bugün

kulağımla sevişmekten keyif alan martıların uyunmamış sabahında düştüğüm tren istasyonunda istanbul'a dönmek için bekliyordum. muhtemelen öğrenci olan bir kızın gülümsediği kediyi "ben de hayvan severim ben de universite okudum, benle sevişsen ya la?" tavrı ile severek hatuna işvelenen uzun saçlı bir zibidi, erkek arkadaşı ile kemirmek için bir torba simit almış şişman bir abla, bir iki de nuri bilge filminden rol çalmış uzaklara bakıp sigara çeken adam toplam mevcudumuz.
az kişi olduğumuz için tren geldiğinde insan standartlarında itişmeden bindiğimiz trenin istanbul'a kadar değil, yol bakım çalışması olduğundan çerkezköy'e kadar gideceğini, oradan da otobüslerle istanbul'a taşınacağımızı söyledi kondükçü amca. oysa internette bilgilere, kalkış varış saatlerine, hatta ara duraklara kaçta varacağına kadar bakmıştım. böyle bir bilgi orada yoktu?
neyse, kaderimizse çekeriz deyip kulaklığı taktım, zaten o ara durak bilgileri de tutmadı. kimi yere 15 kimi yere 5 kimi yere 30 dakika farkla nasıl varabildik onu da anlamış değilim. sanırım zamanı büktük nilüfer!
çerkezköy'e geldiğimizde tren boşaldı, bir yandan da insanlar biniyordu. "siz nere la? bura trenin son durağı?" dediğimde "heralde tekirdağ'a gidiyor" diye bindi birisi. o da ne trenin ne de kendisinin nereye gideceğini bilmiyordu. mukadderat. bu arada, tekirdağ'a tren olduğunu da bilmiyordum.
trenden inenler kalabalık olunca medeni insanların seviyesinden arsız mülteci seviyesine geçiş yapmakta pek zorluk çekmedi kimsecikler. güneşin altında beklediğimiz yaklaşık 30 dakikanın ardından pos bıyıklı devrimci bir amca halkı bir olmaya, isyan çıkartmaya ve hakkımızı aramaya zorlayan bağırışlar ile dolaşmaya başladı. pos bıyıklının isyan! devrim! çığlıklarına başı örtülü bir ablamız "e yol tamiri varmış ne yapsın adamlar? yapmasınlar mı yolu?" diyerek karşılık vererek huzur ve güven ortamını tam sağlamışken sakallı bir dede "iş bilmeyen acemiler başa geldi böyle oldu" diyerek seçim sonuçlarını tcdd'ye bağlayarak kafaları hepten allak etti.
derken eski topkapı otogarından emekli eski otobüsler göründü ve trenden dökülmüş yerli mülteciler bir anda otobüse doğru koşmaya başladı. oysa otobüsün tekerlekleri vardı ve zaten bize doğru geliyordu. neyse, gelin arabası gibi önü kesilen otobüs kimseyi çiğnemeden durdu ve insanlar 10'ar kişi aynı anda tek kapıdan geçmeye çalışarak otobüsün kapısına hücum ettiler. ardından gelen ikinci otobüsü gören beklemedeki uyanıklar oraya doğru yönelirken çakal abiniz üçüncü otobüsün duracağı yeri tahmin ederek zaten yerini almıştı kaldırımda.
herkesler bindi ahhan da gidecez derken polis amcalar geldi. "hele bi durun yiğidolar? nerede evraklar?" diyerek aldı otobüs şöförlerini aşağı. la, tcdd, yani devletin kurumunun kiraladığı ve devletin yolcusunu taşıyan otobüsün ne evrağını soruyorsun?
valla sormayaymış iyiymiş, birisinin ruhsatı yok ötekisi çekme belgesi ile çalışıyor, şöförlerde src yok vesaire vesaire. anam, polizaylar da otobüsü bir saat rehin aldılar mı? lan 7 kişi bi danayı 45 dakikada kesiyor 5 polis üç otobüse bi cezayı bir saatte kesemedi. bir otobüsü de bağladılar.
uzun bekleyişin ardından elimdeki bilgilere göre değil o durakta, evde olmam gereken saatte otobüs nihayet hareket etti. bu arada, kliması çalışmayan kapıları kapalı sıcacık otobüsümüzde nasıl da mutluyduk anlatamam. bu sıcaklık yol boyuna sürdü. klima ne la? olan oldu artık neyse ne deyip kulaklığı tekrar taktım, "fena da gitmiyoruz yol açık" derken.. hay şom ağzıma victoria mankenleri zçsın yol bi kilitlendi, kaldık öyle otobanda. meğerse yol bakımı yapan sadece tcdd değilmiş. yol tek şeride düşüyor (muş bilmem kaç km ötede, anca fark ettik yanına varınca) ondanmış bu sıkışıklık. neyse, tam tek şeride geçip çilenin sonuna geldik bitti derken önümüzdeki tır bir arabaya çarpınca bu sefer kontağı da kapatıp beklemeye başladık. (çağır yavrum victoria kızlarını aaağzıma aağzıma)
kaza sahipleri ne yaptı ne etti bilemem ama bir süre sonra yolu açtılar. bu sefer de bizim şöförü efkar mı bastı nedir bilinmez, adam ayağını gazdan çekti nazlı nazlı gidiyor. ben ise bu kadar uzun yol ve içtiğim suların ardından çalkalanmış soda şişesi gibi gelen çişimi nereye kadar tutabileceğimi düşünüyorum. işin tuhaf yanı, ben o kadar sakinim ki beni tanıyan korkar, hayra alamet değil bu iş diye. ama bişi de yok ha, bayaa sakinim. kendimi takdir ettim. şöföre "çişim var az gaza bas" deyip geri oturdum ancak sıkıntıyı anladım. şöför yolu bilmiyordu. yanına gittim açtım haritaları işaretledim halkalı tren istasyonunu, bi navigasyondaki abla söylüyor bi de ben tekrar ediyorum şöför duysun diye. sanırsın ses sistemi bozulmuş cuma namazındayım da avludaki cemaate hocanın delay efektini veriyorum, "smiaalaaahuuuulimen hamideeeeehh" der gibi "300 metre sonra çatalın sağından hafifçe devam et" diye fısıldıyorum şöförün terlemiş sağ kulağına. otobüsteki mültecilerden bazıları "kaptan orası tıhalıdır sen şordan gaç" telkinlerini sinirlenmiş imamın yüksek ses tonu eaallaaaahuekberrr efekti ile "çatalın sağındannnn" diye tekrar ediyorum, biraz da çişin verdiği huzursuzluktan tehditkar bir ton ile tabii.
bilinmez yolları, "sağdan gaaç ora tıhhalıdır" seslerini bastırarak en sonunda istasyona ulaşıyoruz. ensarına kavuşmuş muhacirler olarak sevinçle dökülüyoruz otobüsten. kibarlık zamanı değil, artık çalkalanmış soda şişesini tutmak çok zor, önüme çıkan ilk binaya soruyorum "nere işeyebilirim?" bana 300 metre ötedeki garı gösteriyorlar. "lan! siz buraya işemiyor musunuz Allah'sızlar!" diyerek koşuyorum gösterilen yere. bir iki görevli abiye ablaya sorarak anca bulduğum tuvaletin kapısına yaklaşırken fermuarı açmaya başlıyorum, o derece artık!
tek el duvara yaslanmış bir el iş görmekte. şener şen ustamızın rahmetli kemal sunal'a "düşünsene lo, bir elin canoda bir elin çiköftide" repliği gibi düşün. öyle bir keyif. o upuzun boktan yolculuğun en keyifli anı. otobüste uzatsalar "al kçına sok" diyecekleri portakallı kekleri acun'dan sörvavyvırda kazanınca çığlık atan salakların mutluluğu kaç kuruş bunun yanında? bence tarih yeniden yazılmalı, her şeyin adı baştan konulmalı. felsefenin bile; iŞiYORUM, ÖYLEYSE VARIM!!!