bugün

bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin çevirisi ile to be or not to be cümlesine yeni bir bakış açısı getiren,mezarı datçada olan şair. gazi yaşargil in okul arkadaşı olup,kendi seçimi etkili olmasaydı tıp okuyacak olan kişi * büyük şair.
küçük iskender'in aktardığına göre, ümit yaşar için 'kleptomandır' demiş.
(bkz: ya aklın başka yerdeydi ya yüreğin)
datça ya gidip evi ve hergün oturup şarap içip gelenlerle sohbet ettiği çay bahçesini ziyaret etmek; şiirlerinde anlattıklarını içinizde hissetmenize sebep olur..ve belki onu anlamaya yaklaşırsınız bir adım daha..
kendisi okuduğunda şiirleri daha da anlamlanan ancak dinleyenin pek bir şey anlamadığı büyük şair **
sapına kadar şair babamızdır.

diyelimki yağmura tutuldun bir gün
bardaktan boşalırcasına yağıyor mübarek,
öbür yanda güneş kendi keyfinde
ne de olsa yaz yağmuru
pırıl pırıl düşüyor damlalar
eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
dar attın kendini karşı evin sundurmasına
işte o evin kapısında bulacaksın beni

diyelim için çekti bir sabah vakti
erkenden denize gireyim dedin
kulaç attıkça sen
patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
ege denizi bu efendi deniz
seslenmiyor
derken bi dibe dalayım diyorsun
içine çil çil koşuşan balıklar
lapinalar gümüşler var ya
eylim eylim salınan yosunlar
onların arasında bulacaksın beni

diyelim sapına kadar şair bir herifçıkmış ortaya
çakmak çakmak gözleri
meydan ya taksim ya beyazıt meydanı
herkes orda sen ordasın
herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
özgürlüğe mutluluğa doğru
her işin başında sevgi diyor
gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
bi de başını çeviriyorsun ki
ben varım
en uzak mesafe ne afrika'dir
ne cin , ne hindistan
ne seyyareler
ne de yildizlar geceleri isildayan ...
en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan

c.yücel
Şiirde doz aşımı yaratan, forward ederek arkadaşlara entellektuel havası yaratılan, kız tavlarken arada kendısınden anektodlar çalınıp hava atılan, şiiri sadece şiir gibi değil hayat gibi yazan buyuk şair.
Çatal yüreğimle türkülü yollara
Düştüm ki o kadar olur...
Seke seke ben geldim
Sike sike gidiyorum...

illa ki tanım : şiirleriyle adam dövebilen güzel insan.
hayatı en iyi yorumlayan şairlerden biri hayat felsefemin oluşturucusu büyük şair...

bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne."o olmazsa
yaşayamam." demeyeceksin.
demeyeceksin işte. yaşarsın çünkü.
öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
çok sevmeyeceksin mesela. o daha az severse kırılırsın.
ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
çok sevmezsen, çok acımazsın. çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
senin değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan olmayacak mesela evinde. paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen, çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
gökyüzünü sahipleneceksin, güneşi, ayı, yıldızları... mesela kuzey yıldızı,senin yıldızın olacak.
"o benim." diyeceksin. mutlaka sana ait olmasını istiyorsan birşeylerin...
mesela gökkuşağı senin olacak. ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
mesela turuncuya, yada pembeye. ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. ucundan tutarak...
Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler..

Bütün ağırlığınızı ve yorgunluğunuzu kaldıran ayaklarınız için rahatlığı ve şıklığı bir arada barındıran ayakkabıyı seçersiniz. içinizin acılarını, sıkıntılarını, kırgınlıklarını ve hayallerini yüklenen yüreğiniz için de huzur verici ve "güzel" bir aşk ararsınız.

Zaten aşklar da ayakkabılar gibidir... Bazıları çamur yağmur, toz toprak kar buz gibi her türlü "kötü hava" koşullarına dayanıklıdır. Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak "yamrulur" ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup" gider. Aşkları da ayakkabılar kadar "itinayla" seçmezseniz, tıpkı ayağınızda olduğu gibi yüreğinizde nasır oluşabilir.

Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için "zamanla açılır" diyen satıcıya inanarak alırsanız, zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar. Ruhunuzu daraltan bir aşk için de yalnızca fiziksel beğeniye kapılıp "zamanla düzelir" diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldığını" görebilirsiniz.
Aşık olabileceğiniz insan türü, tıpkı ayakkabılar kadar değişik stillerde, farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir".... Aşkı bir çeşit serüven olarak "spor" gibi yaşayanlar, aynen "spor ayakkabı" gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar. Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar. Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eglence zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır. Bez "ayakkabılar gibi kısa ömürlü "tatil aşkları" ise hemen herkesin kişisel tarihinde mevcuttur. "Marka" ayakkabı alır gibi, sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan" aşıklar görürsünüz. Katı plastikten "yağmur çizmesi" edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.

Ayrıca ne tuhaf ki, psikolojik testlerde "zaafı" olup evine sayısız çeşitte ayakkabılar yığan insanların aynı zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.

Evet, aşk "ayakkabıdır". Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp "hor" kullandığınız zaman kolayca eskittiğiniz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman kısa sürede "eskitirsiniz". Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız; "delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"!
can yücel
BÜYÜK CAN DEDi Ki

Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken

CAN YÜCEL


evet çok erken gitti... 14 agustos bana onu kaybettiğimizi hatırlatır.
yalçın küçüktür ama miğde bulandırır demiş yüce kişi.
(bkz: üstad saygılar)
datça'ya gidince neden burda yaşadığını ve neden buraya gömülmek istediğini anlarsınız.huzur mekanıdır.onun da mekenı huzurlu olsun.ayrıca mezarı çok ilginçtir.gidip görülesidir.
babası köy enstitüleri fikrini ortaya atan, eski milli eğitim bakanlarından hasan ali yüceldir.
hislerimize tercüman olmuş ulu kişilik. sevilesi, sayılası uğruna can verilesi canına can katılası küfürbaz abimiz. ölümüyle aşk olsun sana can baba aşk olsun dedirtmiştir bize. sayısız güzel ötesi şiir bırakarak ayrılmıştır aramızdan.
türkiye'nin en baba şairlerindendir.. shakespeare çevirilerinin başarısı gözardı edilemeyecek kadar büyüktür.. imgelerinin zenginliği ve deliliği akla ziyandır..

(bkz: sevgi duvarı)
(bkz: hayatta ben en çok babamı sevdim)
(bkz: bi sen eksiktin ayışığı)
ölmeden önce, ''öldüğümde mezarıma gelenler yanlarında bir şişe şarap getirip mezarımı onunla sulasınlar'' demiş şairdir.
"türkiye'de hayatta kalmak için 3 şeyden birini yapman lazım" demiş bir dostuna *. "ya işi deliliğe vuracaksın, ya içeri girip rahat rahat küfredeceksin ya da sarhoş olacaksın. ben üçüncüyü seçtim."
cezmi ersöz'ün anlatımıyla;
can yücel, cezmi ersöz ve beraberindekiler odtüye bir konferans için giderler. can yücel yol boyunca içer zil zurna sarhoşut, ama odtüde gençleri karşısında görünce kendine gelir ve çok etkileyici (tabii ki kendi uslubuyla) bir konuşma yapar. bu esnada kız öğrencilerden biri söz alır ve şöyle konuşur.

-sayın can usta; çok iyi ve güzel konuşuyorsunuz ama gerek şiirlerinizde gerekse burda tanık olduğum kadarıyla günlük konuşmalarınızda çok küfür ediyorsunuz buna biraz daha dikkat edemez misiniz?

can yücel

-küfür proleterya'nın ağzında sakız gibidir, proleter küfreder ana avrat söver ve sakızı tükürüp atar. biz birileri gibi küfretmeyip başkalarının anasını s.kenlerden değiliz.
kusura bakmayın çocuklar yine çok kafa sktim.

salon alkış kıyamet.
shakespeare'in sonelerini orijinallerinden daha güzel hale getirmiş adam.
her sıkıldığımda bana 'Başka Türlü Bir Şey'i söyleten güzel insan....
nam ı diğer can baba. Ölümü ile hayranlarını gerçek anlamda üzen bir üstad. Şiir e bir insan ancak bu kadar hayat verebilirdi..

Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım

insandı..hepimiz gibi , tek farkı , ne güzel anlatmıştı duygularını...

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim

kendini en iyi kendisi bilirdi...

Belkim bir kertenkeleydim
piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin

çatal matal kaç çataldım kim bilir
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım

düdük çalar hırsızlanmış polisler
ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde çağanozdum bir zaman

iki gözüm iki koltuk-eviydi
mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
sur dışında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı isa-doğdu gecesi
fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi

bilmem hangi keloğlanın fesiydim
bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
belkim belki bile değildim.

beki de bir serzenişi vardı ölümden evvel..

Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken
yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir. şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel,
hatta mükemmel olurdu.

nasıl mı ?

camide, musalla taşında uyanıyorsunuz. bir tahta sandık içersinde, herkes karşınızda saf durmuş,
iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette. tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı,
olgun ve ağırbaşlı olarak. herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar
hepsi hazır.

arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor,
aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. ne güzel, hazır maaş, hazır ev...
altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. sağlığınız
gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi
olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz. genel müdürlük veya bunun
gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz. herkes
karşınızda el pençe divan...

vücudunuzda da bazı hoşa giden dirilişler de başlıyor. gittikçe zayıflıyo
r forma giriyorsunuz. diğer hormonsal aktiviteler artıyor, fevkalade...
aman ne güzel günler başlıyor...

derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor.
bu arada babanız ortaya çıkmış, "fazla çalıştın" diyor, "artık eve dön,
işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun..." keyfe
bakar mısınız? okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. ekmek elden,
su gölden bir dönem başlıyor. partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.

derken, anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba
kullanma derdi de yok artık... günün birinde sizi okuldan da alıyorlar,
"evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar.

mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar,
hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. bir gün karanlık
fakat güvenli ve ılık bir ortama giriyorsunuz. beslenmek için ağzınızı
açmaya dahi gerek yok; bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık,
gürültü ve patırtısız bir ortamda döne döne yaşıyorsunuz.

sonra küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. ve günün birinde hayatınız bitiyor...

Can Yücel