bugün

bektaşi literatüründe hallac-ı mansur olarak anılıp, genelde de öyle kalsa da, oldukça uzun bi adı vardır aslında : ebu abdullah hüseyin bin mansur el beyzavi el hallac. doğayı ve kur'an'ı yorumlayabilmiş bir mevlevidir. ruhunu mirac'a ulaştırmak için "ruhani çile" çekmiş ve derin bir tefekkürle vahdet-i vücud mertebesine ulaşmıştır. ruhuna bakıp yaradan'ı görmüştür. bu, dönemin şeriat anlayışına ve abbasi halifelerine ters gelmiş, anlaşılamamıştır. aşk'la kendini tutamamış, en-el hakk demiş ve yanlış anlamış bir mutasavvıftır. vahdet-i vücud anlayışı yüzünden , fetva üzerine idam edilen hallac-ı mansur'un vücudu önce taşlanmıştır. amaç en-el hakk sözünden dönene kadar taşlamakken sözünden dönmemesi üzerine vücudu kesilerek parçalara ayrılmış, daha da diretmesi üzerine de dili kesilmiştir. işkence, yakılıp küllerini dicle'ye atılmasına kadar varmıştır. bunun üzerine taşan nehrin suları yine kendi vasiyeti üzerine durulmuştur. rivayete göre bir dostuna cesedinin parçalanıp yakılacağını ve küllerinin dicle'ye atılacağını, bunun üzerine dicle'nin taşacağını, ancak hırkasını nehre atarsa suların çekileceğini söylemiştir. veli'nin sözünün* anlamı çok sonra anlaşılmış ve bazı çevrelerce kabul görmüştür. "ben hakkım, ben yokum hak vardır, herşey o'dur, her canlının ruhunda o'ndan bir parça bulunur"...
Ası adı Hüseyin bin Mansurdur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum" diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; "Üzülme senin işini de biz halledelim" diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi.

Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri ikram ederdi. insanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi. 400 kişi ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Yiyecek hiçbir şey bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada ona gelerek hallerini arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 kişinin her birine bir kelle ile iki pide verdi
aydınlanma güç iş, bilgi ağır şey. seyr-i suluk tek başına yürünecek yol değil. hallac-ı mansur ona görünür olanın parlaklığıyla gözleri kamaşmış bir çaylaktı aslında. hakikatin parlak ışığı gözlerini o kadar kör etti ki, bu kadar göz önünde bulunanı etrafındakilerin anlamayışını anlayamadı.

ene-l hak diye bağırmak cesaret işi değildi yani, cehalet işiydi. pazar yerindekilerin "bu beden zahiridir, ben aslında bütünün zerresiyim, varlığım varlık'a armağan olsun" demek istediğini anlamayacaklarını bilemeyecek kadar "uçmuş"tu. susup hocalarının yanında "hakikat"i nasıl anlatacağını öğrenmesi gerekiyordu, yapmadı. yola girenin ilk aşamasını bile yerine getirmedi, konuşma orucunu tutmadı.

bilgiyi ilk farkedenin düştüğü büyük hatadan kurtaramadı yani kendini. hazır olmayana aktarılmayacağını düşünemedi. veli olabilirdi, deli oldu. tanrılık iddiasında olduğunu düşünen tanrı koruyucuları da kendi algı seviyelerinin gereğini yerine getirdiler.

demek ki neymiş; ne kadar anlatırsan anlat, karşındakinin anlayacağı kadarından fazlasını aktaramazsın. yunus emre manyak mıydı, dergahına kırk yıl odun taşıdı.
kendisine hallac denilmesinin nedeni, hallac olan bir arkadaşının dükkanında görülen bir kerametidir.
aldığı feyzin etkisiyle "enel halel hakk" (ben hak yolu üzereyim) diyeceği yere yanlışlıkla "enel hak" diyen bunun üzerine idam edilen insan. yani olay, türk filmlerinde olduğu gibi bir yanlış anlaşılmadan ibaret...
bir söylencede:

eğer bir gün hz. muhammed ile görüşmem nasip olsaydı ona: mirac gecesinde niçin yalnız kendi ümmetin için mağrifet istedin? diğer bütün kafirler için de merhamet isteseydin elbette esirgenmezdi derdim... bunun üzerine rasul-ullah (hz. muhammed)in ruhu ortaya gelerek.ona görünmüş ve hiddetle: benim tanrı iradesinden başka bir şey istememin imkanı var mıydı? deyince mansur niyaz edip özür dilemiş ise de kabul edilmemiş, başın fedası ile sulh olunacağı kendisine söylenmiş. mansurun idamıda bu nedenle yerine getirilmiş.
girdigi hanlarda kendisi çorba içip köpegine ziyafet çeken kisi. soranlara "bu köpek benim nefsimin temsilidir. o doymali ki bana zarari olmasin." babinda cevap verir.

"en'el hakk" sözünden farkli çikarimlar yapmak mümkündür. bir yorum ise söyledir; ben tanriyim, onun bir suretiyim, onun sifatlariyla bezeliyim. lakin onun haricinde var degilim. ondan gayri ve bir basima bir varlik degilim. "o ve ben" yok. o tek olandir. her şeydir. ben de bu "her şey"ligin dahilinde aslinda "O" yum. haricinde ise yokum.
Wolfgang gunter lerch' in bagdatta olum isimli kitabinda hayatini anlattigi kisilik. yanliz kitabi tavsiye edemiycem. Bir bugune, bir hallac'in zamanina gidip gelmeler cok kafa karistiriyor zira.
bayezid-i bestami'nin vahdetle ilgili coşkun sözleri onun üzerinde büyük etki yapmıştır. içinde yaşadığı bu coşkun hal hocalarıyla tartışmasına da sebep olmuştur. Cüneyd-i Bağdadi onun hocasıdır. onun idami ilahi aşkını en güzel gösterdiği an olmuştur. kesik kollarıyla yüzünü bedenini kana bulamış ve bunu aşk ile abdest almak olarak nitelendirmiştir. ahmed yesevi, yunus emre, mevlana gibi sonra gelen mutasavvuflar ondan eserlerinde sıkça bahsetmişlerdir.
"nefsini yapması gereken birşeyle meşgul et, yoksa o seni yapmaman gereken birşeyle meşgul eder." demiştir.
hurufilik ya da herhangi başka bir yol ile alakası olmayan velidir, sünnidir. velilere has olan sarhoşluk sırasındaki davranış ve konuşma sıkıntısı sebebi ile "haktan başka birşey yoktur" yerine "enel hak" dediği ve fıkıh da zahire göre hüküm verdiği için idam edilmiştir.
bir tasavvuf ehlidir. zamanın büyük din bilginlerindendir. hallac ismini şu sebebten ötürü almıştır, zira normalde hallaçlık işiyle iştigal olmamıştır hiç:

birgün hallaçlık yapan bir dostunun dükkanına gider. "ben senin işini görürüm, işin geri kalmaz" diyerek onu bir yere yollar. adam dönüşünde bakar ki bütün pamuklar atılmış. ( mansur, parmağının bir işareti ile o pamukları atmış.) bunun üzerine kendisine hallac takma adı verilmiş. bir diğer adı da hallac-ı esrardır yani gönüllerdeki sırları pamuk gibi attığı için.

ardından gelen bir çok mutasavvıfın düşüncelerinden yararlandığı insandır. "hamdım piştim oldum" üslubunda bir dervişlik hayatı geçirmiş hallac, insan-ı kamil (fenafillah) makamına eriştiğini düşündüğüm derya gönüllü bir insandır. diyar diyar gezmiştir, pek çok dini tanımıştır, mekkeye giderek kabe de nefsini terbiye etmek için 1 ay kapanarak çile sürecine girer. hallac-ı mansur'un mekkeye gelişini ebu yakup neh-recur-i şöyle anlatır:

"mekke'ye ilk gelişinde kabe'nin sahnında oturuyordu. hallac, bu bir yıllık süreci içinde oturduğu yerden sadece abdest almak ve tavaf etmek için ayrılmıştır. ne güneşe aldırıyordu ne de yağmura. her yatsı vakti yanına bir çörekle bir testi su konuyordu. bir çöreğin dörtte biriyle bir kaç yudum su alıyor geri kalanı çeviriyordu"

tasavvufta seyr i suluk unu tamamlamaya başlayan kişiler hakka öyle bir aşık olur ki cezbeye kapılırlar. işte enel hak da bu cezbenin bir ürünüdür. hallac ı söylediği zaman şirk olmaz, ama biz söylediğimiz zaman düpedüz şirktir. çünkü onu diyebilmek tasavvufta çok ileri derce bir olgunluğa ulaşmayı gerektirir. yanı artık kamışlıktan koparılan neyin tekrar vuslatına erdiği olgunluğa ulaşan hallac gibi kimseler diyebilir ancak.

bir çok çile çeken ve sonuçta maneviyatın en uç noktalarına ulaşan hallac zamanın din alimlerinin şekilciliğinden ötürü suçlanmış ve 8 yıl hapis edildikten sonra maliki kadısının emriyle önce 1000 kırbaçtan geçirilmiş, sonra uvuzları koparılmış sonra da derisi yüzülerek öldürülmüştür. bir rivayete göre, her uvzu enel hak demiş ve akıttığı kanı laileillallah yazmış ve doğa büyük bir zikr ile seslenmiş. her ne kadar günümüzde aleviler ve bektaşiler tarafından sahipleniyorsa da aslında evrensel bir dinsel görüşe sahip hallac ı mansurun özellikle butün ayrılıkları gereksiz gördüğü bilinmektedir. yani bir alevi, bir bektaşi, bir sunni ya da vs. değildir.

enel hak demesi mevzusuna gelince aslında bu öyle göründüğü gibi yüzeysel bir şey değildir. normal bir insanın tutup "enel hak" demesi olmaz. tasavvufta 7 makamın sonu fenafillaha ulaşan insan narın etrafında dönen pervaneliğin son aşamasına gelir ve narın bir parçası (yani allahın dünyadaki tecellisinden biri haline gelir). bu tür sayısı çok az insanın yaptıkları herşey allaha iman edercesine yapılır. yani yaptığı herşey allah ın elindendir. hallac ı mansur da büyük bir allah aşkıyla yanıp tutuşmakta olduğu için sonunda onun varlığında yok olacağı o aşamaya gelmiştir. lakin günümüzdeki insanlar, özellikle çarpık düşlünceleri olan dinsel felsefeler hiç çile çekmeden, iman etmeden vs. yapmadan bu "enel hak" düstürunu kendine malzeme yapmakta, onun akıl yıpratıcı derin içeriğini sığlaştırarak kısaca dile pelesenk olmuş bir piyasa ibaresi olarak kullanmakta, gözümüze sokmaktadırlar. zira hallac ı mansur kendi kitabı olan tavasinde "hak haktır, mahluk mahluktur der" ve enel hak sözünü şu şekillerde açıklar:

"halk'ta yer alan hak unsuru dolayısıyla hak, halk'la aynıdır. ben hakk'ım, zira ben hiç bir zaman hakk'la hak olmaktan vaz geçmedim.seninle benim aramda illahlık ve rablik(el-ilahiyye ve'r-rubiyye) yoktur. ey ben olan o, ve ben o'yum. zamandanlık ve ezelilik bir yana, benim benliğim ve senin o'luğun arasında hiç bir fark yoktur."
hazret bir gün yanındaki üç-beş kişiyle yürümektedir. ezan sesi duyar, dönüp minareye doğru bakar ve müezzinden için "sahtekar" deyip yüzünü buruşturur. Etrafındakiler hayrola dese de sebebini açıklamaz. Biraz ilerleyince bir demirci dükkanının önünde durur. Örsün üzerinde demir döven demirciyi bir kenara iter, örsün üzerine çıkar ve derinden bir tekbir getirir.

Mansur'un ayağının altındaki koca örs erir ve mansur'un ayakları toprağa değer. Mansur dönüp arkadaşlarına, "örs eridi, ben erimedim. ben de sahtekarım" der...
hincal uluc' un konusmalarinda benzetme gibi durumlarda basvurdugu ilk adrestir. bi de enel hak der durur hincalim ulucum.
bir tiyatro metni olarak hallac-i mansur'un infaz sureci...bilimsel bir eser kadar olmasada ogretici ve ayrica etkileyici.

http://members.tripod.com/haydaryalcinoglu/ *
hallac ı mansur yaşadığı devrin en büyük düşünürlerinden biridir. o yaratıcıyı kendi içinde hissetiği için enel hak demiş ve onun için işkenceyle öldürülmüştür. onu öldürenler ise, yaptıkları gayri insani bu davranışlarını yaratıcı için yaptıklarını söyleyerek, yaratıcının kudretini inkar ederek kendilerini yaratıcının yerine koymuşlardır. böylelikle asıl inkarcı kendileri olmuşlardır. yaratıcının her şeye kadir olduğunu, ve isteseydi hallacı mansurun canını o anda alabileceğini bilmiyorlarmıydı? ne yazık ki bu düşünce tarzı günümüzde halen mevcut dur. sivas da madımak otelini yakarak bir çok aydınımızı öldürenler de aynidir. kendilerinde insan canı almak hakkını gören ler, can vermek ve can almak yaratıcının hakkı olduğunu bilmelerine rağmen yaratıcıyı inkar etmiş olmuyorlarmı? bin yılı aşkın bir süre önce bağdat da ki abbasi halifesi muktedirin düşüncesi ile yaşayan, bu günkü türk müslümanlığı nın ayni ayni yönde olması, halen yaratıcının kudretini anlayamamış olmalarının göstergesidir. bunun sebebi ise dinimizin kitabı kuran ı kerimi okuyup anlamamış olmalarıdır.
öldürülmeden evvel şu duayı okuduğu rivayet edilir.

Allah'ım şu anda mevcud olan tüm tecelliler sensin.
Asılmaya giden,asmaya gelen ve asılanı seyredenler yine senin tecellindir.
Benim varlığım senin varlığının beşerîlik serabı,
senin varlığın benim varlığımın ilâhîlik serabıdır.
iki serab da sensin, iki ayrı serab olmadan.
Senin ezeliliğin benim sonradanlığımın tecellisi,
benim sonradanlığım senin ezeliliğinim tecellisi.
Bana verdiğin bu nimetlerin,
güzelliklerin sırları için şükrederim.
Şu topluluk senin kullarındır.
Dinlerine olan sadakattan dolayı
beni öldürmek için toplanmışlar.
Onları affet.
Bana açtığın sırları onlara da açsaydın
bunlar başıma gelmezdi.
bilinenin aksine "enel hak" felsefesi sözde mahkemede konu dahi edilmemiştir. öldürülmesinin ardındaki esas neden arap milliyetçisi, kokuşmuş abbasi devletine yönelik siyasi nitelikteki yıkıcı faaliyetleridir. kendisinden sonra gelen bir çok islam düşünürünü etkilemiş olan hallac türklerin islamiyeti seçmesinde de önemli bir role sahiptir.
Sufi el Hüseyin ibn Mansur iran"ın Beyza Köyünde dünyaya geldi. Kökeni Zerdüştü bir aileye dayanıyordu. Dedesi Muhamma Zerdüşt dinine bağlıydı. O da Ebu Müslüm"ün yol halifesi olarak Zerdüst inancının kurallarını sürdürmüş bir düşünürdü. Ailesi dinler, efsaneler, destanlar ülkesi iran"da oturuyordu. islam"la tanışmasına rağmen eski inancın izlerini de taşıyordu. Vericiler babamı islam"dan yüzyıllar önce Zerdüşt tarafından mistik zamanlarda vaaz edilen din ile halkımızın eski inancıyla tanıştırdılar diyordu.



Felsefe, teoloji, matematik, astronomi, edebiyat ve sanatın tartışıldığı Basra kenti ile tanıştı. Bu kent aynı zamanda Mutezililer gibi akılcı bir akıma da kucak açmış, beşiklik yapmıştı. Kimi hocalarının imanın çekirdeği aşktır sözü kendisini çok etkilemişti. Üstün bir zekaya sahipti. Dinsel konuların temelini irdelemek istiyordu. Fazla soru karşısında rahatsız olup tepki gösteren hocalarına; Hedefe ulaşmak mümkün değilse, yolda yürümenin ne anlamı var diye karşı çıkıyordu. Hocası Cüneyd Bağdad"i insan beyninin derinliklerini sarsıp çelişkiler yaratan tartışmalarını küfür kabul ederek: Küfürlerine devam edersen günün birinde darağacında öleceğim muhakkaktır diyor ve kendisini uyarıyordu. Kendisiyle tanıştığı bir Hindo"nun: Dünyanın yapısı birlikten başka bir şey değildir. Brahman sen kendinsin sözleri bu konuda var olan düşüncelerini daha da pekiştirmişti. Varlıkların birlikteliğini savunan Hallaca göre: Dünyadaki karanlık yada başka bir değişle kötülük, yaratılış gerçeğinde değil, insanın içinde bulunmaktaydı. Kürt düşünürlerinden Hallac-ı Mansur "Enel Hak" derken Tanrı ile bütünleşmeyi murat edinmişti. Bağdat sokaklarındaki bir sohbetini şu sözlerle bitiriyordu: Sevdiğim olan o, benim; ve sevilen olan ben, oyum! O dönemlerde bilge sufilerin kendilerine şiar edindikleri ve dillerden düşmeyen bir söz vardı: Hiçbir yara bize kalbimiz kadar acı vermez, hiçbir ilaç bizi kalbimiz kadar çabuk iyileştirmez. Ölüme adeta meydan okuyordu. Zindanda iken yüksek sesle okuduğu şiirin iki dizesi şöyleydi:



Yüce Mevla şudur senden niyazım:

Bu hapisten çağır beni yanına!



Sevdiklerine: Din senin içinde durmaktadır diye öğüt veriyordu. Onun amacı kalplerin Hallac-ı olmaktı. Bağdat"ta en fazla uğradığı ve sohbet ettiği mekanlar fakirlere ait olan yerlerdi. Bağdat"taki Abbasi hanedanını zorbalıkla suçluyor, yönetim adil olmak zorundadır diyordu. Düşüncelerini ezilen ve sömürülenlerden yana tavır koyarak açıklaması yönetimi harekete geçirmişti. Güney Irak"ta gelişen Hambeli ayaklanmasına korkusuzca sahip çıkıyordu. Bu yönüyle geniş kitleleri etkilemesi saray çevresindeki rantçı çeteleri endişelendirip saldırganlaştırıyordu. Miladi X. Yüzyılın birinci çeyreğinde Abbasi hanedanının başında bulunan Halife Mutazid"in zayıf yönetimine karşı sesler yükselmeye başlamış, Hambeliler"in ayaklanma tehditleri, binbir gece masallarına konu olan Dicleye nazır Bağdat saraylarının duvarlarını sarsıyordu. iran ve Mezopotamya düzlüklerinden efsanevi başkente doğru gelen yüzlerce ganimet yüklü kervanlarda azalma olmuş, buna bağlı olarak kentte ve çevresinde buğday kıtlığı baş göstermişti. Ekonomik sıkıntıdan etkilenmeyen, mevcut rantı paylaşan ve sarayı kuşatan bir avuç azınlık, halkın ilgisini başka yöne çevirmek için yeni entrikalar çevirmeye yönelik tezgahlar kurmak ve bir suçluyu bulma arayışındadır. Aranan kurban kısa sürede bulunur. Enel Hak (Ben Tanrıyım) diyen tasavvuf bilgini Hallac-ı Mansur halkın gözleri önünde işkenceyle öldürülürse hem isyanın eşiğine gelen halk korkutularak sindirilecek, hem de ekmek bulamayan kent sakinleri şeriat kurtuldu diye açlıklarını unutacaklardı. Sinsi planı bir an önce hayata geçirmek için kollar sıvanır. Çünkü bundan daha önemli bir bahane bulunamazdı. Yakalanan fırsatı değerlendirmek gerekiyordu.

Bağdat Kadısı Nail al Kurra ibn Mucella başkanlığında toplanan mahkeme heyeti verdiği ölüm fermanını Halife Mutazid"e onaylatmayı başarır. Hallac-ı Mansur"un önce kamçılanmasına, sonra bedeninin dilim dilim edilmesine, daha sonra da bir darağacına asılarak teşhir edilmesine ve sonra da kellesinin bedeninden ayrılarak yakılmasına karar verilir.



Suçu, egemenlerin bin yıllardır dillerinden düşüremedikleri bir söylemdi: Halkın arasına fesat soktu, şehrimizin çalışanlarına, meydanlara ve sokaklarına nifak tohumlarını ekti. Halkı isyana teşvik etti. Bağdat kolluk kuvvetlerinin komutanı ibn. Davut, kadılara cezanın bir an evvel infaz edilmesi için baskı yapıyordu. Kadılardan biri: Adalet ve ilahi aşk anlayışını dile getirdiler diye, köleler bir kez daha ayaklanıp devlet otoritesini parçalasın mı? diye feryat ediyordu. Mahkeme çevresinde Hallac aleyhinde slogan atan halkın öfkesi ılımlı mahkeme üyelerini korkutmuş ve sertlik yanlısı olanların safına itmişti. Sanık dine küfretmekten ve insanları isyana teşvik etmekten suçlu bulunmuştu. Cezası idamdı.



Hallac-ı Mansur"un suçu olmaktan öte siyasi olduğu fikri oldukça yaygındı. Hallac, büyük imparatorluğun kibarlarıyla çatışmıştı ve bu ne yazık ki çok kötü bir zamanda, Abbasi sülalesinin parlaklığını ve şöhretini yitirmeye başladığı bir anda gerçekleşmişti. Gerek halifenin imparatorluğunda, gerekse başka yerde en iyisi pamuk tarlalarına gitmek ve fazla konuşmamaktır diyen yazarlar da vardı.



Bugün bile geçmişi, kökeni ve sisteme karşı düşüncelerinden dolayı Ezidi Kürtler içinde büyük bir saygınlığa sahiptir. Ezidiler, Hallac"ın da kutsal perestgahları olan Laleş a Nurani de Şeyh Hadi"nin mekanında yattığına inanırlar. Yine kendisine karşı olan saygılarını som bakırdan bir tavusla simgeleştirmişlerdi.



Çarmıha gerili adamı başka türlü tarif etmek imkansızdı. Tüm işkencelere rağmen insanlığından bir şey yitirmemişti. Acı çektiğine dair herhangi bir emare göstermeyen adam, etrafına insanı büyüleyen bir kudret saçıyordu. Onu son yolculuğunda yalnız bırakmayan fakat çaresizlik içinde olan dostları da vardı. Hayranlarından Ebu Bekir Şıbli çarmıha çok yakın duran ve elinde kırmızı bir gül tutan adamdı. Kendisine yapılan işkenceler karşısında ağlayan sempatizanlarına: "Ben ancak ölürsem yaşayacağım" diyerek teselli etmeye çalışmıştı. Bu sözleri celladın yüzüne karşı da tekrarlamıştı. Rejime karşı olanlara ve ekmek derdine düşen halka biraz daha gözdağı vermek için Hallac"ın cesedi bir süre darağacında teşhir edildi. Tanınmayacak haldeki vücudu, herkes tarafından görülebilmesi için, bir süre daha idam sehpasında rüzgarın okşayışlarına bırakıldı. Sonra da kafası kesildi ve vücudu yakıldı. Olağanüstü bir yok etme şekli.



Takvimler miladi 922"yi gösteriyordu. Cinayetin işlendiği yer: Arap islam devletinin yönetim merkezi BAĞDAT"tı.

alıntıdır.
"Allah'a kavuşmak için iki rekat namaz da yeter. Ancak, böyle bir namaz için abdesti, insanın kendi kanı ile almış olması gerekir." diyen tasavvuf ehli.
Hallac Bin Hüseyin Mansur, Miladi 858 yılında iran'ın Fars eyaletine bağlı Beyza kasabasında doğmuştur. Yıllarca büyük sofiler arasında ömür geçirmiş, bu arada ünlü mutasavvıflardan Abdullah Tüsteri, Cüneyd-i Bağdadi ile birlikte bulunmuş sonra diyar diyar dolaşarak gezdiği yerlerdeki Velilerle görüşmüştür. Son günlerinde ilahi coşkuya tutularak Ene'l Hak demeye başlamıştır. Bu sözler bazı din bilginlerince yadırganmış, büyük tepkilerle karşılanmış, susturulması gerektiği düşünülmüştür.

Hallac, Bağdat'ta önce hapsedilmiş, kendisine hayli işkenceler yapıldığı halde yine de davasından vazgeçmemiştir. Nihayet çağının ünlü alim ve sofilerinden Şibli'nin fetvasıyla darağacına çekilmiş ve bu son işkence sırasında çektiği acılara katlanmış, ancak karşısında kendisine çamur atan insanların arasında Şibli'yi görünce ağlamıştır.

Mevlana, Hallac'ı ve onun Ene'l Hak sözündeki inceliği anlamayanları mesnevi'de şöyle kınamaktadır;

Kalem bir gaddarın elinde olunca,
Şüphesiz Mansur darağacına çekilir.

Mevlana, yine mesnevi'de Ene'l Hak sözünün gerçek anlamını şu temsil ile açıklamaktadır;

Soğuk bir demiri ateşe atarsanız, o tıpkı ateşin korları gibi kızarmaya başlar, rengi ve şekli ile muhteşem bir ateş parçası haline gelir. O zaman o demirin hal dili ile, 'ben ateşim, ben ateşim' demesi boş değildir; evet o ateştir. inanmazsan elini sür onu bir sına!.
(bkz: Taş ve Çiçek)
922 yılında Bağdat'da mollaların verdiği fetvayla zındıklıkla suçlanan ve çarmıha gerilen sufi.
Diyar diyar dolaşıp insalara islam dinini anlatan ve bunun mükafatını abbasi halifesi Muktedir'den alan düşünür.
Öyleki;
idam'dan önce (darağcına çıkarken) halk "Enel hak" dediği için onu taşlamıştır ama bunlara sırıtmıştır taşlar onun canını acıtmıyordur evvela aradan ona dostu tarafından atılan gül onun canını acıtmıstır, ve dostuna dönerek o insanlar işin aslını bilmiyor işin aslını bilen ise sensin en çokta orası acıttı demiştir.
görünmez olabiliyormuş kendisi...
güncel Önemli Başlıklar