bugün

1941 yapimi bir orson wellesfilmi. filmdeki bas karakterle orson welles in hayati arasindaki benzerlik dikkat cekicidir. sasirtici olan, bu benzerligin orson welles in filme kendi hayatindan enstantaneler koymasindan ileri gelmemesi, film piyasa suruldukten sonra hayatinin filmdeki karakterinkiyle * benzer bir kadere sahip olmasidir.
bir cok yeniligin mihenk tasi olan film olmasi acisindan sinema tarihi acisindan cok onemli bir flmdir. sinema kuramcisi andre bazin'in de cok deger verdigi bir filmdir, gunumuzde halen kullanilan bir cok teknik ilk olarak citizen kane'de kullanilmistir.
writers guild of america tarafından sinema tarihinin en iyi 101 senaryosundan biri olarak seçilmiştir.
(bkz: rosebud)

--spoiler--
filmin sonunda milletin deli divane aradığı rosebud adamın filmin başında çocukken kullandığı kızagının adıymış.
--spoiler--
orson welles'in 1941 yılında 26 yaşındayken çektiği güzel bir film.

http://www.imdb.com/title/tt0033467/
yüzyılın en iyi filmi seçilmiş başyapıt
(bkz: yurttaş kane)
Orson Welles in ilk belki de en iyi filmi, eleştirmenlerin yaptığı o ebedi 10 film listesinde, potemkin zırhlısı nın en büyük rakibidir hep.
en iyi 100 film listelerinde the godfather ile kapışırlar. nitekim uzun yıllar daha bu ikili arasında gidip gelecektir birincilik.
medya imparatoru charles foster kanenin yaşamını anlatan dönemin de pek önemsenmese de günümüzde tüm sinema eleştirmenlerinin istisnasız godfatherla kıyasladığı kült film. ilk defa flasback kullanımı, kamera hareketleri ve oyunculuklarıyla bulunduğu konumu hak eden efsane film.
--spoiler--
filmin sonunda çöp diye çatır çatır yakılan ve altına rosebud kelimesi işlenmiş olan hede kane'in çocukluğunda kaydığı kızağıdır. kane ölmeden önce hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmiştir ve saf mutluluğun hakim olduğu çocukluk dönemi yer edinmiştir o an kane'in aklında.
--spoiler--
flashback tekniginin ilk olarak kullanildigi film.
1941 yılında çıkan film, sinema anlayışına, özellikle montaj, deep focus tekniği ve makyaj bakımdan, birçok yenilikçi katkılarda bulunmuştur. Filmin sinemaya en büyük katkısı alt açının doğru bir biçimde kullanılmaya başlanmasıdır. O zamana kadar kullanılmayan alt açılar nedeniyle, tavan hiç gözükmemekte; ve aydınlatma amacıyla kullanılan ışıklar kadrajda hic yer almamaktadır. Ancak bu filmin getirdiği bu yenilik sonucunda yandan aydınlatma etkili bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır.
belki de bu yuzden yönetmen Orson Welles'in ilk uzun metrajlı filmi olan Citizen Kane, çok sayıda eleştirmen tarafından sinema tarihinin en iyi eseri olarak görülmekte, gelmis gecmis en iyi film olarak kabul edilmektedir.
bronenosets potyomkin ile beraber, dunya sinema tarihi'nin baslangicinin hangisi oldugu uzerine elestirmenlerin birbirlerine girdikleri film.
filmin finalinde yine yeniden avrupa sinemasının -özellikle de godardın da çok kullandığı- filmin ana karakterinin tükenişi resmedilir.
amerikalıların medya ve gazeteciliğe bakışını çok iyi anlatan kült bir orson wells filmdir.

edit dedik:sabahın altısında eksi manyağı olmaya gerek yok adamım;mesaj at bana neyini beğenmedin yazının bileyim!!!!
no trespassing ciğercanım.

"Bu kadar zengin olmasaydım, büyük bir adam olabilirdim!" diyor yurdumdaş kane. pahalı bir oyuncağı var. seviyor büyük oynamayı. hırslı. "nası kodum lafı!" tadında çıkışları mevcut. devasa egosu ve mutlak otoritesi var. "insanların ne düşüneceği konusunda otorite benim!" diyecek kadar... ayn rand'ın the fountainhead adlı romanındaki gail wynand'a benzettim onu. sıfırdan başlayan birer hayat... kane, talih kuşuyla tanışıp da yırtarken; gail wynand tırnaklarıyla kazıya kazıya, insanlardan tiksine tiksine, ruhunu sata sata medya patronu oluyor. medya patronu olmak? güç sahibi olmak... nüfuzlu olmak... belli bir yaştan sonra erkeklerin büyük çoğunluğu bunun için götünü yırtıyor. güç, güç, güç... büyüklük, büyüklük, büyüklük... büyük konuşmamak lazım tabi ama, o göt yırtıcılardan biri olmak istemem. ha; yarın bir gün olursam da olurum. çok da kasmamak lazım sanki. su akar... neyse, gail wynand'a benziyor dedik kane, benzete benzete devam edelim istersen, ister misin? bu paragraf çok uzadı ama be ciğer, uzayınca afakanlar basıyor bana, müsadenle.

boy, pos, mimik, hatta yüz hatları itibariyle de cem uzan'a benzetmek yanlış olmaz. politik hırsları, skandalları da cabası. şovu seviyorlar da demiş miydim? adını anmadan geçmek olmaz doğanlar'ın aydın var tabi. big brother! andırıyorlar birbirlerini muntazaman. filmde, kane'in yaşlılık dönemleri godfather'daki marlon brando'yu andırıyor diyerek bu benzetme ve andırma bahsini pat diye kapatalım.

2. Karısı: Dişim ağrıyor ve fazla tanıdığım yok!
Kane: Ben çok kişi tanırım. Sanırım ikimiz de yalnızız.

Belki de en yakınlarına bile güvenemedikleri, mutlak bir yalnızlık içinde hapsoldukları bir hayatları olabilir kane gibilerin. ya da "siz öyle zannedin, bir elim yağda, bir elim balda; am. üstünde pm.'le sevişiyorum" da diyebilirler. orasını bilemem tabi. Bildiğim bir şey var ki 1941'de 26 yaşındaki orson welles tarafından çekilmiş; teknik, taktik ve bakış açısı hususlarında çığır açıcı olarak itham edilen bu film gerçekten muazzam. dikizledim. mutluyum. onaylıyorum. aradan 68 yıl geçmesine rağmen, bugün bile hala o günkü çığır açıcı seviyeyi yakalayamayanlar var. misal ben... yakalayamadım bir türlü. 6-7 yıldır film milm çekelim diyoruz, he he'lerle geçiştiriyoruz. en yakında orson welles'in açtığı yolda, gösterdiği hedefte hiç durmadan yürüyeceğime bir şeyler içmek istiyorum. şerefe!

ışıları kapatıp, sessiz bir karanlıkta güzel bir film izlemekten daha keyifli ne olabilir? çok daha enfes bir film izlemek mesela. ilahi. şakacılığım üzerimde. soyunsam ayıp olmaz di mi? O zaman hazır zevzekliği üzerimden atmışken filmin ilerleyen dakikalarında mr. lenand'ın çaktığı muazzam replik "hafıza, insan ırkının üstündeki en büyük lanettir!"'de bahsi geçen "hatırlamak" hadisesiyle ilişkili olan mr. bernstein'in şu enfes tiradıyla bitirelim:

"insanlar hatırlamayacağı sandığımız şeyleri hatırlar. Mesela ben, 1896'da bir gün feribotla Jersey'e geçiyorum. Biz tam açılırken başka bir feribot yanaştı. içinde inmek için bekleyen bir kız vardı. Beyaz elbiseli, beyaz bir şemsiyesi vardı. Onu ancak bir saniye görebildim. O beni hiç görmedi bile. Ama bahse girerim, onu düşünmeden geçen tek bir ayım olmamıştır."

no trespassing ciğercanım. *
Yurttaş Kane, sinemada çığır açan Bir Ulusun Doğuşu, (David W. Griffith) Potemkin Zırhlısı (Sergei Eisenstein) ve Metropolis(Fritz Lang) gibi filmlerden de önemli bir film ve muhtemelen bu filmlerden de daha yenilikçi. Yaratıcısı Orson Welles ise bu ilk filmiyle -başka bir film çekmese de olurdu- sinema tarihindeki sarsılmaz ve en tepedeki yerini çoktan aldı.
Filmde, zengin medya patronu Charles Foster Kane, Xanadu'daki görkemli malikânesinde hayata gözlerini yumar ve son nefesini verirken, başucundakilere kimsenin anlam veremediği bir sözcük fısıldar: "Rosebud". Bütün medya, Kane'in son sözünün anlamını bulmak için harekete geçer ve konuşulan her kişi, Kane'in hayatının farklı bir yönünü ortaya çıkartır. Ancak "Rosebud" gizemini korur.
bir sinema şaheseridir. senaryo, anlatım ve diğer pek çok unsur dışında sinema adına bir deney laboratuarı gibidir. işin güzel tarafı; laboratuarda pek çok önemli keşif yapılmıştır. sinemanın akışında önemli bir sıçrama noktasıdır.
* thatcher
- zengin olmasaydın ne olurdun? diye soracak olur
charles foster kane de
- senin nefret ettiğin her şey
diye karşılık verir...

ee ne ki bu diyenler, filmi izleme zahmetine katlanarak, thatcher dan neden nefret ettiğini tecrübe edebilirler. *
orson welles'in 1941 yapımı siyah beyaz başyapıtı. modern sinemanın başlangıç noktası olarak kabul edilir. (bkz: rosebud)
orson welles'in 26 yaşındayken; yönettiği, oynadığı ve senaryosunu yazmakla kalmayıp sinemaya yeni bir anlayış kazandırdığı ve bu günkü sinemanın temellerini attığı başyapıt. sinema eleştirmenlerine göre tüm zamanların en iyi filmi.
bu film şahsi sinema değerlendirmelerimde tıpkı the godfather filmi gibi diğer filmlerden ayrı bir kategoride yer alır, o yüzden onu diğer filmlerle kıyaslayamam. ama bildiğim sadece son sahnesindeki hani kane'in eşyalarının yakılacağı odaya doğru ilerlerken, kameranın camın içinden geçtiğini gördüğümüz ve adam "taaa o zamandan bunu yapmış" dediğim sahne bile bu filmi çok çok ayrı bir kategoride değerlendirmeme yeter de artat bile. orson welles'in çekim tekniklerini, çok şeye sahipken aslında hiçbir şeye sahip olmayan bir basın devinin çöküşünün harika kurgusunu ve dramını ve hatta orson welles'in oyunculuğunu saymıyorum bile. ve sadece 26 yaşındayken yapmış bütün bunları.

ayrıca orson welles'in bu filmden sonra buna benzer bir film çekememesinin nedeni hollywood'a itibar etmemesidir. o yüzden istediği çalışma ortamlarını "ne yazıktır ki!", bulmamıştır.
kameranın aşağıdan çekimlerinde, kane' nin tavan yapmış egosunun gözler önüne serildiği başyapıt.
ilk filminde bu kadar büyük çıkan yönetmenlere hep kuşkuyla yaklaşan akademi, citizen kane'e en iyi yönetmen ve en iyi film oscar'larını vermeyerek ne kadar muhafazakar olduğunu göstermiş ve tarihinin en büyük ıskalamalarından birini gerçekleştirmiştir.

bir başka benzer durum için bakınız: 2001 a space odyssey (bkz: akademi de bilimkurgu fobisi) *

not: kaynak mehmet açar
rosebud'ın anlamını şıppadanak çözdüğüm filmdir. ayrıca en iyi film olması dışında, fragmanı da en iyi ve yaratıcı olan filmdir. orson welles tüm karakterlere kamerasını yönelterek yurttaş kane'i sorar ve onların "kane" demelerinden ne hissettiklerini anlarız. çok güzeldir.
rosebud, rosebud, rosebud..... Film çözüldüğünü zannedildiği bir imge etrafında dönmesine rağmen ki(aynı zamanda bir plot elementm olmakla birlikte ilgiyi canlı tutar]rosebud'a dair yapılan yorum ve aşırı-yorum filmi freudian bire epigrama indirgemekten başka hiçbir işe yaramaz.[bir filmi yorumlamak bu kadar basit mi?] bunun için görüntüye değil görünenin ardındakine dikkat etmek gerekir. bu yüzden rosebud hakkındaki yapılan tüm spekülasyonlar koca bir hiçten ibarettir. filmi hafife almaktan başka hiçbir işe yaramaz.

bununla birlikte filmin en az 5 bakış açısından gördüğümüz kadarıyla kane'e dair mutlak bir imge yaratması da söz konusu değildir. çünkü hemen hemen kane hakkında fikir bildirenlerin bir çoğu hem kendi bakış açıları ile sınırlandırmışlardır hem de sinematik metnin belirsizliğini artırmaktan başka hiçbir şey yapmaz[belirsizlik bir noktada zenginliktir]. ve belirli noktada bu bakış açıları birbirine mütenakızdır. bu yüzden burada iş seyirciye düşer. bu anlam sonsuzluğu ve seyirci tarafından üretilen anlam ve metnin zenginliği ise kane'in aynadaki sonsuz imgeleri tarafından telmih edilir. bu aynalardan sadece kane geçmez, bakış açıları ile şekillenen kane'ler, gazeteci kane'ler, politikacı kane'ler ve aşık kane'ler, spekülatör kane'ler geçer ve bu geçişten sonra aynada kalan ise koca bir hiçtir.

rosebud, rosebud, rosebud....

aslında o kadar da önemli değilmiş..
güncel Önemli Başlıklar