bugün

birbirlerini sevdiklerine dair methiyeler düzülmüs,en acıklı ask hikayelerine konu olmus , tasavvuf seyhlerinin ve mistik edebiyatcıların bitmek tükenmek bilmez argümanı olmus bu ikilinin birbirlerini sevdiklerini bu ikili haric bütün dünya bilmektedir..garip bir asktır ırkcılık hatta türcülük yapılmamıs bir bitkiyle bir hayvan arasında kendilerinin de haberi olmadan dünyanın en büyük asklarından biri filizlenmistir..

-lan gül ne buluyon o bülbülde anlayamıyorum..cok tüylü be..bir de kuyrugu cok uzun ..mutlu edebiliyor mu bari seni?? hisssttttttt gülllll sana diyom..alooooooo duymuyon mu?? hee sen bülbülü düsünüyon de mi neyse ben seni yalnız bırakayım birazdan bir kac mecnun damlar sana bakıp siir falan yazarlar hadi kal saglıcakla.
divan edebiyatında gül ü bülbül şeklinde geçerler.
bu ikiliyi konu ederek, mısralar yazılmıştır.

utançtan al al olmuş kan dolmasıyla güller,
aşina olmuş idi çevresine bülbüller.

bülbül Rabbe bağlıydı, değildi güle aşık,
bahçesinde manzara hayat kadar karışık.

Farika Teymur

düş yollara, iki gözün aksa da, kavuş güle, gül seni bıraksa da.

Nurullah Genç

yıkılmış dilberin mamur illeri, susmuş bülbül, söylemiyor dilleri,
dağılmış sümbülü, solmuş gülleri, yüzüne dökülmüş teller perişan.

Karacaoğlan
mazmundur. tüm edebi sanatlar kullanılarak gül ve bülbül mazmununa telmih yapılır.
(bkz: gül ile erdoğan) *
aşktır ve kavuşmak yoktur...

"aşk kim kalbe gıdadır ne yenir ne yutulur
bir demir leblebidir çiğneyene aşk olsun" *
(bkz: mıkır ile lıkır)
"senden bilirim yok bana bir faide ey gül
gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül"
gül ve bülbülün hikayesini ne de güzel anlatır nevres-i kadim'in şiirindeki bu iki dize.
aski tanimlarlar.

br cok hikaye de ve sarkida oldugu gibi, zeki muren'in bulbul asikmis gule sarkisinda da ele alinmistir.
tasavvuf tavrının ve edebiyatın iki vazgeçilmez unsurudur. çünkü gerçek aşkı anlatırlar. buna göre bülbül güle aşıktır. bir çaresiz aşk gibi tek kişilik bir aşk yaşadığını sanır. o kadar çok sever ki gonca halindeki gülü başında geceden sabahlara kadar aşk şarkıları söyler. söylediği müddetçe yanar kül olur. nihayetsiz bir aşkın pançesinde kıvranmaktır onun figanı, ama hiç vazgeçmez gonca gülün açıp kendinise cemalini göstermesi için geceler boyu figan eder. ve günün ilk ışıklarında da sevgilisine yakarmaktan bayılır ya da yorgun düşer ve derin bir uykuya dalar. halbuki gül de sevmektedir bülbülü. lakin kavuşamazlar bir türlü çünkü gonca gül sabahın ilk ışıklarında açmaktadır bu saatte ise bülbül derin uykusundadır. salt aşk olan bu durum mutlu değildir. özlem yüklüdür. ne bülbül görebilir gülün çehresini, ne de gül karşılık verebilir figana. karşılıksız gibi görünen ama karşılıklı bir aşkı en şiddetli hissedendirler.
osmanlı zamanında aşktan, sevgiden, sevgiliden direkt olarak bahsetmek yasak olduğu için sevme, sevişme sevgiliyle birlikte olma durumlarının üstü kapalı olarak anlatıldığı kalıptır.
Çok muhterem bir zat olan Türk Dili ve edebiyatı hocam bir gün derste tahtaya şu dizeleri yazdı:
"Gel gül dedi bülbül güle gül gelmedi gitti.
bülbül güle gül bülbüle yar olmadı gitti."
Tabi akabinde bu dizelerin Edebiyat Fakültesinde öğrenci iken kendi yazdığı dizeler olduğunu öğrendik. Ehli edep ve mert adamdı. Sözünün gerçek dışı olacağını sanmıyorum. Ancak yıllar sonra internette bu dizelerin biraz değiştirilerek anonimleştirilmiş olduğunu görünce yazma ihtiyacı hissettim. Okuduğumuzda gerisinde vuslatsız hazin bir aşk hikayesinin olduğunu hissettiğimiz bu mısraların sahibi olan sayın hocama ismini zikretmeden gülü ve bülbülü böylesine övdüğü için hürmetler ederim.
ne olursa olsun ikisinin özündede bir burjuvalık * vardır. kim gördü gariban mahallesinde gül dalında bülbülü
bir gülün çevresi dikendir, hardır
bülbül gül elinden ah ile zardır
ne de olsa kışın sonu bahardır
bu da gelir bu da geçer ağlama ...
*
divan edebiyatının vazgeçilmez mazmunudur. şiirlerde mutlaka yer alır. genel olarak gül eziyet çektiren vefa bilmeyen, aşığa her türlü cefayı reva gören zalim bir sevgilidir; bülbül ise mecnun, kerem, ferhat vb gibi umutsuz, divane, ama dünyanın en büyük aşığıdır. ki bu aşk elbetteki kavuşamadıkları için büyüktür. * binbir hikayesi varsa da en etkileyici olanı şudur.

beyaz gonca, her türlü cefayı reva gördüğü divane aşık bülbüle bir türlü yüz vermemekte o destansı güzelliğini göstermemekte; bir türlü açmamakta imiş. koskoca kışı sevgilisinin açtığı, ona gül yüzünü gösterdiği anı görebilmek ümidiyle geççirmiş bülbül ise bu anı kaçırmamakta kararlıymış. geçmiş gülün bir dalına ve onun açacağı zamanı beklemeye başlamış. gül ise yine inat etmiş ve açılmak bilmemiş bir türlü. bülbül uykusuz geceler geçirmiş, günler geçirmiş; en sonunda uyku ağır bastırır gibi olmuş bir an için dalıp da gülün açışını kaçırmamak için büyük uğraşlar veren bülbül ne yaptıysa da uykusuna engel olamayıp o daıln üzerinde uykuya dalıvermiş.uykusundan büyük bir sarsıntı ile uyanmış ve gülün açıldığını, o dilleri kenetleyen , gözleri mühürleyen güzelliğini başka bir aşık ile paylaşmakta olduğunu görmüş. o anın da verdiği yorgunlukla durduğu daldan büyük bir hızla düşemeye başlamış. artık yaşamak için hiçbir gayesi kalmamış, hem o sevgilisinin açışını görememiş hem de rakibine meylettiğini görmüştür. düşerken gülün dikenleri bir bir çizmiştir bülbülün dört yanını ve bülbül cansız bir halde gülün dibine düşmüş. işte rivayet edilir ki o günden sonra açan bütün güller bülbülün kanı nedeniyle kıpkırmızıdır.

bunun yanısıra divan edebiyatının en güzel dizelerinde de hep gül bülbül geçer, ama hiçbiri şu beyit kadar güzel değildir:

gül gül dedi bülbül güle gül gülmedi gitti
gül bülbüle bülbül güle yar olmadı gitti
(bkz: düzeyli ilişki)
gül cefa verendir bülbül cefa çeken. gül aşıktır bülbül maşuk. bülbül gülü canından çok sever gül bülbülü toz zerreciği kadar sevmez.
bülbül değilmi bıkmaz gül değilmi cefadan bıkmaz.
edebiyatımızda onlarca değişik varyosyonunun bulunduğu aşk hikayesidir,kahramanları birer mazmundur.
en güzel özetini şu beyit yapar:

"gül gülse, daim ağlasa bülbül acep değül;
zira kimine ağla demişler, kimine gül.
bir küçücük gül ile minicik bülbülün aşkıdır bu. biri ottur, biri kuştur diye küçümseme gafletine düşmeyesiniz. o minicik bülbül ki; boyuna posuna, bir lokmacık etine bakmadan semada uçuşup dururken öyle bir koku almış ki, bir anda başı dönmüş kolu kanadı kırılmış. gülün rayihasının meftunu olup acep nerden gelir bu koku diye uzun bir müddet bu güzel kokunun sahibesini aramış. bulamayınca da yüksek bir yere konup yanık yanık ötmeye başlamış.

kaşları yayım çehresi ayım,
benlerim çoktur akranım yoktur,
bir yüzüm ahım zülfü siyahım,
bakıp durmalı cana sarmalı hemen almalı.

gül uzaklardan gelen bu hoş serencamı işitmiş ve o da bu güzeller güzeli sesin sahibine bir anda meftun olmuş. rayihasından olabildiğince kokuları rüzgarın peşi sıra savurmuş. bülbül rüzgarın peşi sıra gelen bu kokuyu takip etmiş. bülbül gülü görmeden kokusuna meftun olmuş gül bülbülü görmeden sesine aşık olmuş. aşıkla maşuk vuslat hasretiyle yanıp tutuşurken kavuşmaları çok uzun sürmemiş. derken, vuslat hasrete mani olamamış. bülbül güle öyle sevdalanmış ki onun her halini görmek istemiş. yaprağın da benim, dikenin de benim, ezan da benim, cefan da benim olsun demiş. gül de sevdalısına en güzel kokularını sunabilmek için bir açmış, bir solmuş, bir solmuş, bir açmış. ona en güzel halini göstermek istemiş. gül kokusuyla dile gelmiş.

ah benim efendim servi bülendim
izzette yekta saadette bihemta
muhabbette la nazir güzellikte bi kusur
candan azizim şekerden lezizim
efendim canım sultanım makbulünüz olmaktır niyazım.

her aşkın bir cilvesi vardır. bülbülle gülün aşkının cilvesidir, kavuşup hasretlerinin son bulmamasıdır. yani vuslatın hep bir başka bahara kalması. bülbül öttükçe gül açmış, açtıkça kokusu bütün aleme yayılmış, gül utancından gonca haline dönmüş, bülbül gülün bu halini görebilmek için ötmüş, ötmüş, ötmüş. gelgelim gülün tomurcuktan gonca haline geçtiği sıra bülbül hep bitap düşüp yorgunluktan gaflete, uykuya dalmış. her uyandığında gül açmış, bülbül feryat edip göremediğine yanmış…
o günden beri her sabah vakti bu ızdıraplı aşk tekerrür edip durmuş. bülbül sevdiğinin gonca halini görebilmek ümidiyle bir ömür ötmüş. gül ise sevdiğinin en güzel halini görebilmesi ümidiyle bir ömür boyu açmış açmış, solmuş.

“ne gül sevmek kolay, ne de gül olmak.”
bülbül olmayı seçtiysen bir ömür yanacaksın. gül olmayı seçtiysen bir ömür solacaksın.

heredot cevdetin ağzından dinlemek isteyenlere
http://www.youtube.com/watch?v=tOXWf7DFjWA
Genç öğrenci: "Al bir gül görürsem benimle dans edeceğini söyledi. Fakat bütün bahçemde bir tane bile al gül yok." diye ağladı.

Bülbül Karameşenin içindeki yuvasından bunu duydu, yaprakların arasından bakıp merak etti.

Genç: "Bütün bahçemde bir tanecik al gül yok!" diye ağladı, gözleri yaşla doldu. "Ah şu mutluluk... ne hiçten şeylere bağlı! Bütün akıllı insanların yazdıklarını okudum, felsefenin bütün sırlarına erdim de gene kırmızı bir gülün yokluğu hayatımı perişan ediyor."

Bülbül: "işte nihayet “gerçek âşık”ı buldum." dedi. "Hiç tanımadığım halde onu gecelerce terennüm ettim, gecelerce onun destanını yıldızlara okudum, şimdi kendini görüyorum. Saçları sümbül kadar koyu; dudakları yüreğinin titrediği gül kadar al. Fakat ihtiras yüzünü fildişi gibi soldurmuş, keder alnına damgasını vurmuş.

Genç öğrenci, "Prens yarın gece balo veriyor." diye söylendi, "Sevgilim de gidecek. Al bir gül götürebilirsem gün ağarıncaya kadar benimle dans edecek. Kırmızı bir gül götürebilsem, onu kollarımın arasına alacağım, o başını omzuma dayayacak, elleri de avucumun içinde kalacak. Fakat bahçemde hiç al gül yok, demek yapayalnız bir köşede oturacağım, o da yanımdan geçecek, bana hiç bakmayacak, gönlüm kırılacak.”

Bülbül, "işte gerçek âşık bu." dedi.

"Benim şakıdıklarımın acısını o çekiyor: bana heves, ona yas. Aşk acayip bir şey kesinlikle!

Zümrütlerden daha değerli, gökkuşağından daha değerli. incilerle, lâllerle değişilemez, pazara da çıkarılamaz. Ne tacirlerden parayla alınabilir, ne de altın teraziyle tartılır ... "

Genç öğrenci, "Orkestra çoşkuyla çalacak, sevgilim de harpla kemanın sesine uyup dans edecek. Öyle hafif dans edecek ki ayakları bile yere değmeyecek, mabeyinciler de etrafına üşüşecek, fakat benimle dans etmeyecek, çünkü ona verecek al gülüm yok.» diye kendini otların üstüne attı ve elleriyle yüzünü kapayıp ağladı.

Kuyruğu havada küçük bir Yeşil kertenkele yanından hızla geçerken sordu,

"Niye ağlıyor?"

Bir güneş hûzmesinde titreyip duran Kelebek:

"Sahi, neye?" dedi.

Bir papatya, yanındakine fısıldadı:

"Evet neye?"

Bülbül cevap verdi,

"Bir al gül için ağlıyor."

Hepsi bir ağızdan:

"Al gül için mi?" diye bağırdılar. "Ne gülünç şey!"

Küçük Kertenkele de pek alaycı bir şeydi, kahkahayla güldü.

Fakat Bülbül, Öğrencinin kederindeki sırrı anladı. meşe ağacında sessiz sessiz oturup aşkın esrarını düşündü.

Birdenbire boz kanadlarını açıp kendini havaya bıraktı. Ağaçlı yamaçların içinden bir gölge gibi bahçeyi dolaştı.

Çimen tarhın ortasında güzel bir gül fidanı vardı. Bülbül bunu görünce sürgünlerinden birinin üzerine kondu.

"Bana al bir gül ver de sana en güzel şarkımı okuyayım." dedi.

Fakat fidan başını iki tarafa salladı.

"Benim güllerim beyazdır." diye cevap verdi. "Denizin köpüğü kadar beyaz. Dağların üstündeki karlardan daha beyaz. Fakat eski güneş saatinin etrafında yetişen kardeşime git. Belki istediğini o verebilir."

Bülbül de eski güneş saatinin etrafında yetişen gül fidanına gitti.

"Bana al bir gül ver de sana en güzel şarkımı okuyayım." diye seslendi.

Fakat fidan başını iki tarafa salladı:

"Benim güllerim sarıdır…" diye cevap verdi. "Kehribar bir taht üstünde oturan deniz kızının saçları kadar sarı. Tırpancılar tırpanlarıyla gelinceye kadar çayırlıkta açılan altın top çiçeğinden daha sarı. Fakat öğrencinin penceresinin altında yetişen kardeşime git, belki istediğini o verebilir."

Bülbül de öğrencinin penceresi altında yetişen gül fidanına gitti.

Fakat fidan başını iki tarafa salladı. "Benim güllerim aldır." diye cevap verdi.

"Kumrunun ayakları kadar al, okyanusun kovuklarında sere serpe dalgalanan mercan kanatlarından daha al. Fakat kış, damarlarımı kavurdu, don tomurcuklarımı kopardı, bora kırdı. Bu yıl artık hiç gül veremiyeceğim.

Bülbül, "Bütün istediğim al bir gül." diye haykırdı. "Bir tanecik al gül! Onu elde etmemin hiçbir çaresi yok mu?"

Fidan, "Bir çare var" dedi "Fakat o kadar korkunç ki söylemeye cesaret edemiyorum."

Bülbül, "Söyle, ben korkmam." dedi.

Fidan, "Al bir gül istiyorsan, onu ay ışığındaki ezgilerden kendin yaratıp, kendi kalbinin kanıyla boyayacaksın. Kalbini bir dikene dayayıp bana şarkı okumalısın; diken kalbini delmeli, senin can kanın da benim damarlarımdan içeri boşalıp benim olmalı"

Bülbül, "Bir al gül için ölüm çok yüksek paha," diye haykırdı, "bütün âlem için de hayat çok kıymetli. Yeşil koruda oturup altın arabasında güneşi, inci arabasında da ayı seyretmek ne güzel! Karaçalının baygın kokusu tatlı, vadilere gizlenen mavi boru çiçekleri hoş, kırlarda biten fundalar sevimli. Fakat gene Aşk, Hayattan üstün. Sonra insan kalbinin yanında bir kuşun yüreği nedir ki?"

Ve boz kanatlarını açıp kendini havaya bıraktı. Bahçenin üzerinden bir gölge gibi silindi, bir gölge gibi ağaçlı yamaçtan indi.

Hâlâ genç öğrenci bıraktığı yerde çimende yatıyordu, güzel gözlerindeki yaşlar da hala kurumamıştı.

Bülbül, "Mutlu ol" diye haykırdı, "Mutlu ol, al güle kavuşacaksın! Ben onu ay ışığında ezgilerden yaratıp yüreğimin kanıyla boyayacağım…. Buna karşılık bütün senden istediğim hakiki bir âşık olmak, zira aşk felsefeden akıllıdır, felsefe akıllıysa da, kudretten daha dehşetlidir, kudret dehşetliyse de… Kanatları alev rengindedir.. Alevle boyalı vücudu vardır. Dudakları bal kadar tatlı, nefesi karanfil buhûru gibidir.”

Öğrenci çimenden başını kaldınp baktı ve dinledi, fakat bülbülün kendisine ne söylediğini anlayamadı, çünkü o ancak kitaplarda yazılı şeyleri bilirdi.

Fakat meşe ağacı anladı, üzüldü, çünkü kendi dalları arasında yuva kuran Bülbüle pek düşkündü.

"Bana" dedi, "son bir şarkı oku, çünkü sen gidersen pek kimsesiz kalacağım."

Ve Bülbül Meşe ağacına şarkı okudu, sesi gümüş bir testiden dökülen suyun sesini andırıyordu.

O şarkısını bitirince öğrenci kalktı, cebinden bir defterle bir kurşun kalem çekip çıkardı.

Ağaçlıktan çıkarken kendi kendine:

"Bülbülde şekil var, bu inkar edilemez; fakat duygusu var mı? Hiç zannetmem. Tıpkı birçok sanatkâr gibi, baştan başa üslûp, samimiyeti hiç! Kendini başkası için feda etmez, bütün düşüncesi musikî; herkes de bilir ki sanat hodbindir. Gene kabul etmek lazım ki sesinde bazı güzel nağmeler var. Yazık bunlar hiçbir mana ifade -etmiyor, eylemde bir işe de yaramıyor." Diye not aldı… Odasına gidip küçük ot yatağına uzandı ve sevgilisini düşünmeye başladı, az sonra da uykuya daldı.

Gökyüzünde Ay görününce Bülbül gül fidanına gidip göğsünü dikene dayadı. Bütün gece göğsü dikende öttü, buz gibi billur Ay da sarkıp onu dinledi. Bütün gece öttü, diken göğsünden içeri girdi, ve can kanı vücudundan çekildi.

ilkin oğlanla kızın içinde doğan aşkı terennüm etti ve Bülbülün şarkıları birbiri arkasına sıralandıkça gül fidanının en üst sürgününde yaprak yaprak nefis bir gül açıldı. Önce uçuk bir rengi vardı, nehirlerin üzerine serilen sis kadar uçuk. Sabahın ayakları kadar soluk. ilk alacakaranlığın kanatları gibi gümüştendi. Tıpkı bir gülün gümüş bir aynaya vuran aksi, gümüş bir suya vuran gölgesi nasılsa gül fidanının en üst dalında açılan gül öyleydi.

Fakat Gül fidanı Bülbüle, "Dikene daha sıkı yaslan” diye seslendi. "Daha sıkı yaslan küçük Bülbül, daha sıkı yaslan, yoksa gül bitmeden gün doğacak."

Bülbül dikene daha sıkı yaslandı ve ötüşü kat kat yükseldi, çünkü erkekle kızın ruhundaki ihtirasın doğuşunu terennüm ediyordu.

Ve gülün yapraklarını hafif bir pembelik bürüdü…. Tıpkı gelinin dudaklarını ilk öpüşünde güveyinin yüzünü kaplayan pembelik gibi. Fakat daha diken gülün kalbine değmemiş, gülün kalbi de beyaz kalmıştı, çünkü gülün kalbini ancak bir bülbülün kalbindeki kan kızartabilirdi.

Fidan Bülbüle, "Daha sıkı yaslan." diye seslendi, "Daha sıkı yaslan küçük, Bülbül, daha sıkı yaslan, yoksa gül bitmeden gün doğacak."

Bülbül dikene daha sıkı yaslandı, diken de Bülbülün kalbine değdi, ve bütün vücudunda acı bir ıstırap ürperdi. Yana yana acıdı, acı acı öttü, çünkü ölümle tamamlanan aşkı, mezarda ölmeyen aşkı terennüm ediyordu.

Nefis gül kızardı, tıpkı şark havasının gülü gibi, yaprakların çevresi kıpkırmızıydı, kıpkırmızı kalb yakut gibiydi.

Fakat Bülbülün sesi hafifledi, kanatları titremeye başladı, gözüne bir perde geldi, şarkısı gitgide soldu, soldu, boğazına bir şey düğümlenir gibi oldu.

Son coşkun bir nağme saldı, beyaz Ay işitti, fecri unuttu, gökyüzünde kalakaldı. Al gül duydu, bütün vücudu titremeyle ürperdi, ve yapracıklarını soğuk sabah havasına serdi. Yankı onu kırlardaki eflâtun mağarasına taşıdı, uyuyan çobanlan rüyalarından ayırdı; nehrin sazları üzerinden esti, onlar da haberini denize götürdü.

Fidan, "Bak, bak!" dedi, "Artık gül tamamlandı." Fakat Bülbül cevap vermedi, çünkü uzun çayırların içinde, kalbinde diken, cansız yatıyordu

Öğleyin öğrenci penceresini açıp dışarıya, "Aman ne eşsiz bir talih" diye haykırdı. "işte al bir gül…! Bütün ömrümde hiç böyle bir gül görmedim. O kadar güzel ki mutlaka uzun, Latince bir adı vardır." Ve uzanıp kopardı.

Sonra şapkasını giyip elinde gülle koşa koşa profesörün evine gitti.

Profesörün kızı kapı önünde oturmuş bir makaraya mavi ipek sarıyor, köpeği de ayağının dibinde yatıyordu.

Öğrenci, "Al bir gül getirirsem beniınle dans edeceğinizi söylemiştiniz," dedi, "işte bütün dünyanın en al gülü. Bu gece tam kalbinizin üstüne takacaksınız, biz dans ederken sizi nasıl sevdiğimi o anlatacak."

Fakat kızın kaşları çatıldı.

"Galiba giysilerime yaraşmayacak." cevabını verdi. "Sonra Başmabeyinci'nin yeğeni bana saf mücevher göndermiş, herkes de bilir, mücevherler çiçeklerden çok pahalıdır..!”

Öğrenci hiddetle, "Vallahi pek nankörmüşsünüz."diye gülü sokağa fırlattı; gül oradan su yoluna düştü ve üzerinden bir arabanın tekerleği geçti.

Kız, "Nankör ha?" dedi, "Ben size bir şey söyleyim mi? Siz pek kabasınız; nihayet siz kim oluyorsunuz? Bir öğrenci parçası. Eminim. ayakkabınızda Başmabeyincinin yeğenindeki gibi gümüş toka bile yoktur." diye sandalyesinden kalkıp eve girdi

Öğrenci dışarı çıkarken, "Aşk ne saçma şeymiş" dedi, "Mantığın yarısı kadar bile faydası yok, çünkü hiçbir şey ispat etmiyor, sonra daima olmayacak şeylerden birini söylüyor, insanı da doğru olmayan şeylere inandırıyor. Doğrusu eylemde hiç yararı yok… Hem bu yüzyılda eylem her şeyin başı, ben gene de felsefeye dönüp metafizikle uğraşayım" diye odasına gitti ve koskoca tozlu bir kitap çıkarıp okumaya başladı."

Oscar Wilde / Gül ile Bülbül
(bkz: mazmun)
asıl adı 'göt ile bülbül' dür.

hikaye de kırıtarak yürüyen bir hatunu kesen bülbülün hisli hisli ötmesidir.
https://m.youtube.com/watch?v=mlcQZMYSRjE

Bu videoda çok güzel anlatılmışdır. Aşk yüreği olanlar içindir...
gül ile bülbül hikayesi edebiyatımızda çok sık işlenen bir aşktır. bülbül güle aşıktır. tasavvufi anlamda bülbül derviş, hak aşığı, gül ise allah'ı veya hz. muhammed'i temsil eder. bülbül aşkı için türlü çileler çeker. gülün dalına konup onu izler ve yanık yanık öter. o öttükçe gülün dikeni bülbülü yaralar ve yaradan akan kan güle damlar. gülün kırmızı renginin bülbülün kanından geldiğine inanılır. bülbül acı çeken sadık âşık, gül ise kendisini naza geçen mâşuktur.