bugün

Bugün aklıma hiçir şey gelmiyor:
Ne gizemli hikâyesi eskilerin, ne alimin yarayışlı bilgileri...
Hiçbir şey...
Dünyada tek bi' başına gibiyim.
Matemini çektiğim, iyiliğin kırılmış gönlüdür.
Tutar dalı kalmamış umutsuz Can'ların anlaşılmayan hüznüdür.
Terketsen nereye gideceksin birader?
Çıkmış ukala dümbeleği, senin yerine akıl eder. Uzaklaştın kökünden, gittikçe kopmadasın.
Düştün artık yola, her şeyin farkındasın.
Arzuma erişirim, sanma sakın!
Yolun yol değil; ağzını yüzünü bil, edep erkân takın!
Sisli yeşil tepelerdeki ağaçların huzuru gibi... Güneşin kavurup, akşam ılıklığının soğuğa döndüğü, yapraklarına düşen çiğ tanelerinin titreşip irkilerek "Kalkın artık tembeller!" diye usuldan seslenip ayağa diktiği doğanın güzel sakinleri... Toprağın ar edip çimenle örtündüğü düzlüklerde rengârenk çiçekler, türlü bitkiler, en çok da yeşile yakışan kızıl gelinciklerin etkileyici meltem dansları... Ne güzel; duyulan hain ve tuhaf his. Çalap'ın arzusuyla, sığınmak koca günün bağrına... Koru, nefs hayvanının şerrinden; azade çıkalım, taun dolu yarına! Tanrı'nın varlığının en büyük kanıtı BEN. Metelik eder mi alemde? Her şey yerine yakışır (uymuş); dağlara duman, Yusuf'a Kenan, mülke Süleyman...
Kuşların minik yüreciği ürkek olur. Onca yüksekte özgürce kanat çırparlar da pencere kenarı balkon yamacı demeden -iyilik için konulan- bi' yudum suyu, az bir dâneyi yemek için çekinirler. Korku belası, ne yaparsın. Ökseye tutulup, esaret acısını ömür boyu çekmek... Daha kötüsü, esaretin zulünü  umudunu kaybetmenin çaresizliğiyle birlikte yaşayacağını hissetmek... Nasıl ürkmez ki biçare mahlûk? Biliyoruz bizler de buraya ait olmadığımızı. Gideceğimiz yer burası değil, kalmanın imkansızlığı ise; ışığın karanlığa gömüleceği kadar kesin. Çırpınan güzel ruhlu tertemiz canları mahkum etmek isteyen ham kullar,  seni de tapındıkları hiçe dahil etmek istiyor. Korkusuz ve akıllı olup, ökseye yakalanmamak gerek; çirkefin ve sahte sihrin gözleri kamaştırdığı bu alemde.
Çocuklar, ellerine tutuşturulan kırıntıyla mutlu olmasını bilirler. Büyümek çocukluğumuzu bizden alamaz; sadece hayallerimizden vazgeçmemiz için bizi kandırmaya çalışır. Üstelik bunu çoğu kez başarır da. Pinokyo'nun ve gitmek için sabırsızlandığı Oyuncaklar Ülkesi'nin bizim durumumuzdan iki farkı var: O yalan söyleyince burnu uzuyor; bir de defalarca kandırılsa bile, hayallerinin peşinden gitmeyi asla bırakmıyor. Bizler ise; burnumuz Kaf Dağı'na erişmiş halde, sonu olduğunu bildiğimiz çirkef için hayallerimizden vazgeçiyoruz. Tahtadan veya mekanik değiliz diye övünsek de boşuna. Kim gerçekten eşeğe dönüşüyor, çözemiyorum. Safça inanan mı; yoksa gönüllü kandırılmak isteyen mi?
Başladığımız andan itibaren hiçbir şeyi değiştirememek mi; yoksa değiştirdiğimiz halde sonucun tatmin etmemesi mi daha acı bu çirkefte, anlayamamak... işte insanı asıl üzen, anlayamamış ve anlaşılamamış olmak... Ötesi sadece ucuz bir roman. Başrol değil figüranız; ancak anlayabilmemiz zaman alıyor.
yalanlara inandım,gerçeği bildiğim halde...
Mükafat mı ister bu can;yoksa korkuyla mı tapar,çekinerek azaptan?Bilen bildiğiyle kalır,cahil nâdân tavırlıdır,hep korkar hesaptan.Ulu toy kurulup, "nefs" denen zalimin düğünü bayramı mı olacak?Ya da o zalim "nefs" helâk olup,lâyığını mı bulacak?Korku ejderhası yutup BEN denen güzeli "iyisi BEN'den,kötüsü lanetli iblis'ten" diyerek paçayı mı kurtaracak?Bırakın bu evhamı;Tanrı verir korkana da umana da BEN denen Canı.Ne korkar, ne umarım. Cehennemde toy kurup,cennette de yanarım:iş o ki;Ulu Baki adam yerine koyup cehennemin dibine atsın.Cennete girecek kadar temiz olanı Tanrım neden yaratsın?SEN'i sever,yalnız SEN'den beklerim.SEN yeter ki BEN'i sev,SEN'den başka ne isterim.
Çiçekli bir bahçeden geçip köşklerin en debdebelisine ulaşmak, varıp ak yüzünü karartıp, haketmediğine kavuşmak isteyen, varsın alsın istediğini. Biz o canız ki; bir misk-ü amber kokulu "gülşene" varıp, bahar gibi taze çiçeklerini koparmaya kıyamayanlardan olalım, ne çıkar. Adına cennet denen mekana gireceğime, yanımda nadide "tomurcuk gülüm" olmadan bir başıma; gireyim şimdiden, dönüşeyim, yanıp eriyen en adi bir cehennem taşına.
iddaa edildiği gibi herkesin beğendiği şey iyi ve güzel ya da beğenmediği kötü ve çirkin değildir. Algı, her zaman dış uyaranların tesirindedir. Bundan kurtulabilenler ve sade kendi çocuksu safi yüreğini dinleyebilenler görebilir, suretin aslını. Bu öyle anlatılamayacak bir şeydir ki; alelade taşı bile bir kimseye, dünyada her şeyden çok sevdirebilir. Ne ifade ettiğini yalnız o kimse bilir; lâkin o dahi tam olarak açıklayamaz.
uyutmayan bir ton düşünce.
Dar-ı dünyada nefessiz kaldım. Ütülmüş muradım, hayalim toz toprağa kardım. Çürüsün kahpe nefsin dileği, saygısız çorbacının tayfasıyım saydım. 

cedidacer
can sıkan şarkılar, dertliyken derin derin alınan nefeslerden bol miktarda, kafada kuyrukları birbirlerinin kadrajına bile girmeyen 1001 tane tilki. tüyleri gözüme batıyor.
gereksiz çaba...
Biraz çekirdek, bir kadeh şarap, bir kaç eğlenceli anı ve derin sessizlik. Ha bir de istanbulun ışıltısı.
inşaallah işin sonunda dönüştüğümüz şey, az da olsa, insana benzer. Yol çetin, zaman az. Ne de olsa Hayatta zoraki yaptıklarımız, gönlümüzce yaptıklarımızdan çok daha fazla.
B*k kaldı da işe yarar mı bilemem.
Bir kırgınlık bir yorgunluk bir umutsuzluk.
Derttir.
Bugünün yorgunluğu yarının umudu.

Her zamanki gibi aynı döngüde.
Geceyi gündüzle karıştıran, iyiyi kötüyle yarıştıran Ulu Baki: Affet! Kibrin derinine dalmış, günahlarda epey bir yol almış, haramı helale karmış, masumu suçlu saymışız. Ne desek boş! Ta ezelden ebede kadar hıyanetin kurma kolu, çirkinliğin nişangâhı, azgınlığın fişeği, zalimliğin tetiği olmuşuz. Ne için? Ne için olacak ciğerim: En bi' asil duyguların ve insanlığın katline ferman almışız. Tereddütsüz cinayeti işleyeceğiz ki; sırtımız sıvazlansın ve dünyanın zevkine dalabilelim. Öyle değil mi? Öyle, öyle... Yazık bizlere. Geceyi gündüzle karıştıran, iyiyi kötüyle yarıştıran Ulu Baki: Affet!
...biraz umut. Bu gece sıcacık sarılalım, tatlı rüyalara dalalım bari. Yarın güneş doğunca, nasılsa elimizden alacak bi' bahane bulur, dinine yandığımın kavanoz diplisi. Hiç değilse bu gece...
şarkılar. konuşmasanız da anlatır içinizdekileri.
Sabah 6 da kalkacak olduğumu bildigim halde kafamın içindekiler uyumama izin vermiyor. Benim için hayattan geceye uykusuzluk kalıyor bu aralar.
Gün içerisinde sikmediğiniz insanlar.

"Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız" lafı her ne kadar doğru olsa da üzerini örtmezsen de cezaevinde kalırsın. Bu kadar oç'la başka türlü baş edilmez aq.
Bazen ruh durgun bir su gibi, bazen de hırçın dalgalar misali, değişiyor bu hayat gailesinde. Kimi zaman sebepli sebepsiz bir ağlamaklı hal gelir, tutarsın kendini, patlamaya hazır bir volkan gibidir yüreğin; işte öyle dinine yandığımın kofti dünyasına en galiz ilençlerle ilenmek, sayıp dökmek anasına avradına hayatın ve küçük bir vicdanın pak sesiyle kendine gelmek... Sahibi miyiz bu bedenin? Hayır, emanet. Öyleyse bir emanet için bunca kahır çekmek nedir be birader.
güncel Önemli Başlıklar