bugün

karl marx'ın ortaya attığı bir teoridir.işçinin kapitalist tarafından sömürüldüğünü kanıtlamayı amaçlar.
örnek olarak ; bir işçi ayda 1000 birimlik üretim yapar.fakat bu üretimden kendi kazancı 300 birimdir.dolayısıyla 700 birimlik artı değer kapitalistin cebine girmektedir ve sermaye olarak artmaktadır.
(bkz: marksizm)

edit: bu entry bu kavramı ilk defa duyan birine genel bir fikir verme amacıyla basit bir örnekle açıklanmıştır.daha detaylı bilgiler aşşağıdaki entrylerde verilmiştir, verilecektir.
artık değer olarak da kullanılır. üretilen malın fiyatı ile üretim için ödenen ücret arasındaki farktır.
kisacasi kar demektir.
yatirimlarin devami icin bir sermaye birikimine gereksinim vardir, buda yaratilan arti deger sayesinde gerceklestirilir.
(bkz: artı değer teorileri)
kapitalist ekonomide metaların fiziksel-maddi niteliklerindeki farklardan dolayı kullanma değerinde de farklar vardır. bu yüzden emek tek üretici değildir, tabii kaynaklar olmadan uygulanamaz.

Marksist teori de metaların içerdiği emek, onların değerini belirlemez, değerinin özünü oluşturur!

değer emeğin ürünü olarak da tanımlanabilir. bu sebeple toprak, sermaye veya doğal kaynaklar değer yaratmazlar. verimli olan emektir ve verimli topraklarla, sermaye, doğal kaynaklar emeğin verimliliğini yükseltirler.

kapalı sistem veya diğer adıyla kapalı ekonomi yargısına gelirsek eğer, fizik kanunları çerçevesinde kapalı sisteme verilen enerjiden daha fazlasını geri alamama durumu söz konusu olsa da bu o makinanın * satışında herhangi bir değer düşüşüne sebep olmayacaktır çünkü kar zaten bir metanın değerine satılmasıyla elde edilmiş olur!!

yani aslında tüm bu kafa karıştırıcı teorik safsataların altında söylenmesi gereken şey şudur: artı değer dediğimiz nokta: haksız kazançtır! ve bu haksız kazanç emekten elde edilen kazançtır!

hangi doğal kaynak kendi kendine kullanılabilir hale geliyor? onu kullanılabilir hale getirmek için ihtiyaç olan kaynak emektir!

diyelim ki;

bor'un bulunduğu toprağı satın almak için ödenen paradan kısılıyor mu? hayır!

bor'u çıkarmak için gerekli alet, ekipmana ödediğin paradan kısıyor musun? aman şu kepçeyi de kullanmyayım kendi kendine çıksın bor, diyebiliyor musun? hayır!

metanın fiyatını hesaplarken masraflarını + kar'ınla birlikte meta'nın emek değerini de işin içine katmıyor musun? evet, katıyorsun!

ama nedense emek değerini işçilerine paylaştırmıyorsun!

şimdi canım kardeşim bi düşün bakalım: emek değerini kim yarattı? emekçiler!

tüm teknoloik ekipmana rağmen insan emeği * * olmadan o mal işler hale gelir mi? * gelir sen bekle!

zaten olay; marx'ın bu kolay denilen bakkal hesabını anlaması değil, herkes bildiği halde kralın çıplak olduğunu dayanaklarıyla ispatlama cesareti olması!

e, şimdiye kadar kralı da kimse giydiremediğine göre... marx giydirmiş!!

bundan ibaret!
Artı değer teorisi karl marxtarafından geliştirilmiştir. üretilen malların değeri ile bu malların üretimi için ödenen ücret arasındaki fark artık değerdir. örneğin, işçi 8 saatlik bir çalışma süresinin 4 saatlik bölümünde kendi değerini yeniden üretirken, geri kalan 4 saat boyunca da karşılığı kendisine verilmeyen bir değer parçası daha üretir. Karşılığı ödenmeyen bu değer parçası kapitaliste gider ve artı değer (artık değer) olarak adlandırılır.
(bkz: Marx ın değer teorisi)
(bkz: Artı değer oranı)
pek çok iktisatçının, ekonominin işlemesini anlatmak için kullandığı teori. buna göre bir şeyin fazlalılığını anlatabilmek için kullanılır artı değer. marks'ın ortaya attığı artı değer teorisinin farklılığı ise emek gücünün ile emek arasındaki farkın yarattığı emek fazlasının ne olduğunu söylemektir. yani ödenmemiş emeğin ne olduğu sorusu artı-değer kanunda anlaşılır.

emeğin sahibi üretici kişi hür ve özgür bir birey olarak emeğinin tamamını satmaz. çünkü emek ile insan arasındaki özdeşleşme ve benliğe işleme ilişkisinden yola çıkacak olursak; üreticinin elindeki tek meta emek gücüdür. yani bir metanın üretiminden kazandığı ücret. emek ise üreticinin sahip olduğu potansiyelin tamamıdır, yeneteğidir.

bu farklılıktan doğan artı emek, bir değerir doğurur, buna artı değer adını veriririz. örnek vermek gerekirse. bir gömleğin üretimi 5 dakika sürüyor olsun. bir kişinin günlük üreteceği 100 gömlek var diyelim. dikkat edersek bu süreç 500 dakika sürüyor. şimdi burada emeğin karşılığının alınması gerekmektedir. fakat sürekli büyüme ve kar etmeye dayalı serbest ekonomi günlüm 100 gömlek yerine 101. gömleğin üretiminden sonra artı bir değer elde etmeye başlar. işte bu noktada sömürü dediğimiz kavramın somutluğunu elde edersiniz. ama diyelim 99 gömlek üretildi. işte o zaman 100 gömlek üretilmesi gerekiyorken, eksik üretimden dolayı belli bir fiyat kırılması yaşandı ve sermayedar zarar etti ki bu onun gücünün azalmasına denek gelir. 500 dakikalık süreç içinde üretim zamanın artırılması ile birlikte gene artı bir fazlalık yaratır. işte görülen artı değer zaman- emek gücü arasında saklıdır.

nispi artı değer ve tam artı değer diye ikiye ayrılır bu kavram. birbirinin tam dersi olan bu kavramlar emek gücü- zaman ikilisinin incelenmesidir. tam artı değer için, sermayedar üretim zamanını arttırır. fakat tüm çabalara karşın günlük artış 24 saatle kısıtlıdır. yani sonsuz bir artış sağlanamaz ve tam artı değer sonsuza kadar artamaz, bir noktada tıkanır. aynı şekilde nispi değer ise üretim zamanını azaltıp emek gücünün kısımına gider, fakat özgür bir birey olan emek sahibinden izinsiz yapsa bile sonunda sıfıra kadar bunu indiremez. o zaman bu emek sahibini köle yerine koyacak ve tüketimi sağlayacak kitleler azalacağı gibi satın alınacak bir emek kalmayacak. bu kalmayınca para bir değişim aracı olarak piyasada gezemeyecek( gezse bile en alt seviyede kalacak) ve bir ekonomik darboğaz yaşanacak. üretim kaynakları ve piyasının doyması ayrı bir etken olunca kapalı olduğu söylenen ekonomi sürekli bir düzensizleşme yaşayacak. her iki durumda da kendi paradoksuna yakalanacak ve bir kısır döngüye tabi olup, üretimi gelişteremeyecektir. bu ise tüketimin gelişmemesi anlamına gelir, sonuçları ise korkunç bir yağmadır.

işte bunlardan yola çıkarak oluşturulan teorinin eleştirilerine daha sonra dikkat etmek gerekiyor, ama önce anlamamız nokta emek gücü ile emek arasındaki temel farklardır diye düşünüyorum.
daha önce belirttiğim gibi artı değer ile emek gücü-emek arasındaki organik bağa dikkat çekmiştim. şimdi bazı noktaları irdelemeye yönelirsek şu sonuç çıkıyor karşımıza; emek fazlalığı artı değerin ana noktasıdır.

eleştirilere değinmek gerekir mi, bilmiyorum fakat şüphesiz bilimsel sosyalizmin yapması gereken şeyi ona karşı yöneltilen suçlamaları dikkate almaktır.

serbest piyasa ekonomisinin kapalılığına dikkate alırsak, termodinamik yasalarının genel yansıması olarak bir sistemin sahip olduğu enerjinin üstüne çıkamayacağı sonucuna varırız. (ki aslında termodinamik buna benzer bir şey söylemez ama böyle ifade edilebilir) işte bağın izinden yola çıkarak ekonomik ilişkileri toplumun kendisinden ayrı tutarız. ekonomi son derece soyut bir kavrammış gibi görülebilir. fakat bunu hayata bakarak yalanlamak sanırım doğru bir davranış olacak. ekeonomik ilişkiler toplumun kendisinden soyutlanamacağı gibi tek bir değere dayandırılamaz. eğer öyle olsaydı toplumların evrimleşmesi mümkün olmaz ve biz sonsuza kadar feodal bir toplumda yaşardık. halbuki sıçrama gene toplum içinden gerçekleşir ve ekonomik ilişkilere yansır. o halde termodinamik yasasının ekonomiye uyarlanması doğru bir tutum değildir.

termodinamik yasalarının ekonomiye gerçek halde uyarladığımızı düşündüğümüzü varsayalım. o halde bu serbest piyasa ekonomisinin ana kaynağı gene emek gücü olurdu. çünkü ekonomik bir ilişki hammade ile değil metanın üretimi ile gerçekleşir. hammadeye sahip olmak demek metanın üretilmiş olması anlamına gelmez. çünkü o hammadenin dahi işlenme sürecinden ortaya bir emek gücü ortaya koyulur, ki buradan ana değerimizin gene emek olduğu sonucuna varırız.

"işçi sıınıfı mı, robot mu?" tartışması toplumun belli bir kesminin göz ardo edilmesi anlamına gelir. diyelim kapitalist üretim süreci tamamen robotsal bir sürece geçti. bunu ancak üretim sektöründe yapabilir, kaldıki üretim sürecindeki robotlaşma kısmi bir robotlaşmadır ve çok yavaş bir şekilde artmaktadır. hizmet sektöründe artı-değer kuralnın işlemeyeceğini düşünmek ise şüphesiz kör olmaya eşdeğerdir. yani kafa emeğinin sömürüsü gene vardır. kapitalizm sömürüyü gene devam ettirir. bir sosis fabrikasında üretici bir işçi yerine özel okulda öğretmeni düşünecek olursak bu süreci daha iyi göreceğizdir. ayrıca bu robotlaşma bir süre sonra yedek işçiler ordusu olan işsizliği besleyecektir.(kapitalist bir toplumda herkesin üretim sürecine dahil olması zorunlu değildir, çok az kişi yeteneğine göre eğitilmiştir çünkü) bir süre sonra bu kişilerin elinde sermaye azalacağından para piyasada dolaşamacayak, daha kötüsü tüketimin azalması üretim fazlasına neden olacak ve derin bir kriz yaşanacak. işte bu sebeple sermayedarlar tam bir robotlaşmaya geçmek istemez. fakat toplumun tüketimin üstüne kurulmadığı ve eğitimin yeteneğe göre( en yeteneksizi dahi olsa) olduğu bir toplumda robotlaşma keskin bir süreçtir ve kafa emeği ile kol emeği arasındaki farklılaşmayı sağlayacak yegane çözümdür.
artı deger denilen kavram teknolojinin surukleyenidir. eger artı deger olmazsa
adam arastırma ve gelistirmeye yatırım yapamaz, rekabet ortamı olmaz.
artı deger olmasa yani yatırımcı para kazanamasa yatırım yapamayacagı icin teknoloji gelismez. bunun anlamı sudur,bugun hala ilk cıkan takoz model cep telefonları
kullanılıyor olurdu.insanlar hala hala antika arabalara biniyor olurdu.
hala sadece radyo dinliyor olurdun, sadece siyah-beyaz tv den haberin olurdu.
ucak sanayii gelismezdi,su kullandıgın bilgisayar teknolojinin urunudur.
yatırım yapmadan kaynak ayırmadan nasıl arastırma gelistirme yapılacak?
rekabet ortamı olmazsa insanlar nasıl daha iyi-gelismis urunler uretecek-tuketecek?
ha, teknoloji cok umrumda degil diyorsan buyur aborjinlerle yasa.

sunu ilkokul cocuguna anlatsan anlar ama bizim solcuların kafası basmıyor.

kapitalizm en basta uretim demektir. toplum olarak mercedes fabrikası kurup
mercedes uretirsen mercedese binersin. hic bir bok uretmezsen esege binersin,
at arabasına binersin.bu isler de oyle ha deyince olmuyor,belli bir birikimin
sonucu.sadece sermaye degil bilgi-teknoloji de gerekiyor. once ureteceksin
sonra da birey merkezli bir hukukla kontrol altında tutacaksın-denetleyeceksin.

ben karl marx a ancak eline kepceyi verip sofrada corba dagıttırırım,
hickimseye hak gecmesin herkesin payı esit olsun hesabı.onun kafası ancak ona basar.
(bkz: avusturya okulu/#3048030)
(bkz: eugen von bohm bawerk/#3794693)
(bkz: #3048005)
verili bir değerin, diğerler mallara göre karşılaştırıldığında değerinin artışına denk gelen kısma artı değer de denilebilir. üretici güçlerin gelişimi ve teknoloji arasındaki ilişkinin rekabete bağlanarak anlatılmasına artı değer denilseydi ortalığı ciki ciki teorileri sarardı ama neyse, şimdilik kalsın. teknolojik gelişimin motor gücünü tersten okyunca artı değer olarak algılayabiliriz ama daha önemlisi teknolojik gelişim üretici güçlerin gelişimindeki üretimin yeniden üretilmesiyle sağlanan bir yapıdır. ha yok ben işin ters tarafından bakacam diye kastırıyorsan buyur bak.
"teknolojik gelisim uretici guclerin gelisimindeki uretimin yeniden uretilmesiyle
saglanan bir yapıdır."

cumlenin anlamsızlıgını gectim sen bunu git yıkılan sosyalist bloktaki vatandaslara anlat.
adamların lada ya binmekten gotleri curumustur,onlar sana cevap verirler.

ayrıca senin bu kafayla "çiki çiki teorisi" ni okumaya ehliyet kazanman icin
kırk fırın ekmek yemen gerekir, sen daha anlamlı bir cumle kuramıyorsun.
eğer sosyalizm eleştirisi yapılacaksa bunu iki kuruşluk bilgiyle burada yapmak yerine başka başlıklarda yapmak daha faydalı. ama sovyet ekonomizminin sorunlarının rekabet ile teknolojik ilişkisi arasındaki bağlantıyı kurmakta iktisat konusaki bilginin üç kuruşluk olduğunu da gösteriyor. temel yaklaşımın ideolojiden ve dünya dengesinden bu kadar bağımsız ele alınması, ekonominin kendine ait yasalarının sanki kendi kendine işlerlik kazandığını düşünmek zaten eksik bir aklın işi olabilir.

eyy, nikitin baba... seni okumadan ya da okuyup anlamadan es geçenlerin komik hallerini görüyorsun değil mi? eminim gülmekten kasıklarına ağrılar geliyordur. üretim süreciminin yeniden üretimi, üretici güçlerin tekrardan üretimi ve hatta üretimin yeniden üretimi vs... gibi kavramlardan uzak kalıpta 3 cümlelik eleştiriler yapmak komiklik değil de nedir? yıkılan sosyalist blokun vatandaşlara gidip sorduğumuzda ağrıyan kıçlarından ötürü cevap alamadık ama ne yazık ki 30 yıldır ikarus marka otobüs kullanılan serbest rekabetçi ülkemizin insanlarından da cevap alamıyoruz? aldığımız tek cevap ciki ciki teorisi oluyor. biliyorum newton yukarıdan bakıp gülümsüyor, teori kelimesinin içinin boşaltıldığında ve buı kadar geyik malzemesi yapıldığına üzülüyordur. ama en azından keynes'e filan dokunup, eksik istihdamdan söz etseydin. tamam stagflasyon filan hiç girmezdin ama en azından 3 kuruşluk cümlelerden de medet ummazdın, hiç değilse bilimsel bir yaklaşımın olurdu. hiç değilse anlamlı cümle kurabilenler bilimle tanışırlardı, arabistan çöllerinin apısıyla sosyolojik yapı arasındaki bağlantıları zorlamak yerine...
teknoloji sozkonusu oldugunda emek arz eden isleri yapan insanlar gericilesirler.
sermayenin dısında teknolojinin surukleyicisi insan aklıdır,beyin takımıdır.
bunlar da muhendisler ve teknisyenlerdir, bunu her turlu bilime uygulayabiliriz ki
burada da akademik egitim devreye giriyor. akademik egitim almadan da bulus yapan kafası calısan insanlar vardır ama azınlıktadırlar ve bu ekstrem bir durumdur,raslantısaldır.

soyle ornek vereyim, bir hamal grubu dusunelim.belli bir mesafeye ya da yuksek bir binaya-mevkiye esya vs. tasıyor.kaba emek satıyor,hamallık yaparak para kazanıyor.
simdi bu adamlardan herhangi biri bir asansor tasarımı uzerinde kafa yormaz.
"belime agrılar girdi,nasıl yapsam da su isi kolaylasam" demez.
aklına bile gelmez cunku isin dogasına-varolusuna dahası cıkarına aykırı.
cunku asansor yapıldıgında issiz kalacak,niye boyle birsey dusunsun?
hatta uzerinde dusunulmesine engel olmak-baltalamak ister.
yapılmıs varsa da kırmaya-yıkmaya calısır.endustri devrimiyle baslayan makine kırıcılıgı buradan geliyor.teknoloji uzerinde kaba emek arzeden hamal kafa yormaz.
is sahibi kafa yorar,maliyeti daha aza indirmek icin. ya da isin profesyoneline- muhendise havale eder.ya da muhendisin kendisi kafa yorar.

teknoloji baglamında kaba emek arzeden-ucretle calısan "uretici gucler" gerici davranıslar sergileyebilirler.yani isci sınıfı her kosul altında "devrimci" degildir.
evet,batıda da hayat calısan sınıfın omuzlarındadır ve isbasına gelen hukumetler
calısan sınıfın refahını gozetmek durumundadır. sizin yaptıgınız ucuncu dunya
solculugudur ki bunun da devrimcilikle bir alakası yoktur.

ayrıca senin ekmek yemekten kafan calısmıyor. ekmek yerine ana yemegin yanında
makarna ya da pilav yap. belki biraz gelisme gosterebilirsin.ayrıca mesele
ucuncu dunya solculugu yapmaksa sen giderken ben geliyordum.yirmi yas civarında
benim de az vaktimi calmadı karl marx hıyarı. yok hegelidir,yok kant ıdır.
hepsi mantar cıktı. genclik iste, insan hayata-gercege dair bir seyler ogrenmek
icin cabalıyor.felsefeye dair bir seyler ogrenmek istiyorsanız benim
yazdıklarımı takip etmeniz yeterli. dedim ya, siz cok sanslı bir nesilsiniz.
üçüncü dünya solculuğundan birinci dünya sahteciliğine geçenlerin yüzleri aslen bir bir dökülüyor ama kendileri için bir adet ırzına geçilmişte olsa sözlük formatını armağan ederiz. ne de olsa kendileri kaliteli yiyecekler yiyorlar. ama diyoruz biz eskiden sola şöyle bir değinmiş olanlardan asıl korkmak lazım. çünkü konu eğip bükme, bilim dışılık ve iki yüzlülük olduğunda kendilerinden öteye gidebilecek birileri olduğunu sanmıyoruz. bir kez daha tekrar ediyoruz. bu adamlar temizlenmeden- yani fkirsel anlamda- bize rahat yok.

şimdi gelelim üç kuruşluk bilginden şu artı değer meselesine. konu teknoloji olunca ahkam kesmekte solcu artıklarının üstüne yok. zaten öyle olmasa laçiner'in birikimsizliği bu konuda birinci olmazdı. gerçi haklarını yememek lazım. teknolojinin gelişimindeki artı-değer'in önemini, üretici güçlerin gelişiminde de teknolojinin önemini kavramışlar. tabi bunu kavrayamasalardı kendilerini gerçek hayata davet ederdik. gerçekler karşısında şaşknlıktan ölürlerdi. tabi yaşları da baya geçkince bunların, kalp krizi filan geçirirlerdi. sonra o ölesiye nefret ettikleri eski sosyalist düzenleri eleştiremezlerdi hayata dair yeni sosyolojik(!) yaklaşımların vurgunculuklarını yapamazlardı. ama yüzyıllık artıklar kendilerini gene gösteriyor.

şu doğru tarafları bir sayalım. teknolojinin gelişimi sermayeden bağımsız bir şekilde akıl takımının işidir. doğrudur, bu insanlar arasında insanlığı gelişimi adına çok şeyler yapmış kimseler vardır. bunlardan bağımsız bir biçimde sermaye adına çalışan kişiler dahi olsalar, bu ücretli köleler bilimsel gelişimin gerçekliğini sağlamışlardır. iyi de biz bu kısımla ilgiliniyoruz da, sermayenin genel eğilimleri ile neden ilgilenmiyoruz? sanırsın bilimi bu adamlar babalarının hayrına kullanıyor. ya da yeni teknolojik gelişimler sağlayarak kendi yaşamlarını kolaylaştırmaya çalışıyorlar. istediği kadar böyle bir eğilim ana baskın eğilimin kendisine gelelim. genel olarak üretimde kullanılan teknoloji, üretücü güçlerin üretimini arttırırken, diğer yandan artı-değer üretimini de artırır. haliyle istihdam da artar. ama sermayenin buradaki genel eğilimi artı değer sömürüsünü arttırmak, çalıştırdığı kişi sayısını sürekli azaltmaktır. bunu başaramadığı ölçüde ise çalışma saatini arttırmaktır. sermayenin teknolojiyi kullanım amacı da budur. yoksa öyle babasının hayrına kullanmak diye bir durum yok, ki zaten kimse öyle babasının hayrına bir şeyi kullanmaz.

diğer yandan ise artı-değer üretimi ve tüketimi ile işçi sınıfının ya da diğer üretici sınıfların devrimciliği arasında bir bağ bulunmuyor. zaten bir noktadan sonrada insan sorar? işçi sınıfının bana tanımını yapsana diye. senyalnızca dışarıdaki hamalı işçi olarak görürsen zaten bugünkü yapıya bakış açının arabistan çöllerinden gelmesi zaten doğal bir durum. artı-değer teorisi ile teknoloji arasındaki bağ, hatta teknolojinin üretici güçleri üzerindeki etkisini irdelemek için doğru örnekler vermek gerekiyor. yoksa anakronik ve ortalamacı örnekler vermeye insan dilinde demogoji denir. hatırlatmakta fayda var. sınfın tanımı, maddi varlığı ve toplumdaki konumu bambaşka konular olduğunu kabul etmezsiniz, sizleri daha bilimsel ortamlara davet ederiz. üç kuruşluk ortamlara değil. bir de hatırlatmakta fayda var emek'in tanımını hatırlamakta fayda var. ondan sonra emekçinin tanımını, mavi yakalı işçi- beyaz yakalı işçi, orta sınıfların esnek çalışma koşulları altındaki sınıfsal değişimlerini tartışmakta fayda var. ama ben ortaya bulamaç yapacam dersen, arap çöllerine ait mükemmel(!) teorileriniz de sizi kurtaramaz. bizden söylemesi...
artı deger degil de "artı cocuk" uzerine kafa yorulması gereken mesele.

turkiye nin nufusu ve yuzolcumu-kaynakları ortada, yerustu ve yeraltı kaynaklarımızın ne oldugu az cok belli.simdi senin nufusun-yuzolcumun ve kaynaklarına kıyasla
"çük" kadar kalan iskandinav ulkelerinin-batı avrupa ulkelerinin gsmh sı nedir?bir senede o nufus ve kaynaklarla ne kadar mal ve hizmet uretiyorlar, sen ne kadar uretiyorsun? onlarda kac tane cocuk var sokaklarda selpak satan? kac tane seyyar satıcı
var? kayıt dısı ekonominin-issizligin boyutu nedir? onlar seni somurdukleri icin mi
zenginler? nufusu ve kaynakları sana kıyasla "çük" kadar oldukları halde nasıl senden
daha uretken ve zengin olabiliyorlar? o yuzden "isci sınıfı" na soyle skine sahip
cıksın,bakamayacagı kadar cocuk yapmasın. cocuklarını kendi ihtiyarlıgının garantisi olarak gormesin.

ayrıca benim anlattıklarıma aklın ermez, osbir cekmekten beynine kan
gitmiyor iktisadi tahlil yapma pesindesin.mavi yakalıymıs,beyaz yakalıymıs.
gunumuzde senin iscinle batılı isci arasında neredeyse sınıf farkı var.
adamların vasıfsız iscileri bile senin doktorundan avukatından fazla
para kazanıyor, sen hala yakadasın onluktesin.

kafanı daha onemli seylere yor.mesela tarih boyunca avrupalı kadın
"çiki çiki" dansı yapmazken neden ortadogulu kadın "çiki çiki" diye dansediyordu?
oryantal dansın kokeni nedir? senin odevin bu olsun.
sermayedar tarafından sürekli arttırılması gereken değerdir. bu arttırmanın pek çok yöntemi vardır. çalışma saatlerini attırmak buna örnek verilebilir. türkiye' de 2001 krizi bittikten sonra ekonomide görece küçük çapta bir boomlama olmuştu fakat zaman geçtikçe boomlayan üretime paralel işçi sayısında beklenen artış gerçekleşmemişti bunun nedeni çalışma saatlerinin arttırılması ve işçilerin ödül-ceza yöntemiyle birim zamanda daha çok üretmesiydi ve böylece artı-değer arttırılmış oldu o dönem için.sınıf mücadelesinin temelde yatan nedendir. köle-sahip, serf-derebeyi, işveren-işçi tüm bunlar arasındaki mücadele artı değere sahip olmak arzusudur. artı değere sahip olan toplumda iktidarı elinde tutar.
Emek değer teorisine dayanan teorem.

(bkz: emek değer teorisi)
artık değer teorisinin diğer ifade biçimidir. karl marx'ın işçilerin emeklerinin karşılığını alamadıklarını, ürettiği ürünün karşılığı olarak alması gereken paranın önemli bir kısmının işverene kaldığını ifade etmek için ortaya koyduğu kavramdır. işçinin emeğinin sömürülmesidir.

ücret sistemleri ve verimlilik konusunda incelenen önemli konulardan biridir. bugün aslında kapitalist sistem başta olmak üzere ekonomi açısından bir çok meselenin artık değer üzerine şekillendiğini söyleyenler de mevcuttur..
Iscinin kendini yeniden uretebilmesi icin 6 saat calismasi gerekmektedir. Bu 6 saatin degeri 3 dolardir bu durumda, isci butum hafta calisir da sadece pazar gunu calismazsa elde edecegi gelir haftada 18 dolardir. Bu iscinin kendini yeniden uretebilmesi icin yeterlidir. Yalniz bu durumda kapitalist yani sevgili patron, makinain bakiminin giderleri, depo kirais vb giderler ve iscilere odedigi massin toplami kendisini uretim sonrasi kazandigi parayla ayni, o halde hemen devreye girer ve zekilik yapar der ki: ben bu isciyi gunde 9 saat calistirayim ve ayni gunde 3 dolar vereyim hazir gelmisken, teri sogumamisken, bende boylelikle batmamis olurum.iste kapitalist sistemin temel sorunu budur.
Burada kapitalist kiraladigi emek gucunu istedigi gibi kullanir, cunku burada kapitalist emek gucunu istedigi gibi kullanma hakkini satin alir. emek gun=cunun kullanimi kullanilan emek gucunun verdigi enerjiyle sinirlidir. Emegi degil emek gucunu kiralayip emegin degerini oder ama unutur ki emek gcu emegin kendisinde daha degerlidir.
radyo ki de pazartesi günleri 20 ile 22 arası yayınlanan program. 2 saatliğine başka dünyalara götürebilir sizi.
Kapitalistlerin ''istihdam'', ''çok çalışıyoruz, bu bizim hakkımız'' gibi boktan argümanlarla meşru kılmaya çalıştığı değer.
kısaca işçiye verilen ücretle üretilen ürünün değeri arasındaki farktır.
işçinin ödenmeyen emeğinin sonucunda elde edilir. Bilindiği gibi emek süreci gerekli emek zamanı ve arti emek zamanı olmak üzere iki bölümden oluşur. Işçi, gerekli emek zamanda emek gücü değerini; arti emek zamanda da arti değeri üretir. Kapitalist, işçiye arti emek zamanı için ücret ödemez. Dolayısıyla arti değer, bu ödenmeyen emek zamanla elde edilir.
Arti değer kapitalizme özgü bir ey değildir. Pre-kapitalist dönemde de arti değdi mevcuttu.