bugün

Bir Ahmet Muhip Dıranas şiiri

AĞRI

Vardım eteğine,secdeye kapandım;
Koşup bir koluna sımsıkı abandım.
Karlı başın yüce dedikleyin yüce,
Sükûn içindeki heybetin gönlümce.
Devce yapında ilk rahatlığı duydum.
Şifası mı ne ki ruha bu ilk yudum
Hayâl arkasında boş çırpınışların
Sen uygun bir vakti gelince rüzgârın
Sonsuzluğa doğru kalkacak sihirli
Bir gemisin göklerde demirli
Ve ben rıhtımında bekleyen tek yolcu...
Düşüncemizin en haksız, en korkuncu;
Açan o ağulu çiçek delilikte,
Gir sır mezara cesetle birlikte,
Şüphe; o bin çeşit çilenin yemişi,
Yılan ağzındaki elma... Ey, ateşi
En derin yerinde gizli gizli yanan!

Seyrediyor ruhum kar balkonlarından
insanın göresi olmaz manzarayı
Ve aklın o uçsuz bucaksız sarayı
Yıkılıyor... Duygu bir kartal hızıyla
Fırlıyor engine sevinç avazıyla
Bulutlar ne güzel bulutlardır onlar,
Hep öyle başımın üstünde dursunlar
Menekşe rengi, kan rengi, toprak rengi...
Asılı kalsın hep bu yağmur hevengi.
Dünyayı saran bu gece ne gecedir,
Yıldızlardan yağan ışık ne incedir!
Yansın o yıldızlar, bitinceye kadar
En derin uykular, en tatlı uykular.

Ey, gökperdelere şahlanan tanrısal!
Eteklerindeyiz işte. Ve bir masal
içinden gelmişiz sana, atlı yaya,
Attığımız okta kısmeti bulmaya.
Yitik, perişandır elbet bencileyin
Pişmanlığın ırgat olup geceleyin
Günle bahtın çağrısına koşan kişi.
Ah, iç sıkıntısı! sen ettin bu işi.
Zevk, o yosma kadın eski bir bahçede
Ayaküstü günah işlenen gecede
Bir susuzluk kadehi sunmuştu bana:
Yüzümü maskesiz gösteren ilk ayna.
Yel alsın götürsün bütün o geçmişi,
Büyülü kadehin zehrinden içmişi
Serin yalanında kandırmaz her pınar.
Dindirir miydi ki en tatlı rüzgârlar
Bende gizli gizli başlamış ağrıyı:
Bu, rüzgâr ve gemi uğramaz bir kıyı
Ya da bir teknede açılmış bir delik;
Hangi pencereye koşarsan ahretlik
Bir gökyüzü, siyah, güneşten habersiz,
Her adım attığın yeri basan bir sis.
Hangi yana baksam onu görüyorum:
inancın kaydığı bir dipsiz uçurum;
Günah kapılarının aralandığı,
Tanrıların bile avaralandığı
Şaşkın, çaresiz bir insan kaderince.
Güneş! güneş! güneş! ey, ölümsüz ece!
Sana tapınanlar kardeşimdi benim;
Güneş! güneş! ben sana doğru gelenim,
Kucakla beni, tanrıça, sev, sar beni,
En yırtıcı, en aç hayvanların ini
içimin göz görmez mağaralarıma gir
Senin girmediğin yerde haset, kibir
Dert, kin, yalan, ölüm, korku ve işkence,
Çakal seslerinden örülmüş bir gece,
Teneşir başında oynaşan çirkinler
Engerek düğümü doğuran gelinler,
Zina şöleninde beynin nöbet nöbet
Cehennem halayı çeken bin iskelet
Ve yaprak indiren ağaçlar baharda...
Senin bağışından yoksun kucaklarda
Çocuklar kertenkeleyle bir biçimde.
Ağrı' ya eş bir dağ olsaydı içimde
ilkin şu gönlüme doğardın her sabah,
Daha her yer geceyken sarardın, gümrah
Sarı saçlarınla benim varlığımı,
Kendimde taşırdım kendi taptığımı...
Ağrı' ya eş yüce bir dağ yok içimde
Ne kadar cüceyim dert ve sevincimde!
Kaplamış gözümün gördüğü her ufku
Umutsuz, zifiri bir gece, bir korku.

Ah, yazık ki bütün insanlık güneşsiz.
Ey ateş, nasıl da seni yitirmişiz!
Bu yalnız inilti esen manzaradan
Bir çaresiz ay'dır sallanan aradan;
Işık tuttuğu her şey bir taze yara.
Onmaz bu gece. Bırak karanlıklara!
Can yiğitliği yitirmiş, kalp aşkı
ilenişlerinden insanın bir şarkı
Tutmuş dört yanı, bir çirkin ağıt, eski...
Ah güç de değildi bahtiyarlık belki;
Üstümüzde deniz gibi bir gökyüzü
Altında her kalbe esenlik payı var;
Bizimdir, yelken açmış giden bulutlar,
Vurup alnımıza serin gölgesini,
Bizimdir bu koku, bu renk dolu sini
Üstünde seslerle ışıklar kamaşan;
Bizimdir bu zafer, bu beste ve bu şan.
Şu aydın, ferah ve rahat gök altında
Her kazazedenin müjdesi bir ada,
Her gülüşe ayna bir gölek kenarı;
Koparırken elin taze meyvaları
Öyle kolaydı ki yaşıyorum demek;
Soframıza konmuş bu doyulmaz yemek
Niçin bir zehirli kaşıkla yenmede?
Ağrı! başına boz bulutlar inmede.
Ne ki bu cendere, ne ki bu sonsuzluk,
Kim bu vurulmuş yatan, ova boyunca,
Bir kan çeşmesine açık durup avcu?
Çile pazarında cana pey sürümü
Çözmek mi istemiş o çetin düğümü?
Korkunç bir ezgide çatlayan bu kamış
Yitirdiğimiz bir cennet mi aramış,
Ölümsüz barışa gülen şafakları,
Lezzet ve esenlik tüten ocakları,
Ömre öpüş tadıyle uyandığımız,
Tanrısal bir çıra gibi yandığımız?..
- Dağ! senin yandığın gibi bir vakitler-
Vuran bir toz parçası değilse eğer
Küçük gövdesine budur giren ölüm,
Onun yüzünü bizden çeviren ölüm...

Sen ey, oyununu en güzel oynayan!
Hangi kıvılcımla fışkırttın ruhundan
Bir gün söndürdüğümüz kutsal ateşi?
Ey sen! ölümden çok hayatın kardeşi
Dirilttin nasıl bir mucizeyle tekrar
Her şeyi, dostluktan düşmanlığa kadar
Ve geri getirdin o sürgünlerini?
Nerde buldun tekrar eski günlerini
Zamanlar içinde yitmiş kardeşlerin
Ve en güzelini sönmüş ateşlerin,
Kalbimin o kadar sevdiği o gülü,
Ölüm ötesinin mutlu tahayyülü
Evrensel cümbüşü, yaşama şevkini,
Bizden gidenlerin bir gün en yakını
Ümidi ve şafak kanatlı neşeyi,
O aşkı, o tadı, o gülümsemeyi?..
Ey boş gecelerin dadı ayışığı!
Salla, salla hüzün uyuyan beşiği
Söğütlerin nazlı dalları içinden
Ki o altın saman yolları içinden
Bir sabahı özleyen şu taze kadın
Yatsın başyastığına anılarının;

Bir makine sesiyle işleyen kalbi
Alıp gezdirsin onu bir gemi gibi
Düşlerinin durgun, mavi denizinde.
Beni de hep kendi kendimin izinde
Fenerinle yolumu aydınlatarak
Barış çeşmesini aramaya bırak,
Budur yaşadığın sürece görevin;
Gecelerin birinde, solgun alevin
Güne yenilmeye başladığı zaman
Üstüne başımın düştüğü kitaptan
Eser Mevlânâ'nın üflediği rüzgâr...
işte, gam türküsü söyleyen kamışlar
Rüzgârından gördüğüm ova boyunca.
Bu bir düştür belki, insan uyanınca,
Gözlerinde kalır serabı bir ömür,
Her şey bu ışıltı ardından görünür
O insana; sevmek, yaşamak ve ölüm.
Seni uykuya çekip götüren elim
Kadınım, ayışığı içinden şu anda
Aldanış diye ne varsa bir insanda
O daldan tutuyor...Böyledir bu. Kader
Kavuşur sabaha en uzun geceler
Ve serin durur her avunuş testisi.

Rüzgârlar başladı. Sonsuzluk gemisi
Önünde köpürüp şahlanmada engin;
Yolcusu olduğun nihayetsizliğin
Bir ucu Allah'ta ve sende bir ucu.
Başlıyor serüvenlerin en korkuncu:
Gökyüzüne doğru yürüyen yeryüzü,
Barıştıran sınır geceyle gündüzü;
Ey sonuca doğru ilkuçtan gelen Dağ!
Göğü perde perde delip yükselen Dağ!
Tanpınar "Ağrı" şiirini değerlendirirken "Ağrı için yazdığı büyük manzumede belki de asıl istediği şeye, geniş dil ve aydınlığa kavuştu" diyerek Dıranas' ın bu şiirde sanatının doruğuna ulaştığını teyit eder.

Dıranas vezin ve kafiyeye önem veren bir şairidir. Vezin ve kafiye şiiri doğuran iki ana unsurdur. Ağrı şiirinde kafiyelerin cümleye tesir ettikleri açık bir şekilde gözükür. Şair çok defa şiir cümlelerini kafiyeden hareketle kurar.
Ağrı şiiri baştan sona 12 heceli mısra yapısına sahiptir. Bu kalıp Türk şiir geleneğinde yoktur. Mısraların kendi içinde düzenli olarak aynı sayıda hecelere bölünmesi, yeknesak bir ritim doğurur. Cumhuriyet devrinde Cahit Sıtkı ve Tanpınar bu yeknesaklığı kırmak için sabit durakları kaldırmışlar, mısradan mısraya değişen duraklar kullanmışlardır. Dıranas 12'li heceyi kullanmakla Türk okuyucusunun alışkanlıklarını kıran yeni bir ritim oluşturmuştur.

Cahit Sıtkı gibi Dıranas da Nazım Hikmet tesiriyle serbest vezin veya vezinsiz, kafiyesiz şiir akımının hakim olmaya başladığı bir dönemde yazar.

Tercih ettiği birim, mısra veya beyit değil, cümledir. Dıranas' ın şiirlerinde cümle, servet-i fünuncularda olduğu gibi vezin ve kafiye ile savaşır ve çoğu defa onlara üstünlük sağlar. Türk şiir geleneğinde, şiiri nesir cümlesine yaklaştıran geniş cümle ve anjanbman (şiirde cümlelerin bir dize veya beyitte bitmeyip diğer dize, beyit veya bendlere kayması) yoktur. Fikret, bu cümle şeklini Fransız edebiyatından almıştır. Dıranas' ın da Fransız şairlerini örnek tutmuş olması muhtemeldir.
Ağrı şiirinde kelime ve ifade tekrarlarından doğan dil musikisinden çok hitabet edası hakimdir.

Dıranas, şiirinde kafiyeye bağlı olmakla beraber, yeknesak, basmakalıp kafiye kullanmamaya çalışır. Şiirlerinde kullandığı kelimeler içinde bulunan seslerle bir iç ahenk oluşturur.

Şiire mana bakımından bütün olarak Ağrı Dağı' nın yücelik ve ihtişamı ile şairin içinde duyduğu beşeri zaaf, şüphe, günah, boşluk duygusu arasındaki tezat hakimdir. Şiirde çok zengin bir çağrışımlar sistemi vardır.

Şiirin anafikirlerinden biri Ağrı Dağı' nın uyandırdığı yücelik ve "tanrısallık" tır. Daha ilk mısrada kullanılan "secdeye kapandım" kelimeleri, bu duyguyu dile getirir. Şemsettin Sami "secde" kelimesini şu şekilde açıklar:"namazda ve makam-ı tazim ve ubudiyette(kulluk) eğilip yüzünü yere sürme, yere kapanma". Ağrı şiirinde Dıranas bu manayı tabiata uyguluyor. Bu suretle, onda Tanrıya has bir özellik buluyor.

Şiirde hastalık kavramını ifade eden pek çok kelime ve imaj vardır. Ağrı şiiri bütünü ile bir kurtuluşun, içten dışa, insandan tabiata, sonsuzluğa ve Tanrı' ya, karanlıktan aydınlığa gidişin bir ifadesidir.
Dıranas' ın şiirinde tasvir ettiği "şüphe" daha ziyade felsefi bir mana taşır. O "iman" ın zıddıdır. Ağrı Dağı ile karşılaşan, onun telkin ettiği duygu ile sonsuza ve "tanrısala" ulaşan şair, kendisini hayat boyu rahatsız eden "şüphe" den kurtuluyor.

Dıranas' ın şiirinde, içi dışla ifade eden istiareler önemli yer tutar. Dıranas mısralarını kafiyelerine göre yaratır. Mısralarında önemli bir motif daha vardır: insanlık. Birinci parçada kendi içi ile dışı karşılaştıran şair, ikinci parçada çevreye geçer. Üçüncü parçada artık, şahsi ben unutulmuş, onun yerini "biz" veya "insanlık" almıştır. Şiirin dördüncü kısmında şair yeniden tabiata, hayata ve sevgiye döner. Üçüncü kısım ölüm ile biterken dördüncü kısım neşe, hareket ve güzellikle başlar. Şiirin dördüncü kısmında "çağrışımlar ağı" kelime, mısra ve cümle örgüsü daha karmaşıktır.
Dıranas' ın şiirlerinde dikkati çeken özelliklerden biri, gerek kısımdan kısıma geçerken, gerek her kısmın kendi içinde ani dönüşlerdir. Bunlar şiire bir hareketlilik ve zenginlik kazandırır.
güncel Önemli Başlıklar