bugün

Saidi nursi her ikisinde de bulunmuştur.
Michel Foucault, gel yavrum seni çağırıyorlar.
tam altına zekice bir şey söylemelik başlık ama ne diyeyim amk,birinde akıllılar diğerinde zekiler yatıyor.
Biri kontrol altına alınıp tedavi edilmeye çalışılıyor. Diğeri yaptığının cezasını çekiyor.
akıl hastanesindekilerin çoğu, travma esnasında içe dönüp kendilerine zarar verenlerden oluşur.

hapishanedekiler ise tam tersi.
biri toplumda güvenlik tedbirleri, diğeri ceza görevini üstlenir.
büyük suçlar işleme potansiyeline sahip kişiler akıl hastahanesine, büyük suç işleyememiş kişiler hapishaneye gider. büyük suçları işlemeyi başaranlar ise aramızda dolaşır.
Akıl hastanesiyle hapishane arasındaki tek fark gözetleme kulesiyle metal çitlerin üstünde kıvrılan dikenli tellerdi.

Ellen marie wiseman.
"kafka’nın değişim eserinde hayvanlaşan hayat anlayışımızı kaç kişi anlayabildi ki, intihar etmek için çabalarını kaçımız düşündü ki, yoksa hasta bir kişiliği mi okuyoruz?

kaç kişi sanat adı altında mozart’ın sarayda kızların peşinde koşarken krala yakalanmasını biliyor ki? kız çığlıklar içinde kaçarken mozart onun peşinde koşuyordu. üstü başı dağınık, kendinden geçmiş bir halde kralı karşısında görünce susmak yerine krala şunu demişti: “ben bayağı biriyim ama yazdıklarım bayağı değildir.”

zweig’in, tanrı’nın bileklerinden tuttum derken, “kaderime ben hakimim” demek istediğini. hugo’nun kadın düşkünü olduğunu, dostoyevski’nin kumar tutkunluğunu, balzac’ın dolandırıcılığını, poe’nin ayyaş olana kadar içtiğini, “sen sarhoş mu yazıyorsun?” dedikleri zaman, kaç kişi yüzünde beliren sanat anlayışı ile yaşamının arasındaki uçuruma kendini koydu?

tarih deliliklerle dolu, kaç kişi bu deliliklerin arasında yolculuk yapmak ister?

“gecenin mahremiyetini yırttım” derken rimbaud’u kaçımız anladı, verlain korkularının kendini uyutmadığını, nietzsche otel odasında kusmukları içinde ölürken yanında hiç kimsenin olmamasını, miller’in karısını sattığını bile bilmiyoruz belki de…

gorki gibi yazabilmek için on yılımı harcarım diyebilecek kaç deli var aramızda, descartes’in alın kuralları eserini yazdıktan sonra tebessüm içinde övünerek kahvesini yudumladığını, kendi romanında kurguladığı kişiliğe herkesten önce kendisinin inandığı gogol gibi, kaç kişi var kurgusuna güvenen?

tarih deliliklerle dolu…

cipolla’nın iktisat tarihine meydan okuduğunu bile unutmuşuzdur.

ibni sina’nın “tıbbı üç kelime içine alıyorum” dediğinde kibirli halini , batuta her gördüğü yüze inancını sorduğunu, farabi mutluluk teorisini kalem alırken mutsuz olduğunu kaçımız düşündü ki?

düşüncelerin sakıncalı olabileceğini bile kralların savaşları kaybettiklerinde anladıklarını, kardeş kavgalarının gölgesinde suskunlukları, saray odalarında musiki yerine fransız müziğinin seslendirildiğini, kaç kişi gerçeklerin bizim düşündüğümüz gibi olmadığını biliyor ki?

tarih deliliklerle dolu….

sanat anlayışını hayatları ile kıyasladığınızda kaç sanatkar, kaç yazar, kaç şair, aklımızda hayal etmiş olduğumuz şekilde yaşadı ki?

sanat delilik ister demiyorum, ama sanatkar deli olabilir…"

---Deliliğin Tarihi, Michel foucault---
güncel Önemli Başlıklar