bugün

kurucusu tasavvuf ehli hacı bektaşi veli dir. yaratıcının varlığını tüm dünyaya yaymak, insanları hoşgörüyle aralarına kabul etmek, manevi yüceliğe erişmek ilkelerini benimserler. bu düşünce akımı, günümüzde bazı yanlış uygulamalarla amacının dışına çıkmıştır.
genellikle alevilik ile karıştırılır fakat bu iki olgu birbirinden farklıdır. bektaşilik daha çok bir hayat felsefesidir.
hacı bektaş veli yolundan gidenlerin mensublarının oluşturduğu tarikatin adı olarak bilinir.. fakat bir yerde yanılınır; bu tarikat önceleri Türk'ün imanını artıran bir yoldu(ki tarikat yol demektir) lakin daha sonraları iran şii'lerinin ülkemizdeki faaliyetleri neticesinde hacı bektaş veli yolundan saptırdılar. bu iran şii'leri anadolumuzda celali isyanına sebeb olmuşlardı.iran şiiliği biraz yahudiliktan etkilenmiştir bektaşilikte şiilikten etkilenince dolayısıyle felsefesinde yahudi sapkınlıkları barındırır bu bektaşiler..hatta bazı alimlerimiz onlar hakkında sapkın bir zümre bile der -yani müslümanlıklarından şüpheliyiz-!.. en doğrusunu ALLAH bilir!..
kırcaali şehrinin isim babası kırcı ali'nin de mensubu olduğu mezhep.
şarap ve iman arasında tercih yapması istenen,
tercihini aynı soruya muhatap softanın tersine şaraptan yapan, sebebini ise;
herkes kendinde olmayanı ister diye açıklayan fıkra kahramanının mensub olduğu yoldur.
vakti zamanında kulağıma çalınan bir hikayedir..adamın biri hırsızlık yapar ve sonrasında vicdan azabı çeker uyuyayamaz olur..ve hırsızlıktan elde ettiği gelirle bir koyun alıp bağışlarsa bundan kurtulacağını düşünür.

derken varır bektaşinin huzuruna anlatır halini.bektaşi de kendisine "biz alamayız mevlanaya git" der.bunun üzerine adam mevlanaya gider durumunu ve bektaşi'nin de kabul etmediğini anlatır.

mevlana ; "onlar saflıklarında o kadar dirayetlidirlerdir ki bir damla bozukluk dahi içlerinde barınamaz" der ve koyunu alıp adama "vicdanın rahat olsun" diye ekleyip yollar.

bunun üzerine adam tekrar bektaşinin yanına varır ona bu hadiseyi anlatır ve kendisinin kabul ettiğini anlatır...bunun üzerine bektaşide "onların anlayışları ve iyi düşünceleri okyanuslar kadar büyüktür bir damla ile bozulmaz" der.

(bkz: ehli beyit)
vakayı hayriye'den sonra yeniçerileri destekledikleri için 8 temmuz 1826'da kapatılan ve üyeleri sürgüne gönderilen mezheptir.
hacı bektaşi veli nin düşünceleri çevresinde oluşan dinsel akım ve balım sultan ın (ö.1516) kurduğu tarikat. 13. yüzyılın ilk yarısında anadolu ya geldiği sanılan hacı bektaş, babai ayaklanması ndan sonra geriye kalan babailere kalenderi, haydari, cami, edhemi gibi birçok şii-batıni kesimi bir araya getirerek bektaşiliğin temellerini attı.

bektaşilik anadolu nun moğol istilasına uğradığı, merkezi otoritenin zayıfladığı, halkın kendi örgütlerini kurmaya giriştiği bir ortamda ahi örgütüyle dayanışma içinde gelişmeye başladı. önceleri bir tarikat yapısı taşımayan bektaşilik, osmanlı devletinin kuruluşuyla birlikte hem örgütlü bir biçim almaya, hemde sivil kurum olmaktan çıkmaya başladı.yeniçerilerle özdeşleşti ve onlarla birlikte giden dervişlerle birlikte rumeli de yayıldı. yeniçeri ocağına "hacı bektaş ocağı" denmeye başladı.

15. yüzyıl sonlarında balım sultan belirli bir düzeni, kuralı ve örgütlenme biçimi olan tarikat durumuna getirdi.

kuruluş döneminde 1.osman, orhan ve 1.murad ın desteğini gören bektaşilik, osmanlı devletinin sünni çizgiye iyice oturması üzerine devlet desteğini önemli ölçüde yitirdi. ama yeniçeriler arasında tutulduğundan etkisini sürdürdü. osmanlı devletinin gerileme ve çöküş döneminde yeniçerilerin giriştikleri ayaklanmalar ve zorbalıklar bektaşiliğin de gücünün ve saygınlığının azalmasına neden oldu.

2.mahmud 1826 yılında yeniçerileri ortadan kaldırırken bektaşilik tarikatını da yasakladı. bektaşiler üzerinde yoğun bir baskı uyguladı. bir çok bektaşi nakşibendi tarikatına girerek etkinliklerini gizlice sürdürdü.

abdulmecid döneminde yeniden kendi tekkelerini oluşturan bektaşiler, kendisi de bektaşi olan abdulaziz döneminde giderek güçlendiler ve 2. abdulhamid döneminde eski güçlerini kazandılar.

düşünsel olarak budacılık, manicilik, mazdekcilik, eski yunan ve roma düşüncelerinin etkisini taşıyan beştaşilikte, şamancılık ve anadolunun yerleşik inançlarının izleri açık biçimde görülür.

inancın temelleri; hacı bektaş veli nin dört kapı temeli üzerine kurulmuştur. bu dört kapı;şeriat, tarikat,hakikat ve marifet kapılarıdır.

cumhuriyet in kurulmasından sonra 30 kasım 1925 çıkarılan tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ve tarikatların dağıtılmasına ilişkin yasayla, beştaşilik resmen son buldu... * kaynak: ana britannica ansiklopedisidir.
gelenin malı, dönenin canı gider...
bu kulturle yetismeyenlerin aklinin erme ihtimalinin bile olmadigi humanist felsefedir.
insanin ustunde bir posttur. haci bektas dogmadan once de bu post vardi. buraya kadar anlayanlar gerisini biliyor, anlamayanlarin zaten anlama ihtimali yok. soyle ki;
ben simdi "her sey insana baglanir, allah bile insana baglanir. insan olmasa allah 5 para etmez. allah'i yemisim, gel burda insan var" dersem (ki demem, yoksa kufurlu mesaj manyagi olurum) bunun 2 tane anlami vardir. bir anlamini sadece bektasiler anlar, diger anlamini her insan anlar.
1900-1924 arası balkanlardan türkiye ye göç eden arnavut, türkmen, boşnak ve hatta çingenelerin gerçek mezhepleri bektaşiliktir. çoğu türkiyede başlarına iş açılacağı gerekçesiyle 1930 larda çıkan nüfuslarında mezhep hanesini hanefilik olarak doldurmuşlardır. bu durumdaki pek çok ailede bektaşilik zamanla unutulmuş ancak bektaşiliğin yerine sağlam bir sunnilikte konulmamıştır. bu sebeple balkan göçmenlerinde dine aşırı düşkünlük veya yobazlık görülmez.

balkan göçmenleri ağırlıklı olarak trakya ve egeye yerleştirilmiştir. batı anadolu ve trakyada akp nin seçim kazanamamasının temelinde de balıkla beslenmek değil balkanlardan gelen bektaşi felsefesi yatar.
--spoiler--
Hacı Bektaş-i Veli'nin izini sürenlerce, onun adına kurulmuş bir tarikattır. Ali ve On iki imam sevgisine dayanır. Olgunluk, insan sevgisi, özdeşlik, eşitlik, özgürlük ilkelerini oluşturur. Varlık birliği görüşüne, insanın kutsallığına inanır. Görünüşe değil, öze önem verir.

Bektaşiliğin içerdiği düşüncelerin odağını oluşturan sevgi "Evren-Tanrı- insan" birliğini kavramayı amaçlar. Velayetname'ye göre; Hacı Bektaş-i Veli bütün insanların kardeş olduklarını, yeryüzünden ortaklaşa, barış içinde yararlanılması gerektiğini, varlık birliğinin gerçekliliğini, insanın tanrısal niteliklerle donatıldığını savunmuştur.

insanın anlamını kavramak gibi iç başarısı vardır. Bu başarının ilk basamağı kişinin kendini tanıyarak sevmesidir. Kendini bilen kendisini sever. Kendini seven kendini bilir. Kişi tanrısal bir özle donatıldığından "Kendini seven Tanrı'yı sever" Bu düşünce Bektaşilik'te varlık birliğine tek yoldur. Bu nedenle bütün Bektaşilerin bağlandıkları bir ilke niteliği taşır. Hacı Bektaş-i Veli'nin izini sürenlere göre Tanrı'yı sevmek, Ali'yi sevmekle başlar. Çünkü Bektaşilik Ali sevgisini yaymayı, sürdürmeyi amaç edinmiş bir kuruluştur.

--spoiler--

http://tarihsayfam.com/dinler-tarihi/bektasilik.html
13 yy da anodoluda ortaya çıkmıştır.
şii kökenlidirler.
osmanlı'nın kuruluşunda ve bir cihan devleti haline gelmesinde en fazla payı bulunan unsur.

http://tarihturklerdebasl...irklar-horasanli-erenler/
bir alevi ocağıdır. aslında kureyş, baba mansur, ağu içen, şeyh hasan ocaklarından bir üstünlüğü yoktur. ancak devlet desteği görmüştür ve iran-osmanlı mücadelesinde osmanlıyı destekleyen tek alevi ocağıdır. bu yüzden bektaşiler dışında kalanlara kızılbaş denir. dallanıp budaklanmasının nedeni arkasındaki osmanlı desteğidir.

aslında alevilik hem bektaşileri hem de kızılbaşları karşılayan bir kelime. ama bizim kızılbaşlar sürekli alevi-bektaşi kavramını kullanıyor. arkadaş siz bektaşi değilsiniz, ocağınız farklı. illa ek getirecekseniz alevi-kızılbaş deyin.
liyakata çok önem veren, bu özelliğini sürdürme isteğinde inat etmesinden dolayı adı çok anılmayandır.

başlarda nakşibendilik de liyakata çok önem verirken ehl i sünnetten uzaklaşmanın getirdiği fırsatçılık anlayışıyla bu durumdan uzaklaşmış, şeyhlik makamı babadan oğula geçer bir duruma gelmiştir.

neden nakşibendilikten bahsedildiğim sorulursa cevabım şudur. osmanlı bektaşiliğin dolayısıyla aleviliğin belini kırabilmek adına, bektaşi olanların kendilerini nakşibendi olarak tanıtmalarına göz yummuştur. yani, can korkusu, bektaşilerin büyük bölümünü nakşibendi yapmıştır. buna en güzel örnek denizli şehridir. ki, denizli aynı zamanda düşman işgaline girmeyen tek şehrimizdir. osmanlı döneminde de öyle olmuştur. bu, bektaşi, yeniçeri ilişkisiyle açıklanabilir.

öte taraftan liyakat işine dönecek olursak, her alevi bektaşidir ama her bektaşi alevi değildir. işte burada liyakat konusunu tekrar açıklamak gerekir. çünkü, alevilikte dedelik makamı babadan oğula geçen bir makamdır. fakat, bektaşilikte layık olan bu makama sahip olur.

ayrıca, dönemine bakıldığı zaman , mevlevilerle birlikte, bütün rum ahaliyi türkleştirmeyi başaran hatta başı çeken tarikattır. fakat, halifelik( yavuz selim) ve özellikle mevleviliğin her daim iktidara yakın durmasıyla, bektaşiler anadolu da kıyıma uğramışlardır. ta ki cumhuriyetin ilanına kadar.

fakat bütün bunlar bir yana, asıl düzeltilmesi gereken durum şudur, hacı bektaşi veli değil hacı bektaş velidir kurucusu.

isteyerek tasavvuf olayına hiç değinmedim. burada ehl i sünnete dair kötü bir gönderme de yok. sadece tarihi bir tarafına bakılmasına sebep olmak istedim.

zaten aklı başında ehl i sünnet e dair çok güzel bir söz vardır; demişler ki kendileri mezhepler üzerinden giderek,

mezhebimiz sünnidir ama meşrebimiz alevidir, bektaşidir...

işte budur anadolu.
şii bir tarikat değildir. osmanlı-safevi mücadelesinde ismail'in nüfuz etmeye çalıştığı bürokrat tarikatıdır, elitist tarikattır bektaşilik. tıpkı mevlevilik gibi ''devlet tarikatı'' denebilir.
bugün ki bektaşiliğin anadolu aleviliğine enjekte ediliş serüveni ve bektaşiliğin şii bir tarikat olduğu komedisi osmanlı'nın kendi zararsız alevisini yaratma istediğinden kaynaklanmaktadır. tabi ki baş sorumlusu da osmanlı tarafından bektaşi dergahına atanan hace bektaş, hoca dehhani gibi sünni mutasavvıfların tariklerinin anlayışını modernize eden yani bugün ki bektaşilik dediğimiz ne sünni ne de şii bir garip tarikatı kuran kişi osmanlı'nın maaşlı şeyhi balım sultandır.

makalat okundunduğu zaman bugün ki bektaşiliğin hace bektaşla hiç mi alakası olmadığı zaten görülür. ayrıca balım sultan sonrası bektaşi ocaklarına özellikle balkanlarda müslüman olmayan, heterodoks hristiyan mezheplerine mensup kimselerde alınarak iyice suyu çıkarılmıştır.

şii bir tarikat olarak kalenderileri, haydarileri göstermek mümkündür anadolu'da faaliyet göstermiş olanlar açısından. tabi bu tariikatların şiilikleri isni aşeriyye dediğimiz 12 imamcı ekol değil de daha çok nizari ismailiye esaslarına dayanır. ama bektaşiliğin köken olarak da şu andaki uygulamalar açısından şii bir tarikat olduğunu söylemek mümkün değildir.

kızılbaş hareketi şii bir tarikat mı ki bektaşilik şii tarikat olsun. ismail iran'da ortodoks şiiliği yaydı ama hiçbir zaman kendi tarikatı be kendisi bugün ki ortodoks şiiliği hiçbir zaman yaşamadı. şii derken tek bir tanım girmez işin içine. en yaygın ekol diğerlerini gulat yani aşırı olarak tanımlar zaten. hatta şii olmadıklarını savunur kızılbaşlar da dahil olmak üzere tabi ki.
hacı bektaşi veli'nin kurduğu ve halifesi balım sultan'ın düzenlediği en ünlü ve etkili türk tarikatıdır. türklerin melamet anlayışının ürünüdür. düşünce kaynakları yesevilik, babailik ve şia-i isna aşariya'ya dayanır. türk halklarında hiç sönmeyen eski türklerin dini şamanlık'ın özlemiyle sünni müslümanlığa karşı bir tepki olarak doğmuştur. zamanla, aynı yolda yürüyen kalenderilik,haydarilik, abdallık ve hurifilik gibi çeşitli türk tarikatlarını içine çekmiş ve eritmiştir. eşitlik, kardeşlik ve mallarda ortaklaşacılık güden toplum yanı, batıni karekterini belirtir. ayrıca ahilik'in de izlerini taşır gizli ve kapalı bir tarikattır (günümüzde yavaş yavaş kendilerini göstermeye başladılar) ancak bağlılarının bildiği sırları vardır.
türkiye'yi kültüründen kopmadan dünyaya ulaştırabilecek yegane oluşumdur.
Fetih ordularının manevi ve sosyal kolu olan bu sufi dervişler hem gazidirler, kâfirlere karşı gaza yapmışlardır, hem de son derece hoşgörülü, dogmatizmden uzak, sevecen insanlardır. Balkanlar’daki Pax Ottomana’nın sosyal ve kültürel dayanaklarından birinin bu tarikatlar olduğu muhakkaktır.

Ahmed Yesevi ve HacıBektaş Veli hazretlerinin Anadolu ve Balkanlar’daki “çerağ”ları olan şeyh ve dervişlerin temsil ettiği bu manevi ve sosyal değerler sayesinde Bektaşilik, Türk kültürünün yayılmasında çok önemli bir rol oynamış, Osmanlı tarafından da korunup desteklenmiştir . Bunun bir örneği, Budin (Budapeşte) fethinde şehit düşen Gülbaba’nın cenaze namazını Ebussuud Efendi’nin kıldırması, namaza bizzat Kanuni’nin katılması ve Kanuni’nin emriyle Gülbaba Türbesi’nin yapılmasıdır.

Macaristan’daki önemli Osmanlı eserlerinden biri olan Gülbaba Türbesi, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından restore edilerek 3 Eylül 1997’de Türk ve Macar cumhurbaşkanlarının katıldığı resmi törenle ziyarete açılmıştır.

Şeriatın kurallarından ve kelamın (teoloji) ince tartışmalarından ziyadeAllah, Muhammed, Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi, iyilik, dayanışma, hoşgörü, diğerkâmlık gibi değerlere dayalı bir sevap duygusuyla birlikte, cihat ve gaza heyecanına dayalı tarikatlara çok genel bir terimle “sufi tarikatlar” denilmektedir. Alevi ya da Sünni denilsin, bu tarikatlarda aslolan tasavvuftur, sufiliktir, mistisizmdir. Bu “derviş gaziler” ve “bacı”lar sufi islam’ın insanlarıdır, sufi Müslümanlardır.

Sufi hareketler standart bir tip oluşturmayıp çok çeşitlidir. Birtakım “marjinal” gruplara da sufi denilmektedir. Kentli, rafine, belli bir “irfan” ve “edep” geliştirmiş, entelektüel düzeyi yüksek, kültürümüz ve sosyal dokumuz için büyük katkılarda bulunmuş sufi tarikatlar da vardır ki, bunların hemen tamamının kökeni Türkistanlı Hoca Ahmed Yesevi’dir. Sünni nitelikli Mevlevilik ile Alevi nitelikli Bektaşilik hem entelektüel ve moral bakımından, hem tarihi etkileri bakımından tarikatların en önemlileridir.

Sünni Osmanlı, başta bu ikisi olmak üzere, bütün sufi tarikatlarını desteklemiştir. Prof. Metin Kunt şunları yazıyor: Hoşgörüleriyle, dogmatik-olmayan ve coşkulu islam anlayışlarıyla bu, ister kentli ister kırsal kökenli, sufî tarikatları gayrimüslimlerin islamı kabul etmesini kolaylaştırmışlardır. Ya da en azından, dinî olduğu kadar sosyal amaçlı birliktelikler sağlayarak, karşılıklı saygı içinde yakın ilişkilerle bir arada yaşamayı kolaylaştırmışlardır. XIX. yüzyılda milliyetçilik cereyanları çıkıncaya kadar, devletin en zor dönemlerinde bile Balkanlar’da Osmanlı nizamına (Pax Ottomana) karşı Hıristiyan toplumların önemli bir ayaklanmaya yönelmemiş olmalarındaki sebeplerden biri de budur.

Çoğunluğu kesinlikle Yesevi ve Bektaşi olan bu dervişlerin Balkanlar’daki faaliyetlerini böyle anlatan Prof. Kunt, devletin tavrı konusunda da şunları yazıyor: Bunların işlevini takdir eden Osmanlılar, bu tarikatlara arazi bağışlayarak Balkanlar’da yayılmalarını teşvik etti. Bir bütün olarak baktığımızda, Müslümanlar kibirli istilacılar olarak değil, fakat çok defa hoşgörülü, zaman zaman da sevecen komşular olarak belirdiler .

Bundan başka devletin geliştirdiği üreticiyi koruma politikaları da Balkanlar’daki Osmanlı idaresinin uzun ömürlü olmasını sağlamıştır, ama bu ayrı bir konudur.