bugün

Hava buz gibidir, eksi derecelerde.Rüzgarın vücuduna değdiği her yer adeta kesiliyordur sanki.Üşümeyi de aşmışsındır artık, bambaşka bir boyuttasındır.Karlara bata çıka gidersin.Yorucu bir yolculuktan sonra evine varırsın.Kapıdan girdiğin an o sıcaklık sarar seni kollarına.Kasılmış vücudun rahatlar yavaş yavaş.Pencereden baktığında gri bir manzara görürsün.Akşam yaklaşıyordur yavaş yavaş ama sen odanın ışığını açmazsın.Güneşin parkelerin üstünden nasıl silinip gittiğini izlersin pencerenin önünde.Bir sıcak çikolata yaparsın kendine, geceyi beklersin.
Bazen de hissedememek...
Mesela oturuyorsun masanın başına ve gelmiş geçmiş en iyi yazarsın. Tarih seni kayda geçmek için sabırsızlanıyor ama sen duygularını yitirmiş bir şekilde sadece oturuyorsun. Saat 23:47. Çocuklar uyuyor yan odada. Sessiz olmak zorundasın ve istesen bile sessizsin istemesen bile... iki eksik 18 tam paketten bir sigara daha eksiltiyorsun. Ömrünü eksiltiyorsun. Böyle yaşıyorsun. Yanmayan çakmakla savaşından yenik bir şekilde ayrılıyorsun. Evi keşfetmek ve başka odalara gitmek farz oluyor. Duygusuzluk tüm bedenine hakim olmuş ve yeniksin. Kocaman bir kaybedenin acısını daha yeni yeni hissediyorsun. Tütün bile sana boyun eğmiyor ve kendini yakarak yok ediyor. Sen elini uzatma zahmetini bile göstermiyorsun. Dudakların sana küsüyor, nefes borun ve de ciğerlerin. Masanın üzerinde duran kitabın da...
Yan oda da çocuklar uyuyor. Son nefeslik sigarayı ağzına götürüyorsun bir umutla ama dudaklarını yakıyorsun. Çünkü kaybetmek bunu gerektiriyor. Su bile içmeyecek kadar yenilgiyi içine işletmişsin. Umudun olmadığı için işte tam da o an düşünmeyi kesiyorsun. Duvardaki saate kafanı kaldırıp "tamam" demek...
Dünyadaki bütün dondurma çeşitlerini yemenin vermiş olduğu bir iç rahatlık ve ata binmemiş olmanın verdiği bir hüzün var içimde. Durumum, yorgun olan ruhun ve bedenin hızlı bir çarpışmanın etkisiyle sevişmiş kadar donuk. Dış dünyam benden bağımsız, doğal gazın açık olduğunu gösterir gibi sesler çıkaran bir havaya ev sahipliği yapıyor. annem yok, babam yok, kardeşlerim yok... sevgili çocuklarım benden habersiz gökyüzünü ziyarete gittiler. Desenleri sayıyorum. Sarı, mor, beyaz, sarı, mor, beyaz... Siyah. Çenemi kaşıyorum bir şey bulacakmışım gibi. Oysaki çenemde hiçbir şeyimi kaybetmedim. Ne aradığımızı bilmiyoruz ben ve ellerim. Kuşlar dışarda sanırsam beni çağırıyorlar. Ama kulaklarım bunu umursamıyor. Ardından yazmak, yazmak ve yazmak...
Kemal Tahir in devlet anası olmak nedir bilir misiniz? Ben bilirim. Devlet ana olmak "bir maniniz yoksa annem size gelecek" kitabının kollarına sığınmaktır. Ayfer tunç a yakın olup kitaplığın ikinci katından aşağıya doğru baktığınızda bir mandal tanesine yüzyıllık yalnızlık beslemektir márguez in gözünden. Beslersiniz de. Çünkü aziz nesin kadar duyarlısınız ve hayvan deyip de geçme eylemini gerçekleştiriyorsunuz. Eğer ben 5 katlı bir kitaplıkta bir kitap olma onuruna nail olsaydım alexandra nın leyla' sı olmak isterdim. Gri, sessiz ve hüzünlü. işte o zaman sunay akın beni geyikli park' a götürürdü. Bir kitabı mutlu etmek de bunu gerektirir.
Hiçbir mavi anahtarlık bir kitabın mutsuzluğuna tanık olmak istemez. Belki buna kalbi dayanamayacağı için üstünde sürekli sarı, pembe, mor renklerdeki anahtarları taşıyor yeşil renkli namus gazı nın yanında.
Mevlana 656 yılında değil de 2016 yılında mesnevi yazsaydı içinde bana dair edilen küfürler barındırırdı. Şimdi sorarız sana ben ve robin sharma; sen ölünce kim ağlar mevlana?
Mevlana öldü ve ben babil in kervan taciri oldum. Zeki bey bana yiyemeyeceğin muzu soyma dedi. Haklıydı çünkü adam zeki ve coşkun du. Kayahan olması da cabası.
Şu ses üst raftan geliyor: " bu vatan böyle kurtuldu." Sese kulak verip bir an kendimi erol toy un ilk kırılmasının kollarında buluyorum. derken ulustan devlete, obadan ulusa gidiyorum. Ne tuhaf. Ciltlerim de var. 1, 2, 3...
Karınca huzura varınca yazarını tanımazmış. Gerçi ben de hala dursun gürlek beyi tanımıyorum. Yeni bir kitabın yazarı o. Çok sessiz. Belli ki mevlana nin bulamadığı huzuru bulmuş. Ah mevlana ruhun şad olsun, mekanın cennet. Ama unutma! Unutulanlar dışında yeni bir şey yok. Yani öyle diyor osman Pamukoğlu. Sonra insan ve devlet diyor, ey diyor, vatan diyor. Anlayacağın bu adam baya baya konuşuyor.
Neyse Mevlana. Ben dede korkut un kucağında uyumaya gidiyorum. Ne de olsa o da belli değil ben de...
Kokuyorum. Bir leş nasıl kokuyorsa öyle kokuyorum. Siz hiç kapalı ayakkabının içine kalın çorap giydiniz mi? Eminin ki giymişsinizdir. işte ben o kokan kalın çorabın ta kendisiyim. Sıcaktan dolayı beni ıslatan ayak ıslattığı yetmiyormuş gibi bir de üzerime 2 saniyede bir basıyor. Dilim yok ki dur diyeyim. Çaresiz eve kadar katlanacağım ona, ardından evdekiler bana katlanacaklar. biraz ileride bana bir taş parçası eşlik ediyor. Aslını söylemek gerekirse taşları hiç sevmem. Çünkü eşimin ölümüne sebep olduğunu biliyorum. Şimdi tanımadığım tekim diğer ayakta benim gibi eve gitmeyi bekliyor.
Bu tam yanıma, yani koynuma sokulan taş siyahtı. Simsiyah. sanki gözü doymamış da beni de öldürmeye gelmiş gibi bakıyor. Öyle de oldu. Önce yavaş yavaş canımı yakmaya başladı. Dedim ya dilim yok benim. Bağıramıyorum, nefes alamıyorum. ilk defa nefes alamıyordum. Belki de bu tanrının öc alma biçimiydi. Ben ki bu zamana kadar insanların nefesini o kokuşmuş bedenimle kestim. Şimdi şu ufacık taş parçası da benim nefesimi kesiyordu. Ve kesti. Delinmişti boğazım ve hızlı bir biçimde ölüyordum. Eve gittiğimizde beni çöpe gömdüler...
Dans etmek.. ruha dans ettirmek. Bir odanın içinde attığım adımı diğer ayağımla takip ediyorum. Kollarımı her zamankinden daha fazla anlam yüklü şekillerle havaya kaldırıp kendime yaklaştırıyorum. Boynumu kırıyorum gelişi güzel bir şekilde. Dışarıda çocuk sesleri var ve ben ruhumu dansta bırakıp pencereye yöneliyorum. Gözlerim dışarıda ama aklım hala o atamadığım ikinci adımda ve kafadan dans etmeye devam ediyorum. Çocuklar da dans ediyor ruhum da...

https://youtu.be/wyJPzUfXFQY

Aklımda kaldığım dansa devam ediyorum. Kollarımı kendime daha çok çekip bedenimi ondan uzaklaştırıyorum. Aniden sanki ruhuma ilham gelmiş gibi havaya kaldırıp başımı gözlerimi tavana dikiyorum. Şimdi bedenim isyan ediyor ve baktığım yere doğru zıplıyorum. yemek kokusu tüm evi sarmış durumda ve ben mutfağa doğru dans ede ede gidiyorum. Elimi kaşığa sürene kadar ayaklarım ritmini bozmuyor...

https://youtu.be/-ltC934qGEc

Kendimi yavaş yavaş yere bırakıyorum. Bir elim diğer elimden kaçıyor gibi hareketler çiziyor yere ve ben hüzne kapılıyorum. Göğsümden ateşler fışkırırcasına kalkıyorum... Nefes alış verişim hızlanıyor ve ben bir iki üç.. sekize kadar adım atıyorum. Sağ sol, sağ sol... Boynumu bedenimin ters yönüne doğru sallıyorum bedenim gülüyor. Ben gülüyorum. Ve beden dansımı durduruyorum. Ama ruhum hala kocaman adımlar atarak o küçücük mutfakta benimle dalga geçiyor. Aslında hoşuma da gidiyor bu ve onu sonsuza kadar dans etsin diye özgür bırakıyorum...

https://youtu.be/ysMHM1o7EzY
ne diyon kardeş
hisli duygular fragman izle.
iron fist dizisindeki adam gibi oturup meditasyon yaparak kendimi himalayaların zirvesinde bulmuyorum ama onun gittiği yerlerden çook ötelere, başka bir dünyanın çölüne gidip uzaktaki şehire bakabiliyorum. o şehir her zaman oradaydı, her zaman orada olacak ve ben hep onu seyrediyor olacağım.
Tam kendinden vazgeçerken çıkagelip seni alıkoyan veya sarıp sarmalayan bir koruyucu meleğin olmadığında, bu gerçek hikaye olur.
Böyle olağanüstü bir meleği kim kabul etmezdi ki? Peki ya tüm o hikayelerdeki o melekler bu kadar olağan olsaydı ve hepimizin peşinde bu meleklerden bir tane olsaydı, bunca çaresiz insan türer miydi?
Hayır.
Bu yüzden gerçekdışı ve tamamen başkalarının insiyatifiyle değişen hayatlarınızı alıp gidin buradan. Sizin mucizelerinizin nasıl gerçekleştiğini merak etmiyorum.

Bu yüzden eskiden kitap kurdu olan ve dizi izlemeye bayılan bu mahluk şimdi uzun soluklu hiçbir hikayeye katlanamıyor. Bıktım sizin mucizelerinizden. Sahte onlar. Kandırmayın insanları. Bir kız zırlarken gelip onu susturacak alakasız bir insan tanesinden bahsetmek berbat. O kızın kurtulmasının başka yolu yokmuş gibi. Belki de yoktur? Vardır demiyorum. Sana kendi kendine ayağı kalkmayı vaadetmiyorum. Diyorum ki, tek başınasın.
Cansız varlıklar canlılardan çoğu kez daha sadık ve iyidirler. Benim içinse en önemlisi bana daha çok yardım ederler ve işlevseller.
Hayatımda işlevsel olan kim var manevi anlamda? Cansız birkaç varlık evet.
Canlılar içten pazarlıklıdır. Küçük hesaplar peşinde koşarlar. Vefasızlardır ve sadık değillerdir. Ben de mi değilim bilmiyorum ancak canlılar sadık değil. Sadakat çok önemli. Gereksiz önemsiyorum büyük ihtimalle ama sadakat öyle önemli ki. Çok mu zor nefsi bir kenara koyup samimiyetle hareket etmek? Sanırım çok zor ki iğrenç varlıklar mide bulandırıcı hareketlerine devam ediyor. Peki bu yazının neresi durum hissetmek? Özür dilerim.
Çocukluk fotoğrafına bakarsın. Bu kız/oğlan hahaha bu hale düşecek gibi görünmüyor, baksana şuna dersin. Normal bir çocukluk, ergenlik geçirecekmiş gibi bir his. Belki de zaten geçirdi. Ama sorun var belli. Cidden sorun var. Neyi beklediğini bilmiyor. Aslında beklemiyor da. Beklemek zorunda yapacak bir şeyi olmadığı için. Tat almak için ne yapması gerektiğini dğşünüyor. Bu da bir adım. Kendini önemsemeye başladı. Özledi. Kendini raftan indirdi. Tekrar koymamalı. Ya heba edecek elinde ya da pek umut olmayan diğer seçenek.
Uzun zamandır farisa tutmadı. Aklına ilk gelen kişi değil hayır. Tuttuğu farisa'lar işe yaradı mı? Geç.
keşke, odamda siyah bir kedi varmışçasına temkinli adımlar atmakla ilerleseydi her şey. neyse. benim attığım adımların hiçbiri öyle olmuyor zaten. ben değiştim, biliyorum. başka birisi gibi geliyorum bazen kendime. biraz saçma belki bilmiyorum, ama öyle işte. bozulan şeyleri düzeltmek değil de, en baştan başlamak istiyorum. bir sürü şey söylemek istiyorum ama yapamıyorum, belki de bu yüzden saçmalıyorum. bir fırtına olmuş gibi. öyle dağıldım ki, toparlayamıyorum.
sözlükte ne ifade ettiğini anlayamadığım bir başlık. "durum hissetmek" ne anlama geliyor?
derdimi biliyorum da, hiç anlatamıyorum. kendi kendimleyken çok güzel anlatıyorum da, birisine anlatamıyorum ve bu duyguların altında eziliyorum. aklımdakinin onda biri, içimdekinin yüzde biri ancak dile gelebiliyor. gerisi içimde kalıyor. susuyorum o zaman, anlaşılmayı bekliyorum bir şekilde. kim bilecek peki, insanlardan kaçmak istediğimi? sormuyorum kendime. çünkü kelimeler, bazı şeylerin tam karşılığı olmuyor.

hiçbir zaman, uzun süre yüzümü asacak, başka yöne çevirecek kadar kızgın kalamadım. hep bir gülüşe gülümsedim. sonrasında yavaş yavaş hassasiyetlerimin bir kısmını kaybettim. korkuyorum bu duvarların altında kalmaktan.
iyiyi unutmak ve kabullenememek gerçeğini fark eden insan için kendini umursamazlığın ellerine teslim etmek çok da zor olmaz.

Hep derler ki çok fazla kırılan insanlar artık çok fazla kırmaya başlar ve kalpleri neredeyse kararır. Yani bir bakıma, çok fazla üzüldüm artık ebenizi s.kme zamanı, demeye başlar. Geçmişte kendisini yaralayan insanlara duyduğu kini şimdiki insanlardan çıkarmayı kendine hak görür. bu saçma hakkı kendinde bulanlara ses çıkarmamak çünkü onlar üzgün, kimbilir ne onu bu hale getirdi, diye düşünmek; aynı zamanda kendinde bu saçma hakkı görmemek, kendine izin vermemek nasıl çekici bir aptallıksa şimdi olsa yine aynısını yapardım.

Kendime izin vermemek aptallık değil.

Ne savaşmak ne kaçmak ne de görmezden gelmek yöntemini kullanarak kendine yaptığı eziyeti ikiye katlayan insan, bunu çok geç olduğunda fark edince huzura eriyor ve aslında tüm zamanlar boyunca nasıl acı çektiğini anlayıp, kendini buna dayanabildiği için takdir etmeye teşebbüs edip beceriksizliğine çarpınca vazgeçiyor.
Olmayan bir şeye tutunup sadece vicdanının rahat olmasını kısas alarak kendini değerlendiren ödül yerine tehdit kullanan bünyeyi takdir etmek aslında gerekli mi emin değilim.
Tüm bunlardan bir melek olduğum sonucu çıkıyor sanki ama bu beni kıçımla güldürüyor çünkü bir melek olsam daha yeni çıktığım ve kenarlarında düşmeye hazır dolaştığım bu çukura hiç düşmemiş olurdum.
Merak istediğini almadan bırakmaz bu yüzden seni buraya kadar okutan merakının istediğini veremeyerek yazacaklarımın bir kısmını unuttum ama dandik kelimelerime bu sefer güveniyorum.
Suçun kişiselliğinden dolayı birinin faturasını asla başkasına kesmeye çalışmadım ve çalışmam da ama hatam şuydu ki bokunu çıkarmaya çok meraklıyım. Biri benim boğazımı sıkıp ardından samimiyet gösterse tuttuğum kinin hesabını kendime soracak kadar "mal" olmaya da.
Kendini küçük duruma düşüren biri için endişelenip utanan gerizekalı olmaya artık gönüllü değilim.
Pisliğe dönüşmemek için çok çabaladım. Bilerek kimsenin kalbini kırmadım. Kırdıysam da haberim olmadı. Ama kendimi isteklerime teslim ediyorum ve çukura itmiyorum daha fazla. Her şeyi herkesin gönlünü yapacak biçimde yapmaya zorlayan gerizekalıyla kendi rahatını düşünen gerizekalının kapışmasında artık ikinci taraftayım. Tuttuğum taraf kimi ilgilendirir bilmem ama şimdiden şaşkın insan taneleri etrafıma dökülmüş durumda.
Çok mu seviyoruz yalnızlığı? Çok mu rahatlıyoruz sessizlik ve karanlıkta ? Bir oda, bir şarkı, bir kitap, bir hayal yetiyor mu rahatlamaya? Ne geriyor bu kadar bizi? Başınız ağrıyor mu kaş çatmaktan ya da omuzlarınız ağrıyor mu kasılmaktan? Zorluyor mu insanlar tahammül sınırlarınızı? Uzan yatağına, hava soğudu önce biraz irkilirsin sonra alışırsın; insanlar gibi. Sana dair şeyler, seni özel kılan şeyler. Içinde bekliyor . Bir gün var. O gün var, rahatla ...
Sahi,herkes herkesi aldatır mı? Sahi,utanmayı unutunca mı gececek bütün mutsuzluklar?
Ben sesini ilk duyduğumda seni sevmeye karar vermiştim. Sen,başın ilk sıkıştığında beni sevmekten vazgectin. Sahi,ben sana denk mi geldim. Geçerken uğradığın benzin istasyonu gibi,bir daha dönmeyeceğin,mağrur ve yalnız, sakin vee telasli,bedbaht ve mütebessim, bokuna kadar zıt anlamlı, dibine kadar çelişik.
Ben gibiyken ışte ben...
Sahi sen,benim nasıl ben gibi olduğumu en iyi bilenken, niye işim var diyip yol vermedin bana?
Tedirgin etme beni.bu sefer geride bir şey bırakmadım .tasımı tarağımı topladım geldim. Neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. Bak dımdızlakım.
bir gün bu başlığa entry gireceğime dair farisa'ya söz verdim. gün, sözünü tutma günüdür.

***

uyandım.

camın başına geçtim. camı sonuna kadar açtıktan sonra, perdeyi araladım.
rüzgâr yüzümü kırbaçladı. sakındım yüzümü rüzgârdan.

iki boy büyük gelen montumu üstüme giydim, iki çift de eldiven. şapka takmadım o gün.
dışarıya çıktıktan yaklaşık 15 dakika kadar sonra, kulağımı hissetmemeye başladığımı fark ettim.
dokunsalar tuz buz olacaktı sanki. ısrarla oynamaya devam ettim. buse'nin üstüne kar attım, abim beni kara yatırdı.
dondu ellerim. dondu bedenim.

ağlayarak eve koştuğumu hatırlıyorum. cam kırıklarının üzerinde koşuşturuyor gibi, kırıklar ayak tabanımı parçalıyor gibi.

eve girdim. annem donmak üzere olan gözyaşlarımı sildi.
camdan abime bağırdı:

- gerizekalı, donmuş çocuk!

haylaz bir sırıtma ile yanıt verdi abim.

sıcak su torbasını aldı annem, önce avuçlarımın arasına, sonra bacaklarımın.
katı katı olmuş çoraplarımı çıkartıp, ayaklarımı ovaladı.
üstüme de bir battaniye örttü.

aradan geçen on dakikadan sonra camın başına geçtim. camı sonuna kadar açtıktan sonra, perdeyi araladım.
abimleri izledim. ayaklarım sıcak, ellerim sıcak, sırtım sıcak.
bir de çay tutuşturdu annem elime.

***

çocukluğumu düşündükçe elemlenirim, benzim sararır...
o değil de,
hepiniz
orul orul böyle
şu mübarek gecelerin hürmetine
ikileyin
şşş...
erdoğancıyız ulan
ve seksss...
çiyiz
vurmalı kırmalı
son sözüm
vatan millet
islam ümmet
hakka boyun eğdim
dur dedim
dur yapma
ah
sekssssssssssssssssssssssssssss
çat çat
al içine al al
pislikler
ümmettttttt <3<3<3
tırnakla kuyu kazmaya
ne kadar istiyon altın hızmaya
her gece ansızın azmaya
söyle var mısın?
Gece, gece. Ey karanlık sevgili.

omzunda, yeni doğmuş bir bebeğin ürpertisiyle uyunulan sevgili.

Her yıldızın yanağıma dokundurduğu bir busesi olan, sessiz sevgili.

Her sarışında kollarımı bir akşam üzerinde, bilsen nice gözyaşı intihara teşebbüs eder, gözlerimin o yüksek fiyortlarında. Şu pencerelere sorsan, ışıksızlığımı... Güne hasretim, aldatmak sayılır mı seni ey güzel sevgili?

Sokaklarımın o tatlı karanlığını çok mu rahatsız eder, şu sıra sıra lambalar? Boynumun etrafından dolaşıp geçen senin rüzgârın değil mi?

idama gün sayan bir mahkumun kalbini mi koydunuz içime ey cerrahlar! Nedir bu üzerime çöken hüzün duvarları?
Sonra dayanamıyorsun. Her şeyi içine atmaktan yavaş yavaş tükendiğini hissediyorsun. Seni çok iyi anlıyorum diyen herkesin, seni anlamadığını görüyorsun. En yakınından uzaklaşıyorsun. Yapabildiğin en iyi şeyin, yazmak olduğunu görüyorsun. Yazıyorsun. Herkesten saklasan da, gizlesen de tükeniyorsun. Hani o dışarıya verdiğin mutluyum imajı var ya, içini yiyip bitiriyor. Biri gelse ve gerçekten de tam anlamıyla yanında olsa, düzeliceksin gibi geliyor. Ama o kadar çok yenilgiye uğradın ki sevmede, değer vermede, bir yanın hep kimseye güvenme diyor. O yanına yenilmeye başladığın zaman, asıl acıları tatmaya da başlıyorsun. işte o anlar kalbinin, aklını yendiği anlar oluyor. Ve benim kalbim akılımı hep yeniyor. Değer vermekte bir sorun yokta, aynı önemi, ilgiyi, sevgiyi, değeri göremeyince başlıyor asıl sorun. Asıl sorunlar, asıl canını yakanlar oluyor. Birde yitirdiklerin var, dönülmez yolda bıraktıkların, geri dönmeyeceğini ezberlediklerin. Hani her şeyde derler ya ”hayat devam ediyor” aynen öyle. Ne giden geri geliyor, ne kalanlar değerini biliyor, ne yerin, nede kıymetin değişiyor. Sen sadece günden güne eriyorsun, tükeniyorsun, hissizleşiyosun. Ama gerçekten de bir gün aklım bu savaştan üstün çıkarsa, o zaman tam anlamıyla sevdiğim insanlar, tam anlamıyla soğukluğu tadacaklar.
Sevgi sikiş yalnızlık sikiş melankoli sikiş şiirli sikiş edebi sikiş.

Genelde böyle olandır.
sözlük, ben her şeye çok kırgınım. sanki her şey boğucu bir sıkıcılıkla beni içine çekiyor. uyusam uyuyamıyorum, ağlasam sabahlara kadar ağlarım, düşündükçe göğsüm daralıyor. ve en kötü kısmı bunu kimseye anlatamayışım. diyeceksin ki, anlatırsan rahatlarsın. böyle şeyler insanlara anlatılmıyor ki. en ufak şeyde, oradan vuruyorlar beni. hemen hepsi böyle. ben mi çok kırılganım, yoksa onlar mı çok kırıcı bilmiyorum.

içime acı oturdu sanki, boğazım düğümlü şu an. bunu da gözlerim dolmuşken yazıyorum. özlemek çok kötü. özleyeceğini bile bile gitmek çok çok daha kötü. bazen çok sevmek de kötü oluyormuş. çünkü sevgi konusunda herkes öyle çok bonkör değil. sevgiyi bile esirgiyorlar. ama benim canım sevdiğimi göğsüme bastırıp kalbimin içine almak istiyor.

neden böyle oluyor ya? bunu o kadar çok sordum ki kendime. ofluyorum, pufluyorum. ya ben çok kötüyüm. ölecek gibi. daralıyorum. kendimden bile sıkıldım, en sevdiğimden, tamamen uzaklaştım. yanlış yaptım belki, belki çok ağlayacağım daha. ama mantığım sanki bu doğrusuymuş gibi hissettiğini söylüyor. keşke beni bu kadar çok üzen gene en çok sevdiğim olmasaydı. ben hiç kıyamıyorken şu an bunu yaşamak o kadar kötü ki. içim hüzünle doldu. günlerce ağlasam gözyaşlarım boşa gidecekmiş gibi.
kimse başına ne geleceğini bilemez, ancak bu durum karşısında neler hissettiğimizden kendimiz sorumluyuz.
sözlük, hiçbir şey yolunda değil. sıkıntıdan içim içime sığmıyor. gelecek kaygısı, ikili ilişkilerdeki problemler, korkudan ve stresten mideme giren kramplar. o kadar sıkıldım, o kadar doluyum ki... ağlama seansları bitmek bilmiyor. “bu çorba neden bu kadar tuzlu ya” diye ağladığımı biliyorum. artık güzel günlere, güzel insanların varlığına ihtiyacım var. kendinden bile sıkılan şu ruh hali hiç bana göre değil. sıkılıyorum, bunalıyorum. oflayıp puflamaktan, insanları demoralize etmekten kendi kendimi daha da bunaltıyorum. önceden beni deli gibi mutlu eden şeyler şimdi etki etmiyor.

muhtemelen büyüyorum. insanlar 4 yılda bir kabuk değiştirir diyorlardı, doğruymuş. kendimi tanıyamaz hale geldim. nasıl oldu, ufacık fikrim yok. mantığımı nasıl bir kenara attım, nasıl böyle duygusallaştım bilmiyorum. ama hayır, bu ben değilim. bunu halledeceğim.