bugün

30 Mart - 6 Mayis tarihleri arasinda "Gilles Deleuze Icin" adli bir sergi düzenleniyor. Ali Akay'in küratörlügünü yaptigi sergide, Deleuze hakkinda hersey var. Kitaplari bile okunmak icin AkSanat'in üst katinda bekliyor.

http://www.akbanksanat.com
enformasyon kavramını sorgulayarak değişik bakış açıları getiren, iki konferans adlı kitabıyla yaratma eylemini, sanatı-sanatçıyı ve yaratmanın zorunluluk olması durumlarını inceleyen çağdaş düşünce adamıdır.
intihar etmeden bir süre önce michel foucault yu aramış ve "buralarda daralıyorum, bunalıyorum..." demiştir.
(bkz: kritik ve klinik)
(bkz: deleuze guattari ikilisi)
gilles deleuze'de öteki post-yapısalcı düşünürler gibi, genel felsefe tarihinin eleştirisiyle çalışır, ve onu yeniden kurgular.
bu girişim, bilinen anlamda felsefe tarihi anlayışının yerle bir edilmesi anlamına gelir. sabit bir varlık fikrini sorgular deleuze ve özne-nesne ilişkileri üzerine kurulu kuramları devirmeyi amaçlar. bir tür ayrım felsefesi'dir ve gilles deleuze'nin istediği diyebiliriz.
başka bir değişle ise olay ya da oluş felsefesi söz konusdur burada. bu yepyeni bir düşünmenin temellendirilmeye çalışılmasıdır.
okuduğu filozoflara "arkadan yaklaşmakla" tanınan filozof. keşke hepimiz, onun deyişiyle gayri meşru çocuk sahibi olabilseydik ... mikro-faşizm herhalde böyle yıkılırdı.
http://deleuzelectures.blogspot.com/ adresinden derslerine erişilebilecek kişi ya da kurum. tabii sadece ingilizce bilen sevgili yazarlarımız faydalanabilecek bu blogdan...
anti-oedipus isimli kitabı mükemmeldir, bir solukta olmasa da düşünerek, altı çizile çizile okunasıdır.
anti odip - 1980

http://www.youtube.com/watch?v=wtueJMw7s-c&feature=related
''ahlaki değerlerin bir eleştirisine ihtiyacımız var; ve öncelikle sorgulanması gereken de bu değerlerin değeri.'' nietzsche ''genel olarak değerlerin soyluluğundan söz etmek, kendi alçaklığını saklamakta çıkarı olan bir düşünceye tanıklık eder: oysa kimi değerler anlamlarını, alçak, bayağı, köle olanın sığınakları ve ifadeleri olmakta bulurlar. değerler felsefesinin yaratıcısı nietzsche, biraz daha yaşamış olsaydı, en eleştirel kavramın en yavan ve en alçak ideolojik konformizme hizmet ettiğini, felsefenin çekiç darbelerinin yaltaklık darbelerine dönüştüğünü, kavganın ve saldırganlığın yerlerini kurulu düzenin azılı bekçisi, yürülükteki değerlerin köpeği olan hınca bıraktığını, soybilimin de köleler tarafından kullanıldığını görecekti.''

Friedrich Nietzsche'yi deleuze'dan; nietzsche ve felsefe ** kitabından okumak, derinden duyumsamak hatta özümsemek; gerçekten yaşamaya başlamak için yapılacaklar listesinde en başlarda olası eylem...
Her bokun kendisine bağlandığı filozof. Felsefe okuyanların ya da felsefe bölümü okuyanların belli filozoflar [iyi] bilinmediğinde takıntıya dönüşebilme ihtimali yüksektir. Bu noktada felsefe konuşulduğunda beyin isali olup felsefe sıçmanız olağandır
gözümde 20.yüzyılın en sağlam, en iyi düşünürlerinden biridir. yani bu adama şöyle bir bakmadan çağdaş bir felsefe yapılamaz kanımca. bir de arkadaşı var. felix guattari. bazı çalışmalarını onunla yapmıştır. tabi onunla olan çalışmaları 70'lerden sonrasına denk geliyor ve uzun bir dönem sayabiliriz bunun için. (eserlerine girmiyorum. merak eden açıp bakmıştır zaten)

deleuze'ün felsefi çalışmaları böyle allı pullu felsefe tarihi üzerine değil. yani bir felsefe tarihine bağlı değil. filozof temalı çalışmış kendisi. hatta çalıştığı filozoflara baktığımızda onların da felsefe tarihine bağlı kalmadığını görüyoruz. aykırı edebiyatçılarla ilgilenmiştir. nietzsche'nin eleştirel felsefesine epey kafa patlattığını da düşündürtüyor okurlarına. yaşam inşasına baktığımızda da batı marksizmine yakın bir profil çiziyor.

çalışmalarını ele aldığımız zaman konuların birbirinden farklı, bağımsız ve dağınık bir şekilde işlendiğini görüyoruz. sürekli bir dalgalanma halinde, sanki toprağa rastgele tohum atmış gibi. aynen böyle evet. buna istinaden sürekli kavram ürettiğini de söyleyebilirim. konuları sistematik bir tartışmayla çözümleyemezsiniz kitaplarında. çünkü felsefeye ilkelerden hareketle yaklaşmıyor. olaylara doğrudan, tam ortasından giriyor.

özne-nesne ilişkisine mahkum bir ontolojiden kurtulmak istiyor. yukarıda da belirttiğim gibi felsefe tarihinden kaçıyor. tarih yazmak istemiyor kendisi. felsefe yapmak istiyor. tabii ki özgün bir felsefe diye cevaplıyoruz ardından. özgün felsefe tartışmaları yapar ve özgün edebiyat tartışmalarına geçer. burada resim, müzik, tiyatro ve sinema üzerine konuşmalar yapar. kök, çokluk, fark, ayrım, oluş, organsız beden, minör edebiyat, göçebe felsefe, yurtsuzluk... gibi kavramlarla felsefesini açar. geleneksel felsefenin karşısında, merkezsiz ve köksüz düşünceler geliştirir. felsefe etkinliğini canlı, devingen, üretici bir alan olarak gördüğü için sürekli bir kavram üretme ve üzerine tartışma yapma halinde.

deleuze'ün felsefesi, özdeşlikten çok ayrımlara, kapalı sistemlerden çok, birbiriyle bağlantılı düşüncelere, mutlaklıktan çok kararsız olan düşüncelere yer verir. kavramlara hiçbir zaman tek bir anlam vermez. çünkü kavram her zaman için karmaşık yapılara sahiptir. kavramlar her zaman için çoklu parçalar bütünüdür. bu çoklu parçalar, kimi noktalarda temas halindedir. kavramın iç tutarlılığı, kendi içindeki parçaların örtüşmesiyle ortaya çıkar. kavramlar arası dışsal tutarlılık aynı düzlemde kurdukları bağlantıyla olanaklıdır. -ne konuştum be.tabi bu bağlantıları sağlayan geçişler her zaman sabit değildir. felsefe tarihinde kavramlar arası geçişler her zaman değişmiştir.

biraz arzu felsefesine bakmakta fayda var.

deleuze ve guattari, modern dünyanın belirgin özelliği olarak ussallığı belirler. descartes'tan beri ussallık, arzuyu baskı altına almaktadır. her ne kadar ussallık, arzunun bir dengesi haline getirilmişse de, arzunun yaşam biçimini ussallık belirlediği için bu denge bozulmuştur. (ussallık arzuyu dengede tutmaya çalıştıkça arzunun yaşanma biçimi bozuldu)

arzu felsefesi en nihayetinde nietzsche'den beri batı düşüncesinin konusu olmuştur. bu tartışmalarda arzu, üretken bir enerji olarak belirlenmiştir. deleuze, arzuyu "dinamik makine" olarak adlandırır. ailenin, devletin, eğitimin, arzuyu belirleme şeklinin karşısında duruyor. amacı, arzuyu yaratıcılığın bir ilkesine çevirmek. buna gayret ediyor. arzunun yönünün belirlenemediğini, her yöne gidebileceğini ve hareketli olduğunu söylüyor. bu noktada "arzu makineleri" ve "organsız beden" kavramlarını geliştiriyor. organsız bedeni sürekli dağılma ve toplanma halinde olan siyasal kurumlara benzetebiliriz mesela. organik bir hali yok yani.

biraz da göçebe olalım.

deleuze'ün felsefesi köksüzlük üzerine kuruludur. kast edilen felsefe tarihinde hiçbir şeye dayanmamaktır. yurtsuzluk kavramı, göçebe kavramıyla birlikte gelişiyor. şimdi hazır olun.

deleuze ve guattari'ye göre kapitalizm, toplumları sürekli yurtsuzlaştırmaktadır. diğer yandan da kendi varlığı için onları bir yurt edinmeye zorlar. kültürler bir yandan köklerinden edilir, diğer taraftan da kapitalist sisteme uyuma sağlamaya zorlanır. bu, gerçekliğin işleyişidir. deleuze bu yurtsuzlaşmayı yorumlar, ona göre felsefe yapmak, düşünmek zaten kendini yerinde tam olarak hissedememektir. düşüncelere bir yurt gibi bağlanmamak gerekir. öyleyse düşünmek, başlar başlamaz bir köksüzleşmeye doğru itiyor bizi. yersiz ve yurtsuz düşünmeye yönelme, egemen düşüncelerden kaçmaktır. belirli bir paradigmaya bağlanmamadır.

"aşağılık pozitivistler sizi" der ve saygılarımı sunarım.
Çağının çok ötesinde bir filozof... Sevilme arzusuyla ilgili yaptığı saptama çok sarsıcıdır;

“olduğun şeyden başka bir şey olabilmek”.

insan bir yüzeydir. Ya da daha iyisi, varlık yüzeyeldir. Daima belli topografyaları düşüneceğiz. “Şu” arzulayan makineler, “şuradakilere” eklenir; “şu” iktidar oluşumları ile “şuradaki” arzu cemaatleri mücadele etmektedir. iktidar içimizde değil, bitişiktedir
Kafka’nın Dava’sında mahkeme odalarının bitişikliği-. Daha ziyade bir içsellik deneyimi üreten şey, belli bir yüzey ile diğerleri arasındaki bağlantıları bloke eden, arzunun kolektif bağını ezen, bitişikteki belli iktidar oluşumlarıdır. Yukarıda tanımladığımız okuldaki söylemsel, yasal, pratik vs. iktidar oluşumları sayesinde akademideki kolektif öğrenim deneyimi, kişiselleşmekte, kişinin içsel bir sorumluluk ve başarı hırsı olarak deneyimlenmektedir. Derinlikler faşizmdir.
intiharı nedeniyle düşüncesine sadakati daha açık ve tescilli olan paris doğumlu filozof. Foucault'nun "20 yüzyıl deleuze çağı olarak anılacak" övgüsüne mashar olmuş; hakikati mantıktan çok duygulanım problemi olarak görmüş, gelişimini ise karışma ile açıklamıştır.

Kendisi felsefe tarihine eleştirel bakmış, onu yeniden kurgulamaya çalışmış ve hume, spinoza, kant gibi filozofları inceledikten sonra kendi felsefesini inşa etmiştir.

Sürekli ve sürekli zevk, neşe gibi konuları konuşup durmuştur.

Deleuze okumak diğer filozofları okumaktan biraz farklıdır. Hatta baya farklıdır. Çünkü herhangi bir filozof gibi bir jargon yoktur. Onu okurken "ne alaka ya" diyebileceğiniz yüzlerce değerlendirme ile karşılaşırsınız. Ama bu temadan uzaklaşıldığını değil, onca düşüncenin nasıl ana temaya oklar attığını gösterir.
proust ve göstergeler adlı eseriyle bilinen fransız filozoftur. proust göstergeleri dört alanda inceleniyor: sosyete, aşk, duyumsabilir göstergeler ve sanat göstergeleri. deleuze'e göre ise sanat göstergeleri bunların içinde en hakiki olanıdır.
"Birey hiç durmadan, her biri kendi yasalarına sahip olan bir kuşatma mekanından öbürüne geçer; önce aile; sonra okul ("artık ailende değilsin"); ardından kışla ("artık okulda değilsin"); en sonunda fabrika; arasıra hastane; olasılıkla hapishane, yani kapatılmış-kuşatılmış çevrenin en önde gelen örneği."

deleuze.
Bu önemli fransız düşünürü toplumsal birçok meseleyi bize kökünden açıklayacak arzu ve oluş kavramını felsefesinin merkezine almıştır. Arzu kavramını spinoza'dan yararlanarak geliştirmiştir. Dölöööz için arzu vardır. Toplumsal arzu ilişkileri ile açıklanır. Bütün edimlerimizin temelinde arzu akışları vardır. insan sürekli arzu üreten bir makinedir. Bu cinsel arzu değildir. Akıştır, yönelmedir, bizim varkalma çabamızı artıran arzudur. Eğer bu arzu akışları, evlilik, aile, devlet, ordu gibi kurumlarla kesilirse, arzu makineleri, şiddet üretmeye yani faşist-makine haline gelmeye başlar. Bir askerin bir başkasına zarar verme kapasitesi arzu akışının kesilmesi ve disipline edilmesiyle ilişkilendirilir. Neden nazi almanyası vardı? Neden hitler'i başa getirdiler? Çünkü reich'in dediği üzre, kitleler faşizmi arzuladılar. Deleuzecüğüm teşekkürler.
iktidar kavgasının insan ruhundaki izdüşümünü anlatan filozof. kapitalizm ve şizofreni kitabı bir çok sinema ve tiyatro oyununa ilham kaynağı olmuştur. kaan müjdeci'nin çektiği sivas filmi ülkemizdeki en güzel örneğidir.
Kadın-oluş bağlamında tartışma yaparken beni kodlamaya kalktı ve erkek-oluş hakkında kafasını güzelce ütüledim. Yok öyle kadınsın sen demek. Bir de geçen gün, Ahmet telli'nin çocuksun şiirini yolladı bana, çocuk değilim dedim. Çocuk-oluş olabilir ancak dedim. Kaknem anıma denk gelmesin kimse.
Fransız düşünür. Şimdi bu tanımı duysa kızardı bana ama neyse. Bazı arkadaşlar kendisinin Heideggerci olduğunu sanıyorlar çünkü Deleuze de henüz düşünmediğimizi, düşünmeye başlamadığımızı söylüyor ama Heideggeryan bir ifade değil bu. Deleuze'ün kastettiği, ikilikler dahilinde düşünüyor olduğumu ve bizim kaldırımların arasından fışkıran otlara benzer bir tarzda bu ikilikleri aşarak, kaçış çizgisi yaratmamız, çatlaklardan fışkırmamız gerektiğidir. ikilik ile kastettiği; akpli değilsen, CHPlisin, erkek değilsen kadınsın gibi ikiliklerdir. Us (ratio) çok uzun zamandır, karşıtlarıyla var olan bu ikilikler üzerinden düşünür ve biz bu aklın önünde boyun eğmeyi bırakmalıyız. Kaçış halinde olmamız gerekir. Aşkım ya.
deleuze'ü merak edip, benim gibi biraz bilgilenmek isteyenler için güzel bir söyleşi, izlemenizi öneririm. konuşmacı postmodern felsefe konusunda gerçekten derin bilgisi olan, mimar sinan üniversitesi profesörü ali akay.

https://www.youtube.com/watch?v=arCjhkUtK-s
Oluş ve arzu kavramı üzerinden eyleyişleri açıklayan bir filozof. Yerleşik ve tamamlanmış, ben denilen öznede bir agency olduğu görüşünü reddeder ve oluşu, akışlar üzerinden ele alır. Philip Mengue Kaçak Bedenler adlı kitabında algılanamaz-oluş'u düşünürken Rimbaud'dan bahseder. Rimbaud'nun ikircikli görünen yaşantısını algılanamaz-oluş olarak ele almak ister. Neydi Rimbaud'yu şair olarak yaşantısını terk edip, çöllere düşüren ve ticarete iten? Rimbaud'un gerçek yaşam arzusuna, şiirle ulaşmak istediğinden, ancak şiirin bir halta yaramadığını anlayınca, yazınsal yaşamını büsbütün geride bırakıp kendini yollara vurmuş olduğundan bahseder. Başka bir Yer istemi, başka diyarların peşine düşmüştür. Şiirle üretemediğine inandığı gerçek yaşam, bir yaşam yapıtı olarak da düşünebilecek sıradan bir yaşam arzusuna bırakmıştır yerini. Rimbaud, bir şair-gezer de olabilir, hiçbir zaman şair olmamış sıradan biri de. Bu belirsizliğin yanında, kendini yollara atmış olan Rimbaud, yanımızdan geçen giden, tanımlayabileceğimiz, algılayabileceğimiz kadar uzun durmayan, belirlenimsizliğin içinde akıp giden bir algılanamaz-oluş'an biridir de... Başka bir Dünya arzusu yerine, böylesi bir oluş içinde gerçekten yürümek, sadece gitmek, bir yere varmak utkusu duymadan yollara koyulmak; tam olarak şimdi ve burada olanı, yani ötelenmeyen bir yaşamı, akışı içinde olumlamak olarak düşünülürse, gerçekten yaşamak değil midir?
1975 yılında Université Vincennes'de verdiği derste şu sözleri kaydetmiştir:

Çeviri: Murat Erşen

"Size emir veriyorlar enformasyon iletmiyorlar, öyle bir biçimde ki sanki aşikarmış gibi geliyor, aşikar. Televizyonda haberleri açıyoruz, ne alıyoruz? Önce enformasyon almıyoruz, önce emirleri alıyoruz. Okulda ne oluyor peki? Hadi ciddi olalım! Okulda, küçük çocuklar enformasyon almıyorlar okul örneği, Felix Guattari, bir metninde çok iyi diyor: Dil bu bakımdan tam olarak şuna benzer. "Çocukların ağzına dil vermekle, işçilerin eline kazmayla kürek vermek aynı şey."

"Ha tabii bununla bir altyapının söz konusu olduğunu söylemek istemiyor ama kastettiği şu: bu, emrin alanıdır, öğretmen çocukları topladığında onlara alfabeyi öğretmek için falan yapmaz bunu. onlara bir emir sistemini öğretmek için. burada şunu da söylemek lazım. sadece daha sonra Chomsky taraftarlarıyla zorunlu hesaplaşmamızı yapıp hesabı kapatmak pahasına, demek gerekir ki, aslında onların meşhur sentaksla ilgili belirleyicisi (marker) her şeyden önce iktidarın belirleyicisidir ve bir sentaks, bir emir sistemidir, bir buyruk sistemidir

bu sistem bireylerin hakim sözcelere uygun sözceler oluşturmasına imkan verir ya da onları buna zorlar ve de okul her şeyden önce buna hizmet eder. o halde dil öncelikle enformasyon açısından değil emir açısından düşünülür. enformasyon iletimi yönünden değil, emrin aktarılması yönünden görülür. Bunun elbette bizim için içerimlediği şey, bunu söylüyorum, aşikar ve kolay tarafı, ama bizim için elbette içerimlediği şey iktidara dair bir başka kavrayışın aranması. zira gerçekten de Stalin'in saptamaları çok doğrudur. sentaksa karar veren biri yoktur. bu kuşkusuz basitçe iktidarın bambaşka bir şey olduğu anlamına gelir. belli bir zamanda bir bireyin ya da grubun mülkiyetidir."

"sadece şunu söyleyelim ki şu an itibarıyla dil ifadenin biçimselleştirilmesidir. her ifade dilsel değildir. dil, ifadenin özel bir biçimseleştirilmesidir. ki bunun işlevi bir toplumda emirlerin aktarılmasıdır. Bir kez daha bunun neyi imlediğini biliyoruz. Marksist anlayıştan başka bir anlayış elde ediyoruz. ama şu anlamda sentaks da dahil olmak üzere dil araç bile dememek lazım iktidarın bileşeni ve unsurudur. öyleyse enformasyonla ilgili olmayan bir anlamdadır. bununla birlikte bir şekilde enformasyonla da ilgilidir. yani asgari enformasyon verir ve asgari düzeyde zorunlu seçime rehberlik eder. bağlantılı enformasyonların, sınırlı enformayanların iyice anlaşılmasına yönelik olarak yapar bunları. neyle bağlantılı? verilen emirlerle bağlantılı.

"sokakta biri 'yangın var!' (au feu) diye bağırırsa çocukların bunu "haydi oyuna!" (au jeu) diye duymaması gerekir. öyleyse gayet de bir enformasyon ve tercihler var ve de kestirimler var ama bunlar dil tarafından iletilen emirlere bağlıdır.

"[Lewis Carroll'un hikayesini anlatıyor] herkes bilir ki öğretmenin soruları emirlerdir. bir öğretmen iki kere iki kaç eder dediğinde çocuk panikler. açıktır ki bir bilgi talep etmemektedir, bir emir vermektedir. bana diyeceksiniz ki çocuğun önce bilgilendirilmesi gerekir. çocuk önce gelen bir emir sistemi tarafından bilgilendirilmiştir, yani bir enformasyon daima emri varsayar, tersi olmaz. burada emir (ordre) kesinlikle düzen anlamında değil buyruk anlamındadır."

"böylece ilk uşak [kendisine bahçenin ucundan iletilen, öğretmenin sorusunu] tekrarlar sonra ikinci uşak, ilk uşak tarafından tekrarlanan soruyu tekrarlar. sonra üçüncü de aynı şeyi yapar vs. ve dilden aşağıya doğru inen hiyerarşiyi belirlemek için öğrenci bahçenin tam diğer ucundadır. ardından o da cevabını gönderir. Böylece Lewis Carroll'ın mektubunda -bilerek yanımda getirmedim, ilgilenen varsa bulsun- [tıpkı soru öğrenciye kadar gelirken olduğu gibi] cevap da her seferinde tamamen dönüşerek geri gider.

çünkü ilk uşak hiçbir şey duymaz. iki kere iki kaç eder diye başlar. ilk uşak onu deforme ederek başka bir soruya dönüştürür. ikinci daha da deforme eder. üçüncüsü iyice bozar. öğrenci sonunda bambaşka bir soru duyar. panikle yanıtlar. onun cevabı da aynı yolu tersine ve yine aynı şekilde deforme olarak gider. işte tüm bunlarda tam bir sistem vardır. her seferinde seçim ıskalanmıştır. fakat seçim her seferinde emir ve buyruk sitemi tarafından belirlenmiştir."

https://www.youtube.com/watch?v=fU5GkXO7hQc&t=1s
(bkz: ulus baker)