bugün

mumyalama sanati

Vefat eden kişinin cesedi üç gün bekletilir, bu süre içinde bağırsak ve vücuttaki bakteriler yavaş yavaş organik yapı taşlarını yemeye ve bozmaya başlarlardı.

Daha sonraki üç günde ise, vücut potasyum banyosuna yatırılırdı. Nihayet birinci haftadan itibaren vücudun cisimleri çıkartılmaya başlanırdı. Ama işleme geçmeden önce vücudun değişik deliklerinden yani burun, kulak, makattan potasyum ile Terebentin verilerek organların bozulmadan şekillenmesi sağlanırdı. Bu arada yanaklar çökmesin diye ağız içi Nil yatağının çamuruyla doldurulur, göz yerine çakıl taşı, etrafı alçı kaplı soğan çekirdeği veya cam konurdu. Burundan bir çengelle girilip beyin parçalanır ve parça parça çıkarılıp atılırdı. Beynin korunmamasının nedeni Eski Mısırlılar’ ın beyine önem vermemelerindendir: Eski Mısır’da yaşam kalpten girer, kalpte yaşar, kalpten çıkardı. Eski Mısırlılara göre, düşünce merkezi de yine kalpti. Bu nedenle kalp çıkarıldıktan sonra mumyalanıp tekrar yerine konulmasına rağmen, beyin hiçbir şekilde saklanmamıştır, beyin önemsenmediğinden dolayı, hiyerogliflerde bile yer almamıştır.

Batın organlarını çıkarabilmek için mesaneden kalbe doğru bir kesi yapılır ve çıkartılan bağırsak, mide, karaciğer gibi organlar işlem gördükten sonra Kanope adı verilen büyük vazolara yerleştirilir, bu vazolar da mumyanın yanına konurdu. ( Kanope Nil Deltası’nda bir kenttir. Fransız Arkeologlar bu şehrin Nekropolünde çok miktarda vazo bulunca Eski Mısır mezarlarında ki vazolara bu şehrin ismini vermişlerdir. )
Yukarıda belirttiğim üzere, bu enzisyonla çıkarılan kalp genelde tekrar mumyalanıp yerine konurdu. Ama bazen kalp Kanope’ye yerleştirilir, vücudun kalp boşluğuna da altın bir skarabe (bok böceği) heykeli konurdu. Ölünün penisi de aynı şekilde mumyalanır ve tekrar yerine yerleştirilirdi ki öbür dünyada da kişi üreme fonksiyonlarına devam edebilsin.

Karın organlarının çıkarıldığı boşluk, kimyon, karabiber, sarımsak, soğan ile harmanlanmış samanla doldurulur ve karın derisi palmiye ipliği ile dikilirdi.

Kafa, kol, bacaklar, önce ayrı ayrı bandajlanır, daha sonra ise hep beraber keten kumaş ile sarılırdı. Öbür dünyada insanlar, işlevlerini rahat yapabilmeleri için bu dünyada sakat veya bir uzvu kesik olanlar mumyalanırken o uzvun tahtadan veya alçıdan protezi ile mumyalanırdı; böylece öbür dünyada fiziksel işlemlerini eksiksiz yapabileceklerine inanırlardı. Keten mumya bandajının içini de her biri değişik koruma sembolleri olan ziynet eşyaları ile doldururlardı. Çünkü bu heykelciklerin öteki dünyada seyahatleri sırasında kendilerini her türlü saldırıdan ve kötülüklerden koruyacaklarına inanırlardı.

Daha sonra ise mumya, iç içe geçmiş dört tabutun içine konurdu. En içteki tabutun kapağı açıldığında Gök Tanrısı Nut veya Ana Tanrıçalardan izis kapakta ölüyü kucaklayacakmış gibi beklerdi. Bu tabut ikinci bir tabuta, ikinci tabutta üçüncü bir tabuta yerleştirilirdi. Her üç tabutta ahşaptan yapılmış olup “Andropoid” yani insan şeklindeydiler. Daha sonra bu üç tahta andropoid tabut, yine andropoid yapıda ama bu sefer taş bir lahitin içine yerleştirilirdi. Tüm bu işlemler gerçekleşirken de tahtadan yapılma Anübis maskeli ölü rahipleri işlemlere eşlik eder, gerektiğinde yardımcı olurlardı.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım üzere ölüm, mısırlıların ana temasıydı ve hayatın sonunu göstermezdi! Tam tersine Eski Mısır’ da bu hayatın sonu, başka bir hayatın başlangıcı demekti. Yani ölümle insanoğlu bir metamorfaza uğrayarak şekil değiştirmekteydi.

Özetle, ölen insan bir ipek böceği kozası gibi sarıp sarmalanmakta ve öbür dünyada bu kozadan yani mumyadan çıkıp uçacak bir kelebek gibi hayatına devam etmesi umulmaktaydı...