bugün

aşk kaç kişiliktir

bir yılmaz odabaşı yazısı.

"Aşık, 'mutsuz' insandır; mutsuzluğunun nedeni, elde etse bile sevgiliye asla ulaşamama duygusundandır. Foucault, "insan sevişirken bile yalnızdır," der. Fakat bu yalnızlık bile büyük bir hazla yaşanır. Bir anlamda da acıdaki hazdır aşk. Aragon, "Aşk, bize haz veren tek özgürlük yitimidir," der.
Aşk, yalnızdır; aşık yalnızdır.Başkasının arzusunu arzulayan arzu yalnızdır...Herkes kendi duygusunda, acısında, sevgisinde, arzusunda yalnızdır ve aşk, tek kişiliktir...
"Uzak, yağmur yağan ülkede yapayalnız iki kule..." Yunanlı şair Yannis Ritsos'a ait bu dizeyi okuduğumda, bir an bizim kültürümüzdeki aşkları ne güzel tanımladığını düşünmüştüm.
Aşklarımızı hep, "uzak, yağmur yağan bir ülkede yapayalnız iki kule" gibi yaşadığımızı... Bu geleneksel toplumda daha çok platonik, karşılıksız aşklardı yaşadığımız; aşık, genellikle uzak bir kule, biz ise kuşatılmış tek kale gibiydik... Koşullanmalar, tabular, yasaklar, sınıf ve mezhep ayırımları gibi ötekileştirmelere dek ne çok şey yetmezmiş gibi, işin içine bir de kendi çekingenliğimiz, deneyimsizliğimiz girince, çoğu zaman kuşatılmış tek kale olmaktan öte bir seçeneğimiz kalmamıştır(!)
Platonik aşklar elbette tek kişiliktir. Karşılıksız aşklar da tek kişiliktir... iki kişilik aşklara gelince, Erich Fromm, iki kişilik aşkı "bencil aşk" olarak tanımlıyor. Örneğin. bir çiçeği dalında görür, çok beğenir, seyreder, koklar ve gidersiniz. Onun dalında kalma, kendi olma özgürlüğüne saygı duyarsanız ve yüzden aşkı tekil yaşarsınız.Aşk, kişinin özgürlüklerine saygı gösterebilecek kadar ona değer vermektir.Ama bencil aşk, "mülkiyet" ister; bu yaklaşımın kökeninde aşk değil, köle-efendi ilişkisi vardır... Böylesi aşklar psikopatolojik aşklardır. Bu yüzden o çiçeği bencilce söker alır, odalara, evlere kapatır, kendi olmasına, hatta soluk almasına, çalışmasına bile izin vermez. Çiçeğin solması umurunda olmaz; çünkü hırpalanmış, kendi olmaktan uzaklaşmış olsa bile, önemli olan çiçeğin onun olup olmadığıdır. O, onu koparana aittir; onun mülküdür, eşyasıdır, oyuncağıdır, cinsel objesidir... iki kişilik aşklar, -çok ender istisnaları bir kenara koyarsak- bizim kültürümüzde genellikle böyle yaşanıyor...

Yani bencil bir mülkiyet duygusu cehaletle kesişince, aşk hırpalanıyor, cayıyor ve sonuçta hala yaşanabiliyorsa, yine tek kişilik yaşanıyor... Çünkü insan doğası önünde sonunda aşkı "koşullu" kılıyor; "benim istediğim gibi biri olursan seni sevebilirim" gibi yaklaşımlarla aşkı pazarlığa yatırıyor. Oysa aşk, sevgiliyi nasılsa öyle sevebilmektir... Goethe, "insan kayıtsız şartsız sevemeyecekse, o aşkın durumu parlak değildir," diyor. Bizim kültürümüzde aşk, 'kavuşma' ve 'mülkiyet'le ifade buluyor; oysa çoğu zaman kavuşulan an'dır ayrılık...
"Herkes kendi sevgisini sever" demiştim bir şiirimde; fakat biz, Sevgimizi sevebilmeyi bile tam bilmiyoruz...