bugün

Yok öyle...
Yaşanmaz öyle
Sevebilme ihtimali falan yetmez bana
Olacaksa ihtilal gibi olacak
Sevecekse
Öylesine değil
Feryat figan
Salya sümük
Darma duman...
Ölesiye sevecek
Dünya duracak
Devran dönecek
Baktı olmadı
Çekip gidecek
Sessizce...Efendice
Bilecekki ne sevmek lütuf ne özlemek
ihtimali falan yetmez bu işlerin
Yok öyle...
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
Şöyle bir şey yazdım sonra:
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
Berbattı,
Bir şiire böyle başlanmazdı.

iç ses diye söylendim,
Ardından Yıldırım Gürses...
Aptal aptal güldüm bir de buna.
Ayşecik vazoyu kırıyor
Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.
Yapıştırsam da parçalarını hayatımın
Su sızdırıyordu çatlaklarından.
Karnabahar kızartmıyordu asla
Başrolde kadınlar.

Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah...dedim sonra

Ah!

iç ses, diye söylendim
Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:
Tanrım bana hiç erimeyen,
Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
Kardeşimle kendimize durmadan,
Olmayan çayları,
Olmayan fincanlardan içerdik.
Olmayan kapıları açardık,
Olmayan ziller çaldığında.
Siyah papyonlu olurdu mutlaka
Resim defterimizdeki damat.
Yedi günde yarattığımız dünya
Mutlu olurduk pastel koksa.

Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:
Olanlar oldu tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O Kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah...dedim sonra,
Ah!

Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,
içim sıkılmasa o kadar
Tek bir satır bile okumazdım.
Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı
Bir derdi var derdim.
Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.
Ninni derdim, ninni bebeğim!
Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini.
Plastik gözkapaklarının ardında,
Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,
Gözyaşları da.
Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.
Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,
Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.

insan çıtır ekmeği ısırdığında,
Kırıklar dolar kucağına,
işte orası umudun tarlasıdır.
Ve orada başaklar ağırlaştığında,
Sayısız ah dökülür toprağa.

iç ses, diye söylendim
Ve ah dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

Dallarına salıncak kurardı çocuklar,
Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.
Meyveleri tatsızdı
Eski bir lanetten dolayı
Herkes dişlerdi acı meyvelerini,
Ve herkes söverdi ona.
ismini yazardı herkes onun bağrına,
Ah derdi o. Ah!

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası
‘insan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.’
Tanrı şöyle derdi o zaman:
Ah!

Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,
Ulaşılamazdı,
Sen sarılmak istesen ona,
O sana sarılmazdı.
Ne çok dikenin vardı Tanrım!
Ne çok isterdim,
Sana sarılamazdım.
Ve şöyle derdim o zaman:
Ah!

Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
itiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.

Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar.

Gülümsedim o sıra,
Bazen sevinirim,
Sevinmek nedense hep yedi yaşında
Ve ah... dedim sonra,
Ah!

Bazen ah diyorum durmadan,
Şimdi ben ahlatın başında,
Otuz iki yaşımda.
Ahlar ağacı gibi.
Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,
Mavi, mor, kırmızı ve yeşil,
istedim, hep istedim,
Sen iste derdim, iste yeter ki
Vereyim.
Her istediğimi verdim.Arttım, fazlalaştım,
Eksikli yaşamaktan.
Ahlar ağacıyım, gibisi fazla.
Başka bir şey istemem
Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,
Hesabımı vermekten başka.

Vasiyetimdir:

Dalgınlığınıza gelmek istiyorum

Ve kaybolmak o dalgınlıkta.

At arabasıyla kağıt toplardı

Her sabah çingene kadınlar.
Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar
Şaşırırdım
Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman?

Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı.
Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma
Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana,

Yeniden doğmuş olurdum oysa,
Öldüğümü sandıklarında,
Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.

Vasiyetimdir:
En güçlülerinden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar.
Ahtım olsun,
Yükleri ağırlaşsın diye iyice,
Tabutumun içinde tepineceğim.
Alengirli Şiir..
Ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
Nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
Belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
Biraz Nietzsche biraz Kant kafan karışmış belki
Parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
Pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
Kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..

Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
Sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
işin yoksa çiçek al, saç tara, parfüm sık.
Küsmesi, barışması, ayılması, bayılması
Hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
Meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
Güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
Bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
Hepsi ağzıma sıçtı..

Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
Ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..
Bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
Orada yenilenmiş (yenilmiş) bir şarklıyı göreceksiniz!..
Biz şarklılar, yani Allah’a inananlar, oruç tutanlar,
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
Hep yenildik!
Farklı mağlubiyetlerden kurtuldu (kuruldu) tarihimiz!..

-Diyorum ki…
Vaktin varsa bu akşam…
Bizim yüzümüz kızarır madam,
Söylemeyiz!
Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
Bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
Biz kristal gençleriz madam,
Kolayca tuz buz oluruz!

-‘Eve gitsem daha iyi’…

-iyi de benim o darmadağın halimi bırakıp nereye…
Her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
Bir tek veda (sevda) sözü fısıldayamamanın sıkıntısını…
Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun(uz) madam?
Merdivenlerde peşinizden koşup da,
isminizi haykıramamayı…
Size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?
ansızın ölmek isterim
acılara yakalanmadan
sessiz sedasız
bağırmadan
korkmadan
anlamadan

ansızın ölmek isterim
seni düşünürken
pink floyd'u dinlerken
mektup beklerken
güneş doğarken ya da batarken

ansızın ölmek isterim
bir şişe kırmızı şarap masamda beni beklerken.
günün anlam ve önemine bianen....

davetiye

ey benito musolini! ey gayet yüce,
italyanlar başvekili muhterem duce!
duydum ki, yelkenleri edip de fora
gelecekmiş orduların yeşil bosfora.
buyursunlar... bizim için savaş düğündür;
din arabın, hukuk sizin, harp türklüğündür.
açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa
türk eri de öyle gider kanlı savaşa.
hem karadan, hem denizden ordular indir!
çarpışalım, en doğru söz süngülerindir!
kalem, fırça, mermer nedir? birer oyuncak!
şaheserler süngülerle yazılır ancak!
çağrı beğ'le tuğrul beğ'in kurduğu devlet
italyalı melezlerden üstündür elbet;
bizim eski uşakları alda yanına
balkanlardan doğru yürü er meydanına;
çelik zırhlı kartalları göklere saldır...
fakat zafer sizin için söz ve masaldır...
dirilerek başınıza geçse de sezar
yine olur anadolu size bir mezar.
belki fazla bel bağladın şimal komşuna,
biz güleriz cermenliğin kuduruşuna,
tanıyoruz atilla'dan beri cermeni,
farklı mıdır prusyalı yahut ermeni?
senin dostun cermanyaya biz nemşe deriz,
bir gün yine bec önünde düğün ederiz.
söyle, kara gömlekliler etmesin keder;
ölüm-dirim savaş bir gün mukadder!
gerçi bugün eskisinden daha çok diksin;
fakat yine biz osmanlı, sen venediksin!
tarihteki eski roma hoş bir hayaldir,
hayal bütün insanlarda olan bir haldir.
bu hayaller zamanları hızla aşmalı,
gök türklerle romalılar karşılaşmalı!
görmüyorsan gönlümüzün içini, körsün!
kılıçlarımız kınlarından çıkmayagörsün!
top sesleri, bomba sesi bize saz gelir;
17'ye karşı 44 milyon az gelir.
arnavudu yendim diye kendini avut,
yiğit türkle bir olur mu soysuz arnavut?
kayalara çarpmalıdır korkunç türküler!
dalmalıdır gövdelere çelik süngüler!
sert dipçikler ezmelidir nice başları!
ecel kuşu ayırmalı arkadaşları!
en yiğitler serilmeli en önce yere!
kızıl kanlar yerde taşıp olmalı dere!
ülkü denen nazlı gelin erde şan ister!
büyük devlet kurmak için büyük kan ister.
damarında var mı senin böyle bol kanın?
türk'ün kanı bir eşidir lavlı volkanın!
tarihteki eski roma hoş bir hayaldir,
kurulacak yeni roma boş bir hayaldir,
karşısında olmasaydı şanlı "türk budun"
belki gerçek olacaktı bir gün umudun,
insan oğlu ümitlerle dolup taşmalı,
aryalarla turanlılar karşılaşmalı.
tabiatın yürüyüşü belki yavaştır;
hız verecek biricik şey ona savaştır!
keskin olur likörlerden ayranla kımız,
karnerayı yere serer tekirdağlımız.
yurdumuzun çok tarafı olsa da kuru
makarnadan kuvvetlidir yine bulguru...
biz güleriz façyoların felsefesine,
dayanır mı kırkı bir tek türk efesine?
bizim yanık fuzuli'miz engin bir deniz!
karşısında bir göl kalır sizin danteniz!
bizler ulu bir çınarız, sizler sarmaşık!
"general"ler "paşa" larla atamaz aşık!..
ey italyan başvekili! ey musolini!
iki ırkın kabarmalı asırlık kini...
hesabını göreceğiz elbette yarın
yedi yüzlü, yedi dilli italyanların!
irkınızı hiçe saydı hazreti fatih.
biraz daha yaşasaydı hazreti fatih
ne venedik kalacaktı, ne floransa...
hoş geldiniz diyecekti bize fransa!
haydi, hamle kafirindir... ilkönce sen gel
ecel ile zaman bize olmadan engel!
burada tanklar yürümezse etme çok tasa;
süngülerle çarpışmadır savaşta yasa.
olma boyle sinsi çakal, yahut engerek!
bozkurt gibi, kartal gibi döğüşmek gerek!
kılıç arslan öldü sanma, yaşıyor bizde!
atilla'nın ateşi var içimizde!
kanije'nin gazileri daha dipdiri!
sınırdadır plevne'nin kırkbir askeri!
edirne'de şükrü paşa bekliyor nöbet!
dumlupınar denen şeyi bilirsin elbet!
şehitlerden elli milyon bekçisi olan
aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan!
evvela dişlerimiz döküldü
sonra saçlarımız
arkasından birer birer arkadaşlarımız
şu canım dünyanın orta yerinde
yalnız başına yapayalnız
kırılmış kolumuz, kanadımız
tatlı canımızdan usanmışız

bir şüphedir sarmış yüreğimizi
ya kendini aldatıyor demişiz ya bizi
bir şüphedir demir atmış ciğerimize
pamuk ipliği ile bağlamışlar bizi
düğüm üstüne düğüm şöyle dursun
bir çalım bir kurum hepimizde
nereden inceyse oradan kopsun

bu canım dünyanın orta yerinde
hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize
yalan mı? gözünü sevdiğim karıncalar
işte: hamsiler sürü sürü
arılar bölük bölük geçer
leylekler tabur tabur

ya bizler? eşrefi mahlukat!..
boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza gömülmüşüz

bizler bölük bölük, bizler tabur tabur
bizler sürü sepet
yalnız birbirimizi öldürmüşüz.

(bkz: Bedri Rahmi Eyüboğlu)
Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim.
rüzgarsız portakal ve limon ağaçlarının bahçesi,
ihtiyar kalbim kadar suskun.

Eski Çiçek kokulu portakal ve limon ağaçlarının bahçesi,
ihtiyar kalbim kadar kokulu.

Suskun kokulu kalbim.
varım ben.

lakin o beni,
ne umursar ne de bilir kimse.

dostlarım, yitip gitmiş bir anı gibi
yüz çevirdi benden.

kendi kaderimin altından kalkan
yine benim.

kayıtsız bir kalabalıkta yükselip,
kaybolup giderler.

aşkın coşkun, bastırılmış
sancılarındaki gölgeler gibi.

yine de varım ve yaşıyorum.
savrulan bir buhar misali.

bir yer arzuluyorum,
insanoğlunun ayak basmadığı.

kadınların ne güldüğü
ne de ağladığı bir yer.

orada baki kalayım,
yaratıcım tanrı'yla.

çocukluğumun tatlı uykuları gibi
uykulara dalayım.

ne rahatsız edeyim, ne de
rahatsız edileyim uzandığım yerden.

altımda çimen,
üzerimde gök kubbe.
görsel
görsel
Yalnızca dudaklarının tadı, dudaklarımda.
Teninin ürpertisi, tenimde.
"beni bir dağ başına koymalılar
Başıma bir dağ koymalılar
anama, allahıma sövmeliler
Sen duymalısın
iki elin kan da olsa
gelmelisin."

attila ilhan
Biz her şeye,
esirgeyen ve bağışlayan,
çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan,
hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıyla başlayan adamlarız anna.

büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.

sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.

piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.

işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.

insaf et anna!

gidelim buradan.

senin masumiyetini,
bilgelik zamanlarından kalma sırları,
dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.

hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.

ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.

sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların...

tamam sustum.

Gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum.
Şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,
Sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
Yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.

gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.

gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler...

bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.

hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.

gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.

sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.

tanrı bizimle de konuşur belki.

Tarık Tufan-Anna
oğullarımızın oğulları
oğullarımızın oğulları şaşıracaklar
tarih kitaplarını karıştırırken:
“1914… 1917… 1919…
neler çekmişler? zavallıcıklar”
yeni bir çağın çocukları savaşları okuyacak;
yazarların generallerin adlarını öğrenecekler,
ölülerin sayısını,
tarihleri öğrenecekler.

siperlerin üstünde ne güzel kokardı güller,
bilmeyecekler,
top ateşleri arasında ne güzel öterdi kuşlar,
yaşamak ne güzeldi o yıllarda,
bilmeyecekler.
H.Nihal Atsız - Kahramanlık.
Sıradan bir günümü tasvir edemeyeceğim mutluluklarla dolduruyor,
Bir bebeğin gülümsemesi.
O an sarılmak geliyor içimden tebessümlere,
Duruyor zaman da saatin umurunda değil, bundan bana ne.
Bir an yaşıyorsam hayatımda,
Heh işte diyorum, şimdi.
Ve içim ısınıyor,
içe düşen hiç bir ateş bu kadar yakmadı beni.
Bir fotoğraf karesinin ruhumu o ana hapsetmesi gibi,
Ama esaret değil bu bir teslimiyet,
Masum bir mutluluğa teslimiyet.
Seni hatırlar ya da hatırlamaz düşünmeden,
Sebep olduğunu bilerek -yahu sebep olmasan da gülüyorsa çok önemi yok-
Bir bebeğin gülümsemesi,
Kimsenin yaşatamadığı kadar çok yaşatıyor beni.

işte yine yaşadığımı hissettiğim günlerden biri,
Farklı şiirlerde aynı şeyi bahsettiğim dizeler çarpıyor gözüme.
Kimsenin görmediği, göremediği, okuyamayacağı bir şiir.
Beden bulsa da sımsıkı sarılsam dediğim,
Daha doğmadan ölmüş, anılarını başka çocuklarımda yaşattığım,
En sevdiğim.

Bir bebeğin gülümsemesi.
ihtiyacım olan tek şey belki,
Pür ve hür bir mutluluğu görmek.
Neden nefes aldığımı hatırlatırken,
Çevremdeki insanlara göstermek istediğim yüzümü,
Bir bebekte görmek.
Bir bebekte gördüğüm şeyi binlerce kelime ile hissettirememek.
Bir sesin yankısında buluyorum kendimi,
bir yankı içerisinde dalgalanıp duruyorum.
Soruyorum;
‘Bayım! Bir kuşun kanatlarını çırpışı,
Heyecanla çırpışı,
Bir yankı değil midir?’
Bir ömürmüş birbirine çarpmadan süzülen iki kanat,
Aşağı yukarı,bir ömür değil mi ?
Bana öyle geldi.

Bir sesin içinde irkilirken buluyorum kendimi.
Sahi, her sesin bir sisi vardır derler
Doğru mu bayım ?
Yoksa sis mi duyduğumuzda gözümüzün önününü karartan o kelimeler?
Yoksa sis mi sevdiğin bir ses tonundan gelen iltifat ?
Sisler içindeyim bayım, sesler içindeyim.
ilerledikçe sis daha fazla çöküyor bayım.

üzerinde hala çalıştığım şiirimdir. fikri olan varsa eğer, belirtebilir.
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu...
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı...

Murathan Mungan.
gözlerin gözlerime değince
felaketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgar aklımı alırdı
sessizce bir cigara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felaketim olurdu ağlardım

akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felaketim olurdu ağlardım.

Attila ilhan
Hangi mahallede imam yok,
Ben orada ölecegim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarim, saçlarim ve her seyim.

Ölüler namina, azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balik;
Müslüman degil miyim, hasa,
Fakat istemiyorum, kalabalik.

Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sizlamasin karanligim havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayim,
Ki bütün azalarim hülyada.

Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kainatlardan uzakligimi.
Yikamasinlar vücudumu, yikamasinlar,
Çilginca seviyorum sicakligimi…

Fazıl Hüsnü Dağlarca
kayboldum bir hayalin peşinde,
neredeyim, neyim bilmiyorum.
kaldım tarifsiz duygular içinde.
ölmek yakın, yaşamak uzak.
ölmek istiyor ama ölemiyorum.
oysa doyasıya yaşamak isterken.
"Ağlama,
Ağlamak
Biraz öteye kaçmaktır
Ağlamak,
Hüzünle anlaşmak,
Ve kucaklaşmaktır.
Ağlamak
Sığınmaktır ne olsa,
Avuç açmaktır
Uzak da olsa, yakın da olsa
Biraz onu öteye itmektir
Kişinin en kolay mutsuzluğu
Ağlamaktir, geçistirir umutsuzluğu.
Daha zoru var, susmak zor
Susmak bir Ağaç
, dallarında,
Susmak, ağlamaları da tutuyor"
annemi özledim.özlemi anniyorum.anlıyorum zenit bana ne söylediydi,hatırlanamıyor.kurumlar ve kuramlar beni anneme üzüyor.bende şiir yazabilme kaabiliyeti varmış,öyle söylüyorlar.ne dediğimi bilmemek istiyorum.boş başıma dolaşmak istiyorum.sosyalleşmek istememek gibi bir hak tanınmak istendiriliyorduğum.sahipsizim.sonra sokokta dolaşırken her şeyi rasyonalize etmek durumunda kalıyorum.bazı kediler rasyonalize olmak istemiyorlar.annem rasyonel ne demek,ağlamıyor.kendimi bana bırakmak istiyorum.annemi özlediğim için kızlardan uzak duruyorum.kızlar bana yaklaşmakda zorluk çekiyorlar.köfteci de öyle.o da bana yaklaşmakda zorluk çekiyor.canım akşamları daha çok sıkılıyor.annem daha çok.akşamları hava siyah oluyor.havaya bakıyorum.hava bana bakıyor.bana salık verilecek sevgiliyi doğrudan reddetmek durumundayım.kızlar bana önem vermemek konusunda tutarlılar.köfteci de öyle.o da bana önem vermemek konusunda tutarlı.annemi özleyince,annem yok ya hani,bölece hayati'ye bakıp,hayati'ye bakıyorum işte.yani şey oluyor.hayati benim hayatımda etkili bir yere sahipmiş ben de hani hayati'ye bakıyorum ya,hah,işte hayati'nin yani şey.sonra dışarı bakınca bir küçük irrasyonel kedi görüyorum.kedi bana aç aç bakıyor.ben ona artık annemi özlediğim için konuşmakmak istemediğimi ancak rasyonel anne kedisiyle gidip korkunca istemediğim kitaplar okuyup anlamadığım annelere saygı duyuyorum.ataya saygı hamurumun içinde varmış.benim hamurum orda.annem beni sevip özler.ben de böylece peşinden gidemem.sonra annemi de rasyo...neyse...

Ah Muhsin ünlü