bugün

saflığın urkutuculugunu iliklerinize işletecek bir roman..uzun bir sure anlmakta guçluk cekeceksiniz belki de..insan özune döneceksiniz..kitabı bitirdiğinizde kahramana ek olarak kendinize de budala diyeceksiniz..
kitabı okurken, dostoyeski'nin o yıllarda girmiş olduğu ağır kumar borçlarını ödemek maksadıyla sırf "yazılmak ve sayfaları doldurmak" maksadıyla kaleme alındığı düşünülse de, aslında çok edebi ve rusal tahlillere yer verdiği bir romanıdır. prens mışkin'in bir budala- (bkz: the idiot) olarak tasvir edilmesinde, geçirdiği ağır sara nöbetlerinin ve tedavisi için gönderildiği isviçre'de gördüğü ve unutamadığı olayların etkisi büyüktür. 800 sayfalık bu romanın okuyucularda insan psikolojisi ve ruhsal analiz konularında yardımcı olduğu iddia edilmektedir
en uzak durulması gereken için; (bkz: gosteris budalasi insan)
dostoyevski'nin en az karamazof kardeşler kadar başarılı romanı.. okurken insanı kendi iç dünyasına sürükleyen başyapıt..
"bu kadar hayranlık yeter! sağduyuya dönme zamanı geldi. bütün bu batıcılık, ünlü avrupa'nız, fanteziden başka bir şey değil. yabancı ülkelerde bizler ilginçlik örneğiyiz o kadar."

(bkz: fyodor mihailovic dostoyevski)
fyodor mihailoviç dostoyevski nin " niyetim bütünüyle güzel bir insanı anlatmaktır" diyerek kaleme aldığı ve unutulmaz kadın kahramanı nastasya filopovna yı yarattığı romanıdır.
Kendisinin Tanrı olduğunu söyledi
'iyi ki geldin, dostum', diye haykırdım,
'Ölümümden önce seninle görüşmeyi
Hep ummuştum'.

Öldürdüm O'nu ve attım
cesedini bir havuza.
- Ama keşke gerçekten de
Tanrı olsaydı o budala!

Hugh Mac Diarmid
herşeye eyvallah diyen karşısındakinin her hareketini mantığına sığdırmaya çalışan aşık kişidir. * *
içerik bulunamadı.
yazarın ağır yaşam koşulları altında yazdığı başyapıtlarından biridir. budala, rus basınında yer alan bir cinayet davasından yola çıkar. bu romanda iyilik ve inançla dolu mişkin'in yaşadığı olaylar konu edilmektedir.
(#4523279)
Andre Gide'nin araştırma yazınlarına göre;Suç ve Ceza'nın baş kahramanı Rodyan Romanoviç Raskolnikov'un hapishanede iken incili okuyarak yola geldikten sonraki hali.(Bundan sonrası belki başka bir hikayenin konusu olabilir ancak biz burada bitiriyoruz-Dostoyevski Suç ve Ceza son sözünden..-)
sevgilimin beni sinirlendirdiği vakit işitmekten asla kaçınamayacagı hitap şekli.
bugün yeni okumak için sayfalarını ıslak parkamlarımla çevireceğim 2 cilten oluşan dostoyevski romanı.
yazılan entrylere bakılırsa suç ve ceza tadında sürükleyici bir dostoyevski dehasıymış. haydi hayılısı, merakla okuyacaz efem.
#7216394 entrymden bu yana okuduğum ve sonunda bugün bitirebildiğim şaheser.
romanın son on sayfasında göz yaşlarınız sizden habersiz akmaya başlar. bir roman bu kadar mı güzel yazılır be adam dedirtir göz yaşları ile beraber. bir gerçek var ki romanın sonu trajedik şekilde bitmiştir. prens romanın başında geldiği yere geri dönmüştür. eski tedavi olduğu yere, isviçre ye.
ve tekrar tekrar okumama rağmen hala çözemediğim bir kısım var; nastasya filippovna nın romanın son kısmında ne şekilde öldüğünü henüz anlamış değilim. umarım bu konu hakkındada bir gün okuyan biri beni aydınlatır.
Muhteşem dostoyevski harikası.

filmin müziği de süperdir. dönemin durumunu çok güzel ruhumuzun derinliklerine yansıtıyor..

http://www.youtube.com/watch?v=j4znqqnRDlU

not: ve ayrıca ruslar tarafından çekilen filmi henüz bulmuş değilim. türkçe versiyon olarak. yardım yok mu?
Sözlükte ne yazacağımı bilmeyip böyle saçmalamaya devam etmenin daha uygun olacağını düşünürken masamın üzerinde duran fyodor mihailoviç dostoyevskinin Budala sına gözüm ilişti. Yirmili yaşlara daha yetişmemiş toy bir gencin resmi vardı üzerinde. Galiba bu `Dostoyevski'nin resmiydi. Romanı okumakta pek bir sıkıntı çekmiştim ayrıca. Beğenmedim içeriğinden çok kapağı etkileyiciydi aslında bir okuyucu için bile. Hali vaktiyle bu roman romantizm romanlarının başyapıtı olma ünvanına erişmiş bir eser olma imkanına sahip olabilir. Bu meselede aslında göreceli bir meseledir o ayrı...

Resimdeki bu genç papyonlu, beyaz gömlekli, takım elbiseli, elinde kalemiyle masanın başında bir sandelyede bacağını bir diğer bacağının üzeirne atmış vaziyette sanki elinden oyuncağı yada şekeri alınmış bir çocuk gibi ağlamaklı bakıyordu.Konu itibariyle ısdırap ilgimi çeken bir konu olmasına rağmen; resimdeki çocuğun gözlerinde betimlenmesi istenilen o ifade halinin ressamın kabızlık çekerek helada iki büklüm bir şekilde ıkınarak ve birazda sıkınarak çıkarmaya azmettiğini fark etmemek mümkün değil. Fazlaca bir abartı kullanılmıştı ve birazda komik görünüyordu aslında. Ne yalan söyleyeyim ilk bakışta dikkatli bakmadığımdan olsa gerek- kitabın kapağına tav olmuştum. Ha bir de romanın sayfalarının çok oluşu ve kitabın okkalı bir görünüm elde etmiş olması bende merak uyandırıp bu kadar uzun bir romanda neler anlatmış olabilir Dosto? diye düşünmektende kendimi alamamıştım. Nihayetinde de bekledlğim tedirginliğii yaşamış olduğum beklentiyle gerçek olarak yüzyüze gelmiş ve kendimi bir budala gibi hissetmeme sebep olmaktan çok buna inanmamı sağlamıştı artık. Belkide ben romandan bir şey anlamadım. Ama her nasıl olursa olsun bu anlamamazlık elbette sadece beni bağlar. Ha Dosto mükemmel bir yazardır o ayrı bir mesele. Fakat adamda bir şeyler yazma gereksimi bir kalışkanlığa dönüşmüş olamaz mı? Sırf bir şeyler yazma ihtiyacına girip kendini bir şeyler yazmak olsun diye yazmaya vererek kalemine fesat karıştırmış olamaz mı? Ben çoğu insanın bu roman hakkındaki afaki beğeni fikirlerini klasik ve çoğunun taassubla söylenmiş olduğu kanaatindeyim. Çünkü Dostoyu iyi tanıyan bir okuyucu Dostonun Budalasını sevmesini beklemek biraz daha zor olması gerekirdi. Kaldı ki ; Dostoda bir insan olduğuna göre Dostonun yazdıklarının alayının muhteşem şeyler olduğunu söylemek elbetteki aptallık olurdu. Dosto da hep gerçekleri yazabilecek mutlak bir yazardeğildi.

Gerçeğin ne kadarı kitaplarda bulunabilirdi öyleyse?

Gerçeğin ulvi ilahi kitaplarda bulunduğu gerçeği başlıbaşına bir gerçekliktir. Hem tarihsel bütün yaşantılar hem de siyasal ve psikolojik ve toplumsal örnekler bilimsel olarakta su götürmez gerçeklerdendir. Bu kısacık cümle bile aslında söylenmesi lazım gelen bir çok uzun satırların asgarisidir. Ancak beşeri yazılar müstesnadır.

Belkide sırf romanın çok iyi bir şekilde yazılmadığının gerçekliği olarak bu farkındalıkla bir takım kişiler tarafından tasarlanmış o resmin halinden maddi bir takım kazanç sağlama emellerine girişilmiş olduğundan mııdır neden bilinmez ama; aynı ticari üslubu bulunduğum şehirde mendil satan mı yoksa dilenen bir kadının mı olduğunu hala çözemediğim birinin olduğunu biliyorum. Günümüzde dilenciğin yada ticaretin birbirne harmanlanıp daha modern ve biraz daha yılışık bir hale getirelerek müşteriye arz olunma halini ustalaştıran kadıncağız: Allah rızası için mendil al oğlum diyor. Yada 'Allah seni çoluğuna yada çocuğuna bağışlasın' gibi benzeri bir takım hayır dualar edip seni mendil alman için yufka yüreğinin altına bir ateş, bir kıvılcımla haretlendirmeye çabasına giriyor. Bu durumun karmaşasından sıkılıp hızla mendilci kadının yanından geçip merdivenleri koşarak indiğmi biliyorum yıllarca. Bir sefer dahi olsun mendil satın aldığımı bilmiyorum ondan. Büyük haksızlık etmişim kadına meğer.Budala romanının üzerine şımarık ve ağlamaklı bir burjuvazi çocuğunun uzaktan bile kokusunu alamadığınız romantizmin kokusundan ziyade insanın burnuna o leş gibi 'Ne olur bu romanı al abi. Bak ne güzel ağlıyorum.ısdıraplı değilmi sence?' görüntüsünün üzeirne tükürdüğünü çok geç fark etmiştim. Mendilci kadın ile koskoca yayınevinin pazarlama metodu aynıydı. Sadece sırf okuma merakımdan dolayı 50 kuruşu o mendilci kadının metodunu beğenmediğim için vermemiş ve o mendili satın almamıştım. Diğer yandan bir romana 13 lirayı bira tedirgin ve düşünceli ve birazda umarsız bir şekilde tıkır tıkır sayıvermiştim kitapçıya. Oysa ki mendilci kadının bakışları resimdeki çocuğun bakışlarından daha orijinal ve gerçektiler. Bu gerçekliğin yerine photoshopta oynanmış çakma bir ısdırabın temsilcisi gibi görünmeye çalışan bir kitabın şatafatlı görüntüsüne aldanmıştım. Realiteyi kitaplarda aramak yerinde etrafımda dönen gerçek gerçekliği fark etmemiştim.

Budalayı almakla budalalık mı etmiş olduğumu düşünürken aslında kendime bile bu konuda üç kağıt oynadığmın farkına vardım şöyle ki ;

Zaten romanın başından ve sonundan en az ellişer sayfa okumuştum. ilk elli sayfanın biraz daha ilerlerinde erken fark etmiştim durumu. Yani erken davranmıştım biraz daha. Dostonun zaten bu durumdan haberi olduğunu bile sanmıyorum. Ama bu işten maddi kazançlar sağlayanların bana götüyle güldükleride muhtemeldir. Yalnız bir gerçek daha var ki ; bu ihityatsız alış-verişin sonunda bu hatamı telafi edeceğim gerçeğidir. Böyle bir konu hakkında ihityatsız davrandığımı düşünmek benim için bir farkındalık sayılabilir. Bu farkındalığı kitabı olmadan önce sağlamamın biraz güç olduğunu inkarda etmiyorum. Kitabı doğru düzgün okumama rağmen sadece 13 liraya karşılık olarak gerçek bir gerçekliği satın almış olmam herhalde yayınevinin pek hoşuna gitmezdi. Çünkü gerçek bir gerçeklik için 13 lira çok az bir ucret idi… Belki de daha fazla para etmesi için kitabın kapağına uygun hüngür hüngür ağlayan bir başka çocuk çizmeleri daha mantıklı olabilir.

Bir kitabın içindeki yazılanların dışında tutularak kapağının ticari eylem planlarıyla tasarlanması çirkin örneklerdendir. Kaldı ki ; bu içerisinde hiçbir şey yazılmamış kara kaplı bir kitap olsa bile durum farksız sayılabilir. Hatta kitabın kapağının kapkara olması merak açısından daha fazla ilgi çekici olacağından; anlarız ki parlak yazılarla,tuhaf resimlerle,süslemelerle ve kapartmalarla süslenmiş bir kitabın içerisinde dışında bulunan süslemelerden biraz daha azının okuyucuyu beklediğidir. Okuyucunun merakını uyandırmak için daha mütevazi kapaklar yapılarak, daha çok bilginin karşısında daha çok para kazanılarak, daha çok zevki satın almalarını sağlayabilir ve mutlu olabilirliklerinin üzeirnde maddi bir kadere ilişkin olan hayatımızı daha karmaşık bir hale getirebiliriz.

Hatta daha da ilgi çekici olması için budala romanına ; BUDDHA kapak olsun abi!
sırf nastasya filippovna için bile okunabilecek kitap.
Dostoyevsk'nin, Hans Holbein'in 1522'de yaptığı "Hz.isa'nın Cesedi" tablosundan etkilenerek ve tamamen iyiliklerle donattığı Prens Mişkin karakteri üzerinden iyilik-kötülük,sevmek-karşılık vurmak, toplumun genel olarak insana bakışı ve daha bunlar arasında detaylı bir çok şey anlattığı büyük romanlarından sadece biridir.

Her şeyde iyi niyetini esirgemeyen ve bunun riyakarca olmadığı bilinmesine rağmen,bu tarz bir adamın sadece "budala" olarak görüleceği ve aslında toplum tarafından kabul görmeyeceği gözler önüne serilmektedir.Zira her katmanda insanın,kendine göre olan sebepleri onu dürüst davranmaktan alı koymaktadır.Kimileri nasıl köşeyi dönerim,kimileri ise nasıl bir sınıf daha atlayabilirim,kimileri ise daha fazla nasıl caka satabilirimin peşinde olduğundan kimse dürüst değildir ve bu durum herkesçe bilinip,bu konuda üstü kapalı bir uzlaşı olduğundan, içten gelen bir "saflık,iyilikle" tüm bunlara meydan okuyan bir adam "budala" olarak görülür.Ne kadar sevilse de, o kadar ile kalınmalıdır.Yoksa topluma karışmamalı,uzak tutulmalıdır.Düzen bozulmamalıdır!

insanlık, her ne kadar nefsani şeyler taşıyıp, günahkar da olsa, masumiyeti,iyiliği,kötülüğü de gayet iyi bildiğinden, düzeni bozmaya aday gördüğü bir "budalayı" sevebilir ve hatta ona aşık dahi olabilir.Bundan sonrası ise bireyin duygularının,kendisinde de var olan toplumun kodlanmış refleksleriyle kavgasındadır."Çok iyisin ama..."

Tüm bunların dışında Dostoyevski'nin hayatını etkileyen çoğu şeyin romana yansıması;idam cezası,Avrupa'ya,Katolikliğe,Hristiyanlığa,Rusya'ya bakışı vs...
kitabı 12 yaşında okuduğumda pm'yi sahte bulmuş onun gibi tevekkel, saf, günahsız birinin çektiği acılar ve ikilemler sonucunda kafayı yemesinini kendi zaaflarına ve yeteneksizliğine bağlamıştım. 67 yıl sonra hayatımın son ve sayılı şu günlerinde kitabı tekrar tekrar okuduğumda, kitapta anlatılmak istenen kadınlar arasındaki o vahşi, kirli, karanlık bürokrasiye karşı prensin aklını yitirerek yapılacak en onurlu ve kahramanca davranışı sergilemiş olduğunun ayırdına varmış bulundum.
kitapta çerçevelenin mi, yoksa diğerlerinin (biz) mi budala olduğunu gerçekte sorgulayan , dostoyevski´nin bir baş yapıtı. suç ve ceza kadar önemlidir. hatta bazı açılardan daha da önemlidir.
dünya klasiklerine el atmaya karar verdikten sonra el attığım ilk dünya klasiği.

süze süze, sindire sindire, düşüne düşüne ve özümseye özümseye kitap okumanın bünyeme verdiği donanmışlık hissi.

her bir karakterinin bana bir şeyler kazandırdığını hissettiğim dostoyevski romanı.

şu aralar tekrar okumak istediğim bir kazanım hazinesi.
hem dosto'nun hem dünya edebiyatının en büyük romanlarından en iddialı kitaplarından biri.
ilk kez elime aldıktan sonra ancak beş ayda biterebildiğim dostonun en kalın romanı. (yani sanırım öyle)
ilk başta çok sıkıcı gelen roman. suç ve cezayı okuduktan sonra hayal kırıklığı oluyor biraz. ama yinede diğer yazarların romanlarına göre müthiş.