bugün

ankara sinema derneği nin, 'hep seyirci mi bize gelcek, biraz da biz gidelim onların ayağına' desturuyla 1995 yılında yollara düşerek başladıkları; 12 yıldır diyar diyar gezip, avrupa filmlerini türkiyenin heryerine, hatta zaman zaman komşu ülkelere kadar taşıyıp, seyircilerini mutlu eden, kar amacı gütmeyen, özellikle ahmet boyacıoğlu ve başak emre önderliğinde kendilerini paralayacak derecede festivale hizmet eden insanlar tarafından gerçekleştirilen bir sinefil festivali.

ankara, izmir ve bursa'yı merkez alarak, bunların dışında en az bir kez olmak üzere istanbul, antalya, eskişehir, gaziantep, diyarbakır, mersin, çanakkale, kayseri, malatya, kars, tiflis ve bakü'ye de giden; ilk ve son yılları hariç, yani 1995 ve 2006 haricinde bursa'ya devamlı gelen ve yabancı konukları misafir ettikleri yer olarak da bursayı seçtikleri için, 'bursa bizim karargahımız' diyen; bursaya geldikleri her yıl nerde olursam olayım hiç sektirmeden koşup geldiğim, yılın 52 haftası içinde en güzelini bana yaşatan; yıllar boyunca klasiklerle, o yılın avrupada öne çıkan ödüllü filmleriyle, kısa filmlerle, animasyonlarla, kukla filmlerle, belgesellerle, ünlü yönetmenlerin mezuniyet filmleriyle, avrupanın köklü sinema okullarının seçkileriyle...kısacası sinemanın en güzeliyle, en güzelin sinemasıyla bizi buluşturan her daim yollarda olmasını dilediğim, sevgi yumağı festivalcik.

tayyare kültür merkezini bir hafta boyunca evim yapan, kafeterya salonunda zeki demirkubuzla çay içtiğim, yabancı yönetmenlerle muhabbet ettiğim, yeşilçam emekçileriyle dertleştiğim, eleştirmenlerle film tartıştığım -hatta bi keresinde tuncel kurtiz'le şarap bile içmiştim- muhteşem ötesi etkinlik.
"çünkü memleket gibidir festival, tekerleklerinin izinden yeni hikayeler, olağanüstü filmler gelir, yeni hayaller, umutlar vaat eder."

gezici gazetede etkilendiğim cümlelerden sadece biriydi bu. deli gibi günde 3-4 film izledim, ki sebebi de çok açık; bok içindeki ticari filmler, avm sinemaları, alelacele girip çıkan sözde sinemaseverlerin yürüttüğü sektörün olmadığı bir dünyada, bana bir şeyler katacak, düşündürecek, hayal gücümü genişletecek, empati kurmamı sağlayacak ve bunları sanatsal estetikle sunacak filmleri şehrimize getirmesiydi tüm sebebi..

tanrım! nasıl bir hafta geçirdim sahiden. 15 dakika arayla onlarca kaliteli filmi sinema salonunun verdiği keyifle başka nerede izleyebilirdim ki ben? zeki demirkubuz gibi büyük bir yönetmenin sunumlarıyla filmlere başlamak, sonrasında başka filmler, başka dünyalar, farklı hayaller, daha önce hiç bulunmadığın fakat özlemini çektiğin ortamları anlatan filmleri izleyerek şehrin bize sunduğu bu imkanlardan yararlanmak olağanüstü..

o kadar çok yazı yazasım var ki aslında, şu an nedense tüm gün aklımda olanlar bir bir uçup gitti.. bu festival süresince karşılaştığım en güzel şeylerden biri de kafeterya ortamında karşılaştığım ve muhabbetlerine tanık olduğum gerçek sinemaseverler! hele ki bir tanesi; uzun beyaz saçlı, bastonlu ve kahverengi kadife pantolonuyla her filme tek başına gelen 70-75 yaşlarındaki amca.. kimi görse muhabbet kuruyordu ve sadece sinemadan bahsediyordu, normal konuşma değil bu, büyük bir coşku ve hazla edilen sohbetti. insan bu tür kişilerin varlığına tanık oldukça yaşama zevki tavan yapıyor.

aki kaurismaki'nin filmi le harve'yi de orada seyrettim. bilen bilir, bohem hayatı adlı filmin yönetmenidir kendisi, le havre de o filmin devamı niteliğinde tabi, öyle etkileyici, öyle müthiş sahneler vardı ki; fransa'nın o nostalji kokan cafe-barlarında çalan eski fransız müzikleri eşliğinde yakılan sigaralar, kültür kokan muhabbetler... ve bunları gerçek filmlerden anlayan kişilerin hınca hınç doldurduğu sinema salonunda hep beraber dev ekranda izlemek, apayrı bir dünyada yaşamak gibiydi.

bu kadar çok şey yazıp aslında hiçbir şey anlatmadığım bir yazıyı buraya kadar kim okumuştur bilmiyorum ama şuraya sıkıştırdığım linki dinleyecek olurlarsa bu tür festivallerden alınacak keyfi ancak bu şarkıyla anlayabilirler.. sinemadan çıkıp yağmurlu asfaltta durağa doğru yürümek gibi bir şey bu; http://youtu.be/e3xzb2eubf0
dün akşam saatlerinde ankara büyülü fenerde bilet sırasındaki izlenimlerim: gişede yorgunluktan bayılacak ama yine de kibar ve güleryüzlü olmaya çalışan kadının karşısında sinefil havalarında bir ablanin şahsında, tüm bir orta sınıf solcu kategorisinin içindeki tüketim canavarı hortlayıverdi. teyzemin coşkusu "yes", "yes" nidalarıyla, evet hadi şimdi de perşembeye geçelim itici şirinlikleriyle dalga dalga yayılırken, kızdaki bıkkınlığını örtme çabası da had safhaya ulaşıyordu. zaten hepimiz bu anı beklememiş miydik, işte sonunda araba, ayakkabı muhabbeti yapan arkadaşlarımızdakine benzer, doya doya bir alışveriş sefası, hem de bağımsız sinemanın güncel ve klasik örnekleriyle, "muhalif" duruşumuza halel getirmeden. demek 150 lira ayırdın da yalnızca 80 lira tuttu ablacım, aman ne güzel. izinlerini de festivale göre ayarlıyorsun demek, fedakarlığın gözlerimi doldurdu be ablam, hadi nolur devam et, bitsin bu sezercik filminde şeker alan çocuklarınkine benzer coşku ve mutluluk. tatlı mı? güzel mi? belki ilk ortak filmimizden çıkarken sorarım sana.