldığında ya da bir başkasına karşı bir şey hissettiğinde aklına gelmez mi? o güzel ve kötü anılar. aynısını yaşama korkusu mudur? yoksa karşında ki yeni(!) kişiye yapılmak istenmeyen haksızlık duygusu mudur kirlenmişlik hissini yaratan? bir kağıt üstüne kaç kere yazı yazılabilir bir kağıt kaç silgi darbesine dayanabilir ki?
ya da bunlar gibi duygusal değilde sadece bir beden kirliliği ise mesele üstünde durmaya hiç gerek yok beden kirliliği geçer de ruh kirliliğini nasıl geçer?
"Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak!" diye düşündüm. Bir bar tuvaletindeydim lakin tuvalete değil karşımda duran aynaya bakıyordum. Kafamı iyice yakınlaştırıp, kendimi incelemeye başladım, aynada ki aksim de gözlerini bana dikmiş, beni inceliyor, tiksinerek beni süzüyordu, "Nasıl bulmak istiyorsanız öyle bırakın be hocu!" diye mırıldandım, lavaboya iyice tutunup.

Evet, dövme yaptırsam kesinlikle bu olurdu, alnımın ortasına "Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak!" yazdırırdım.

Buldukları gibi bırakmayan sevgililer yüzünden evrim geçiriyorduk hepimiz ve bir gün aynaya baktığımızda kendimizi tanıyamıyor, aynada ki bakışların kendimize ait olduğunu unutup, onlardan rahatsız oluyor, eskiden gördüğümüz o masum bakışları arıyorduk.

Zira yaşadığımız her kötü ilişki ve tecrübe üzerimize yapışıyor, bizi tıkıyordu.

http://ekspermental.blogs...liski-sonras-daha-da.html
Doğru iddiadır. Bi yerden sonra öyle bir noktaya geliyorsun ki; tüm o yediğin kazıklar, yaşadığın hayal kırıklıkları ve üzüntüler seni kötü biri yapıyor. Kendimden biliyorum, yaşıtlarım bir sürü karı kız peşinde koşup sevişilecek yer ararken ben 13 yaşımdan beri tanıdığım o kıza aşıktım; elini tutmak, hatta gözlerine bakmak bile benim için en haz verici şeylerden biriydi. Genç ve kanı kaynayan biriyken bile diğer kızlarda gözüm yoktu, tamam çok da masum değildik ama erken olgunlaşmıştım. "Aynı kızla gençlik harcanır mı be" diyenleri kovuyordum hep. O kız Gel evlenelim dese evlenecek durumdaydım. Yazıktır ki o efsane aşk bitti onun gözünde, o mükemmel masalı birine anlatsan "klasik aşk acısı hikayesi" olacaktı artık, sıradanlaştırmıştı her şeyi. E bu noktadan sonra aşkmış, masumlukmuş pek de umrunda olmuyor insanın; belki kötü biri olmuyorsun ama hissizleşiyorsun, takmıyorsun kafaya öyle her şeyi; kimseye güvenemiyor, kimseyi sevmiyor, kalelerinin içine alamıyorsun.
abdestinden şüphesi olan kişinin hissettiğidir. öyle an oluyor insan karşısına kirli çıkmamak için 3 kere banyo yapılıyor.
Şeyden oluyo ya o ıslak mendil yüzünden. Ooo hijyenik mendil oo tertemiz oldum kandırması falan. Çokta şeapmamak lazım.