bugün

Kendini geliştiriyor. Felsefe yapamayan bir insan hangi iş kolunda olursa olsun yaratıcılıktan yoksun tek düzedir.
Müdavimlerinin, Bir vakit sonra tahtalarında eksilme nişaneleri başgösterdiği rivayet olunan sorgulama bilimi.
https://www.youtube.com/watch?v=scL9XgM6-Zk

profesör ahmet arslan ''teke tek'' programındaki 3.programı, güzel bir program felsefe açısından.

iyi seyirler...
Bugün de birçok erkeğe kız tavlatamamış araç. Yazık.
--spoiler--
bilgelik sevgisiymis, sikeyim böyle bilgeliği.
--spoiler--

işte aradığımız yaklaşım. Sjsjhsjs. Çok güzel.
Çokta şey etmemek lazım. Bizi çok meşgul ediyor böyle şeyler bilim yapın. Yani eforumuzu harcıyor, bilim yapın.

Not: bilim yapın.
Bana bu sandalyenin var olmadığını kanıtlayın sorusunu aklıma getirir.
Felsefe yapmayı becerebilmek için temel yaşam kaynaklarına sahip olabilme zorunluluğu ile birlikte, iyi yapabilmek için tarihini bilmek zorunda olmak gerektiğine inandığım çok okuyup, okunan hiç bir şeye kuşkusuz yaklaşılmaması gerektiğini düşündüğüm düşünce çöplüğü.
meraklı insan işi. meraktan kasıt evrene ve yaşamın kendisine olan meraktır. felsefe yapan insan düşünerek ve sorgulayarak merakını giderir.
https://www.youtube.com/watch?v=t7ken6tGYBM

ferda keskin ve foti benlisoy'un ''marx ve ideoloji'' adı ile sundukları bir seminer, zihin açıcı bir seminer bence, meraklılarına tavsiye edilir.
Boş beleş insan uğraşıdır. Ontogenetik estetizasyonu, dekonstrüksiyonu, metafiziği öğrenip ne yapacaksanız. Gidin ekmek parası kazanın işsizler.
Doğruyu, gerçeği arama serüveni. Eski Yunan kültüründen doğmuş; uygarlık tarihinin mihenk taşı kavramlarından biri olmuştur.
türkiye'de en fazla ihtiyaç duyulan fakat aynı zamanda bir o kadar da dışlanan, umursanmayandır.

düşünsel altyapısı olmayan kültürler sürünmeye mahkumdur.
Bahsedildiğinde insanların suratınıza bön bön bakıp 'Ne diyor bu koduğum' diye içinden geçirten ve kıymeti bilinmeyen.
Üniversitedeyken felsefenin, her insanda doğuştan bulunan zihinsel bir organ olduğunu düşünürdüm. Kimilerinde ufak bir kıvılcımdı, kimilerinde ise koca bir yangın.
Bilinmeyeni kurgulamaktır. Bi filozof böyle diyordu ama hangisiydi hatırlamıyorum şimdi.
Açıkcası at izi it izine iyice karismistir. Artik neye felsefe neye düşünce,fikir diyecegimiz muglaklastı postmodern zırvalıklar yüzünden..

Her akıl yurütme veya düsünsel süreç felsefe olarak adlandırılır oldu. Oysa nerede kaldı filozofların orijinal iceriklerle tartismalar yapması ?

Bu muglaklıgın giderilmesi gerek. Bu muglaklik neyin felsefe olup olamayacagi konusunun yeniden ele alınmasıyla giderilir.Ve bu da yine 20.yy da felsefe dilinin ne oluşu sorununa götürecek gibi bizi.
hemen her ''felsefe 101'' kitabının girişinde felsefe; yunancada sevmek, peşinden gitmek, aramak anlamına gelen ''philia'' ve bilgelik anlamına gelen ''sophia'' kelimelerini birleşiminden oluşan bir kavram olarak tanımlanmıştır. evet, gerçekten de öyledir. felsefe; bilgiyi sevmek, bilginin peşinden koşmak ve ömür yettiğince onu aramaktır. zira, aristoteles'in de dediği gibi ''insan, bildiğinden ibarettir.'' o halde felsefe dediğimiz mefhum belli bir akademik çevreye, belli bir zümreye, havas takımına mı özgüdür? sıradan ölümlüler, proletarya, parya vb. felsefe yapamaz yahut onun peşinden koşamaz mı? elbette ki hayır! kendi varlığını sorgulayan, varoluşunun özünü bilmek isteyen, zihnini çalıştıran ve daima merak eden her insanın yolu felsefeye çıkmıştır ve çıkacaktır. hayata dair kaygısı olmayan, zihnini ötekilerin düşünüşlerinin hegemonyasına tutsak etmiş, fikrin ışığından yoksun insanlar ise o yola asla girmeyecektir. gelin, biz bu yolda neler var, nelerle karşılacağız ve bu yola neden girmemiz gerektiği üzerinde hemhâl olalım.

--- spoiler ---
erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar,
rencide olur dîde-i huffâş ziyadan.
- ziya paşa
(olgun, aklıselim insanları noksan olanlar çekemezler, tıpkı ışıktan, aydınlıktan rahatsız olan yarasalar gibi.)
--- spoiler ---

insan, bildiğinden ibarettir

özellikle toplumumuzda felsefe pek sevilmez, nahoş görülür ve netice itibarıyla hayatın dışına itilmiştir. bu duruma; büyük şairlerimizin beyitlerinde, ediplerimizin yazılarında ve toplumun hafızasında rastlamamız pek mümkündür. 17. yy'ın büyük şairi ve düşünce adamı nâbi'nin oğluna yazdığı öğütte (hayriye-i nâbi) dâhi rastlarız. ''hikmet-ü felsefeden eyle hazer, evliya nüshasına eyle nazar.'' der büyük şair. oğluna felsefeden uzak durmasını evliyaların nüshalarına dikkat kesilmesi gerektiğini öğütler. onun gibi birçok toplum önderinde ve sanatçımızda bu duruma rastlarız. bu durumun elbette ki birçok sebebi vardır. fakat bizce en önemlisi; felsefenin düşünceyi ve sorgulamayı ön plana alarak alışılmışlıkları, gelenekleri ve büsbütün yerleşik inançları zihnin süzgecine alması ve o süzgeçten yalnızca birkaç sağlam fikrin geçebilmesidir. bir diğeri ise özellikle günümüzde tercümanların, felsefî eserleri çevirirken terminolojiye ve kendi diline hâkim olmadan, düşünürlerin derûnî düşüncelerini satıhta bırakmaları ve türkçenin gücünü çevirilere yansıtamamalarıdır. bu durumu felsefeyi büsbütün anlaşılmaz kılmakta ve ona tabiri caizse ezoterik bir muhteva yüklemektedir. dolayısıyla felsefe okumaları yapan kişi içine girdiği dehlizde boğularak bu yoldan erkenden geri dönmeyi tercih edecek, felsefenin asûde dünyasına bigâne kalacaktır.
aslına bakarsanız felsefe cesaret işidir, karşınıza çıkacak zıtlıklara yüzleşebilme cesareti, kalıpların dışına çıkabilme cesareti ve gerekirse yalnızlığın korkutucu sükûtunda yürüyebilme cesareti gerektirir. insan hayatını değiştiren, ona yol gösteren; sanatta, fikirde, bilimde çığır açan düşünce ve eserlerin çoğu, tezatların birbirini eritmesinden doğmuştur. maalesef ki insanların büyük çoğunluğu zıtlıklara göğüse germe, kalıpları yıkma cesaretini gösterememektedir. keza bizim toplumumuzda da bu durum en acı haliyle görülmektedir. dolayısıyla merakın ve cesaretin barınamadığı bir toplumda felsefe de kendine yer bulmamaktadır.

düşünüyorum, o halde varım!

büyük filozof descartes varoluşunu sorgularken vardığı final ''cogito ergo sum''dur (düşünüyorum, o halde varım). varlığını düşüncenin gücüne borçludur. j. j. rousseau da büyük filozofa nazire olarak ''varım, o halde düşünüyorum'' der. şüphesiz ki tefekkür ile varlık birbirinden bağımsız düşünülemez. gerçek anlamda var olmak aslında, süjenin varoluşunun bilincine varabilmesidir. insanı, insan yapan en önemli şey de budur belki. insan varlığının bilincindedir, iradesinin farkındadır ve solipsist hâlden düşüncenin gücüyle sıyrılmıştır. kendi dışında bir dünyanın da farkındadır. onu hayvanlardan ve bitkilerden farklı kılan yegâne şey de budur. niyâzî mısrî bir beyitinde bu durumu çok güzel dile getirmiştir: ''nereye gelir yolun senin, ya nereye varır menzilin? nerden gelüp gittiğini anlamayan hayvan imiş.'' evet, insanı insan yapan en önemli faaliyet idedir, tefekküdür. aslında felsefenin babası da düşünmektir. düşünmek, merak etmek, sorgulamak ve mütemadiyen bilginin peşinden koşmak; felsefenin özeti bu kavramlardan ibarettir. o halde felsefe neden sevilmesin, neden yüksek bir tabakaya mahsusmuş gibi görünsün? neden her insan felsefenin büyülü dünyasında kendine bir mekân edinmesin?
felsefe kimsenin malı değildir, hele ki akademik camia gibi sınırlı bir camianın hiç değildir. platon, bilge olmak için insanların bolca boş zamana ihtiyacı olduğunu ve bu boş zamanın da ancak yaşamını idâme ettirmek için çalışmaya muhtaç olmayan insanlarda olabileceğini söylemiştir. elbette ki doğruluk payı vardır. okumak ve bilgi edinmek bolca zaman ve emek isteyen bir iştir. fakat felsefenin yoluna girmek dâhi tek başına insanı ihyâ eden bir durumdur. o; varlığını büsbütün akleden, sorgulayan insana borçludur. dolayısıyla her insan mutlaka felsefenin bir ucunda vardır. fakat belli bir güruh tarafından dışlandığı için o camiada kendine yer bulamaz insan. fikirleri dışlanır, saçma bulunur, dost edinemez… dolayısıyla bu insan, belli bir ideolojinin bataklığına saplanır, fikirlerini ona tutsak eder ve bir ömrü onun peşinde harcar. bu ne büyük bir izmihlâldir! burada en büyük suç belki de felsefeyi anlaşılmaz kılanlardadır, evet. fakat filozofları kendi eserlerinden değil bir başka kişinin anlatımıyla okuyanlar ve bu sebeple felsefeden uzaklaşanların da suçu yadsınamaz derecede büyüktür. her mütefekkiri, her filozofu kendi anlatımıyla, yorumsuz olarak okumak son derece elzem bir konudur. ikinci el bilgi daima zarar getirir. kanaatimce, filozoflar içinde yeri çok ayrı olan ve hayata alenen dokunan büyük filozof schopenhauer'dan bu noktada iktibas etmek gerektiğini düşünüyorum:

yalnız yazarların kendilerinden felsefî düşünceler alabiliriz; bu bakımdan, kendini felsefenin çektiğini duyanlar, filozofların ölümsüz sözlerini, onların eserlerinin durgun tapınağında aramalıdır.''

''başkalarının kafalarının için, insanın kendi gerçek mutluluğunun yuvası diye düşüneceği yer değildir.''

- arthur schopenhauer

her zihin felsefe yapmaya yetkindir; felsefe doğru bilgiye ulaşmayı amaç edinir, bu doğrudur. lâkin bu yolda basit, sıradan ve yanlış bilgiler olmadan doğruya ulaşmaya çalışmak abesle iştigal etmek olacaktır. her filozof selefini eleştirerek yahut onun fikirlerini geliştirerek yeni fikirlere yelken açmıştır. felsefe tarihini okuyan bir insan, günümüzden bakınca o kadar basit ve sıradan görünen bilgilere tesadüf eder ki ''yere göğe sığdıramadıkları adam bunları mı söylemiş?'' gibi sorular sorması işten bile değildir. oysa o bilgiler kendi döneminde o denli kıymetlidir ki nice büyük fikirlerin yolunu açmışlardır. insanlık bugün de aynı şekilde yüzlerce basit, garip, anlaşılmaz, farklı bilgilere ihtiyaç duymaktadır. ancak bu tür bilgiler eleştirilerek yahut kanıtlanarak insanlık ihyâ olabilir. nahvete kapılmadan, felsefeyi belli bir güruhun malıymış gibi pazarlamadan onu; insanlara, insanlarımıza, insanlığa benimsetmeye çalışmamız gerekir. zirâ sorgulamadan, eleştirmeden edinilen her bilgi dünya tarihinde nice felaketlere yol açmıştır. insanlık ağacında bugüne dek, körü körüne bağlılık ve bağnazlık kadar büyük bir utanç meyvesi yeşermemiştir. tüm bunların sebebi; bilgiyi sevmekten, bilginin peşinde koşmaktan ve sorgulamaktan, hülasâ felsefeden uzak durulmasıdır. insanın; dinini, toplumunu, benimsemiş olduğu ahlâkı, türlü inançlarını sorgulamaya tâbi tutmadan kulaktan dolma bilgiler ile kendine mâl etmesi, şahsına ve mevcut olduğu dünyaya ziyandan başka bir şey getirmeyecektir. descartes'in meşhur kartezyen metodu tek başına uygulandığında dâhi büyük sorunlara merhem olacaktır. yazımı sonladırken bu metodu kısaca tanımlamak ve bir alıntıya yer vermek isterim:

kartezyen şüphecilik

descartes'in bu yöntemi aslında oldukça basittir. büyük filozof insanlara içinde en küçük şüphe, doğru olmama ihtimâli barındıran bir şeyi asla kabul etmemeleri gerektiğini öğütler. ve bunu bizzat kendisi şu örnekle açıklar:
bir çuval elmayı düşünün. çuvalın içinde çürük elmalar da olduğunu biliyorsunuz, ama hangilerinin çürük olduğundan emin değilsiniz. içinde çürük elma kalmadığından, sadece taze elmalar bulunduğundan emin olduğunuz bir çuval elde etmek için ne yapardınız? tüm elmaları yere döker, teker teker kontrol edersiniz ve sadece sağlam olduğundan emin olduklarınızı çuvala geri atarsınız. bunu yaparken içleri biraz çürükmüş gibi görünen birkaç sağlam elmayı da çöpe atabilirsiniz. ama yine de sonuçta çuvalınızda sağlam elmalar olduğundan emin olursunuz. descartes'ın şüphecilik yöntemi da aşağı yukarı böyle bir şeydi. aklınıza "ben bunu okurken uyanığım" diye bir düşünce geldiyse mutlaka bunu sınamalı, yanlış ya da yanıltıcı olmadığından kesinlikle eminseniz kabul etmelisiniz. aklınızda en küçük bir şüphe bile kaldıysa onu inkâr etmelisiniz.(warburton n., felsefenin kısa tarihi)

çürük elmaları ayıklamak için ihtiyacımız olan şey aklımızı kullanmak ve aklı kullanmanın da bizi getireceği yol felsefe yoludur. yaşamımızda tek bir çürük elma kalmayıncaya dek…

yazıyı, medium sayfamda okumak için şöyle gidebilirsiniz.
her daim varlığını yitirmeyecek konular üzerinde düşünme ve fikir üretme sanatı.
ciddi ciddi ilgilenenlerin muhabbetleri çok bayık oluyor. ağızları lafla dolu ama o kadar afaki konuşuyorlar ki "aramıza dön kardeş" diyesin geliyor.

bir yerden sonra kafa sünger oluyor haliyle, çekemiyorsun.

ya da ben hep kötü örneklerle karşılaştım.
bir yunan masalıdır.. itibar etmeyiniz..
4.501 Felsefe, olgulardan bağımsız, olabildiğince hür düşünme çabasıdır
4.502 Felsefe, "ise" bağlacı kullanarak belirsiz yargılara ulaşmamızı sağlayan düşünce etkinliğidir
4.503 Felsefenin büyük çoğunluğu, insanın kendi isimlendirdiği olguları dilsel olarak açıklayamamasına şaşırmasıdır

Edit: Matematiğe bile tanım buldum felsefeye hâlâ tatmin edici bir tanım bulamadım. Hani bir tanım bulunabilir ama bu tanım felsefe dediğimiz her şeyi kapsayamayabilir veya kapsamaması gereken çok fazla şeyi de kapsayabilir. Bir tanımı başarılı yapan şey o tanımla ifade edilen kavramı o tanımın en düzgün şekilde ihtiva etmesidir
hiç şüphesiz, ferrarisini satan bilge kitabı okunmadan asla anlaşılamayacak bir otohaber dergisidir.
Bir insan her zaman ilkelerine uyduğu için değil, her zaman mizacına uyduğu için karakterli görünür.
çoğunlukla sorunsallar üzerinden dönüyor.bir filozof mu radarıma girdi.adamın karakteristik tavrını bulana kadar hem kendisinin yazdığı hem de üzerine bindirilen ıvır zıvırların arasında debeleniyorum.malumatı oradan buradan derleyip haldır huldur makale yazan arkadaşlara da bilmem kimin türkiye bayiliği diyoruz.