bugün

al sana tanımı: kişiye hoş gelen okumaktan zevk alacağı şiirlerdir. evet şiirdir bunlar yanlış anlaşılmasın

BU YOL NEREYE GiDER

bir kuğunun boynuna dokunurken

yol bir yere gitmez
içerde
düz saçlara uğrar
ayak üstü bir akşamüstü
her plansız ürperişin sonu
hüsran
ve hüsran
çok sanat müziği bir kelimedir

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan önce
ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
gerdan sözcüğüne
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin
bir kasapta da
kalbin sızlamaz
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce
o bir beslenme biçimidir
ama korkarsın
kurdun sevdiği havadan
ayakkabı yaparsın yılandan

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir

iyi yolculuklar denmez bir gidene
yapılamaz çünkü
çok yolculuk bir seferde
yolcu denmez her gidene
herkes o yolun taraftarı olmayabilir
hiç bir sürgün
gittiği yolu sevmez mesela

yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda

Yılmaz Erdoğan
Adını özlem koydun bu sonsuz sevginin,
Özlemin tek sığınağı oldu bu acı dolu yüreğin,
Bu bitmeyen özlem kaçınılmazlığıydı sensizliğin,
Bitmez bu özlem sevgili, bitmeyecek bensizliğin...

Ayrıldık ve her geçen gün büyüdü bu özlem,
Her iç çekişte bir gözyaşı, her göz yaşında bir sitem,
Bitmedi bu hasret, ne yapsam nereye gitsem,
Özlemin gösterdi, kime baksam hep sen...

Yıllarım seni beklemekle geçti umutla,
Gelişin seni vazgeçilmez kıldı bir anda,
Sensizliğin içimi, yüreğimi yaktığı anlarda,
Özlemin hep vardı, bırakıp gittiğin zamanlarda...

Adı hep özlem kalacak bu karşılıksız sevginin,
Özlemek tek çaresi olacak sensizliğin,
Bitmez bu tutku, bitmeyecek bensizliğin,
Yaşadıkça vazgeçilmez olacak ismin,

Kaçınılmaz olacak özlemin,
Özlemim...
[link]
Hatice Mine Bahadır.[/link]
http://www.antoloji.com/s...air=25405&siir=292876
(bkz: canakkale sehitlerine)
Gafil, hangi üç asır, hangi asır,
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarih söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alpler' inde Oğuz torunları,
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gökteki gafletten perde,
Hakikat nerede?
Mustafa Kemal ATATÜRK
(#233474)
Yeni Bir Sayfada Sana Bakmak


her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
içinde benzetmeler olan;
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah'a inanmaktır.

Yılmaz Erdoğan
Sakarya Türküsü

insan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

insandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında halâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

insan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

necip fazıl kısakürek.
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

insan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

insan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

ataol behramoğlu.
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim her dakika hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi

Bazı nur içinde bazı sisteydim
Bazı beni seven bir göğüsteydim
Kah el üstündeyim kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi

Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
içimde binlerce istekler vardı
Bir şair yahut bir hükümdar gibi

Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi

Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi

Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi

Başını göğsüme yasla sevgilim
Güzel saçlarına dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi...

Sabahattin Ali
GEYiKLi GECE

Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Herşey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut dövüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

'Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı'
ister istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltuk altlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında..

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı...

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

'Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
imdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ay ışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayak ucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri bonoları unutuyorum
ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
iyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
'Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum'

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

(bkz: Turgut Uyar)
Ne ararsin Tanri ile aramda
Sen kimsin ki orucumu sorarsin?
Hakikaten gözün yoksa haramda
Basi açiga neden türban sorarsin?

Raki, sarap içiyorsam sana ne
Yoksa sana bir zarari, içerim
Ikimiz de gelsek kildan köprüye
Ben dürüstsem sarhosken de geçerim.

Esir iken mümkün müdür ibadet
Yatip kalkip Atatürk'e dua et...
Senin gibi dürzülerin yüzünden
Dininden de soguyacak bu millet.

Isgaldeki hali sakin unutma
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz
Sen anandan yine çikardin amma
Baban kimdi bilemezdin serefsiz.

(bkz: neyzen tevfik)

bu sözlerin üstüne daha hala ne denebilir ki?
BENCE SEN DE ŞiMDi HERKES GiBiSiN

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.

NAZIM HiKMET
ruhum ölümsüz fail
suretim gökte yıldız
yoksa arada hail
gönül çalan bir hırsız.

baksan görürsün beni
ama mutlak sükutta
dikkat keskin buutta
pırıltım tanır seni

sen orada ben burada
ruhumuzda bir surda
hayale dalıp durda
resmedeyim çehreni *
attila ilhan'in her siiri.
nazim hikmet'in karima mektup ve mavi gozlu dev siirleri.
mehmat akif in çanakkale şehitlerine şiiri.
herkesin bildiği ama yazılmamış, sadece 2 dörtlük ama çok şey anlatan bi şiir.

Ne Hasta Bekler Sabahı
Ne Taze Ölüyü Bir Mezar
Ne De Şeytan Bir Günahı
Seni Beklediğim Kadar....

Geçti istemem Gelmeni
Yokluğunda Buldum Seni
Bırak Vehmimde Gölgeni
Gelme Artık Neye Yarar...

NECiP FAZIL KISAKÜREK
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi
Sevdiğin kadar sevileceksin
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
işte budur hayat!
işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam;
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam...

(bkz: necip fazıl kısakürek)
Yort Savul

1. atlasları getirin! tarih atlaslarını!
en geniş zamanlı bir şiir yazacağız

2. harbi karşılık verecek ama herkes
göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya:

3. bir, yeryüzüne nasıl dağılmıştır
tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?

4. iki, daha yavuz bir belge var mıdır ha
gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?

5. üç, Boğaziçi bir istanbul ırmağıdır
nice akar huruç alessultanlarda bayraksız, davulsuz?

6. nerede kalmıştık? tarihe ağarken üç ağr yıldız
sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk

7. çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!
hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız

8. kurşunkalemle de olabilir
yort savul!

ece ayhan
Hikaye

Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkiyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!

Cahit Külebi
ben iceri düstügümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ona sorarsanız : "lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman."
bana sorarsanız : "on senesi ömrümün."
bir kur$un kalemim vardı ben içeri düştügüm sene.
bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
ona sorarsanız: "bütün bir hayat."
bana sorarsanız : "adam sen de, bir iki hafta."

katillikten yatan osman,
ben içeri düştügümden beri,
yedi buçuğu doldurup çıktı,
dolaştı dışarlarda bir vakit,
sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
altı ayı doldurup çıktı tekrar,
dün mektup geldi, evlenmiş,
bir çocuğu doğacakmı$ baharda.

şimdi on yaşına bastı,
ben içeri düştüğüm sene, ana rahmine düşen çocuklar.
ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
rahat , geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.

fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur.

yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde ben içeri düştüğümden beri.
ve bizim hane halkı bilmediğim bir sokakta görmediğim bir evde oturuyor.

pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek
ben içeri düştüğüm sene.
sonra vesikaya bindi,
bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet
yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
şimdi serbestledi yine,
fakat esmer ve tatsız.

ben içeri düştüğüm sene ikincisi başlamamıştı henüz.
daşav kampında fırınlar yakılmamış,
atom bombası atılmamı$tı hiro$ima'ya.
bogazlanan bir cocugun kanı gibi aktı zaman.
sonra kapandı resmen o fasıl,
şimdi üçüncüden bahsediyor amerikan doları.

fakat gün ı$ıdı her $eye rağmen ben içeri düştüğümden beri.
ve "karanlığın kenarından onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular" yarı yarıya...

ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
ben içeri düştügüm sene onlar için yazdığımı :
"onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada ku$ kadar çokturlar,
korkak, cesur, cahil, hâkim ve çocukturlar,

ve kahreden yaratan ki onlardır, şarkılarımda yalnız onların maceraları vardır."

ve gayrısı, mesela benim on sene yatmam, lâfü güzaf

nazım hikmet ran
şiirimin adı. kendiside burda;

hep tebessumdu adın gelınce kulagıma
yuzume gelen
gıderken goturdugunde o olsun
kusuruma bakma vede saflığıma
uff oldu kalbıme sanada o olsun

ayrılmayı basardık
ayrılamıcaz sandıklarımıza
keder ve kadere
sımdı tanıdıklarımıza
acıklamakta mesele
severken dusunseydık
canım buda lafmı yanı
(bkz: sevgilim yoksa sen sevgilim olmayabilir misin)
niçin küçülüyor eşya uzakta
gözsüz görüyorum rüyada nasıl?
zamanın raksı ne bir yuvarlakta
sonum varmış onu öğrensem asıl

nacip fazıl kısakürek

vee

Çay bardağında
Bırakılan dudak payı
Kadar bile
Uzak kalamam
Gözlerine

Yakın olsun isterim
Ellerime ellerin
Yanındaki beton binaya
Yaslanması gibi
Köhne bir evin

Seni bir çivi
Gibi çaktım
Çünkü beynime
Ve toplayıp
Bütün kerpetenleri
Attım denize

sunay akın
zulmü alkışlayamam
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
irticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?
mehmet akif'in mükemmel şiirlerinden biri.