bugün

cotton candy

--spoiler--
Kara gözlerinde mahmurca gülüş,
Gayrı uyanılmaz uykunda mısın..?
Başın yastıktan kayıp, toprağa düşmüş,
Şehadet yolunun ufkunda mısın..?

Çizgilerle dolu ellerin yüzün,
Bilmem ki sen kaç yaşındasın ?
Bizi yalnız koyup göğe süzüldün,
Acın dayanılmaz farkında mısın ?

Dudakların sanki bir şey söylüyor,
Sen artık ölüm makamında mısın ?
Melekler dahi sana özeniyor,
Cennette döşenmiş tahtında mısın..?

lisan çıldırıyor, dil nasıl döner ? ben bu gece başıma büyük bir balyoz yedim... ne desem bilmiyorum, şu anda hangi kelimeleri tesbih tanesi misali sıralayacağımı bilmiyorum...

sana nasıl bir ölüm yazısı yazayım ki ? sen zaten dudaklarında tatlı bir tebessümle bıraktın kendini ölümün kucağına... henüz 20 yaşındaydın... ama ölüm, yaş ayırt etmiyor ki, bir anda - tak - diye kapıyı çalıveriyor ! seninle bir ara konuşmayı kesmiştim, bana tipik seri malı kadınlardan gibi gözükmüştün. fakat bunun öyle olmadığını daha sonra anladığımda iş işten geçmişti, sen bir trafik kazası geçirmiştin, neyse ki ağır yaralı olarak atlatmıştın. fakat ölümün trafik kazasından olmayacaktı, bunu sen de biliyordun...

ben çok duygusal bir adam değilim burcu ! bak bunu sen de biliyorsun... şu anda sen öldün, fakat ben sanki yaşıyormuşsun gibi bu yazıyı sana yazıyorum...

yahu ne oldu sana ? allah ! deyip şöyle bir doğrulsana !!
burcu kalkamaz, dirilemez mi ? odası mühürlü girilemez mi ?

öyle olsun madem !
girilemesin bakalım...

velhasıl kelâm, diyordun ki, ben rüyamda hep aynı yeri görüyorum...

''ne görüyorsun demiştim ?''

''bir mezar diyordun... '' belli ki yakında gideceğim '' -

saçmalama burcu, sen kimsin ki allah sana rüyanda ölümünü göstersin, sen evliya mısın ? - demiş, kendi ölümümüzü şöyle tayin etmiştim zihnimde ve sana da söylemiştim hoşuna gitmişti; - ah inşallah - demiştin;

ben 63 yaşındayım. sen de benim yanımdasın. ( sana söylediğim gibi, 63' ten fazla yaşamak ahlâksızlıktır ) ben büyük doğu davasını ilerletmişim, ve hatta memleketin başındayım, ( nasılsa hayal kurmak bedava ) belki de sen first leydi' sin. aracımızdan iner inmez benim üzerime yağmur gibi kurşun boşaltıyorlar, haddinden fazla mermi kuvözden sekiyor da biri senin başına isabet ediyor. böylece çekip gidiyoruz dünya sahnesinden, cenazemiz çok kalabalık oluyor...

olmadı.
mümkün olmadı.
bu da, ben tek başıma kurşunlanacağım anlamına geliyor ki, yanımda sen olmayacaksın.
hoş, gideceğimiz yer bir tabi...

çok sevdiğimiz, hayran olduğumuz, fikirlerimizin şekillenmesine sebeb olan necip fazıl' ın bir dizesi şu anda kulaklarımda yankılanıyor;

- sanki kulağıma gaipten bir ses, buluşmalar kaldı mahşere diyor -

biz seninle mahşerde buluşacağız.

sen, çok arzuladığın bir yere gittin, sadece 2 dakika göz yaşı döktüm arkandan, tamam kızma ! vallahi fazla ağlamadım. sadece 2 dakika. sonra gazeteden biri aradı, lenin' e küfretmişim bir yazımda ben güya, o kısmı çıkaralım mı dediler, 2 dakika da onlara ağladım...

- senin parladığın dönemleri göremeyeceğim için çok üzülüyorum - demiştin.

yavrucuğum ne parlaması, beni bu gece söndürdün sen. çivi misali, olduğum yere çaktın beni. sen gittin, e beni de şu dünyada anlayan akvam-ı nisvam güruhunun içinden tek kadın olan sen, beni anlayan tek kadın, e sen de çekip gittin !

5 yaşındaki bir fotoğrafın... sapsarı uzun saçların, limon renginde kaşların, öyle sevimli.
şimdi o kız, toprağın altında, taze ölü öyle mi ?

çok sevdiğin malcolm x' le aynı günde öldün.
21 şubat benim hayatımda her zaman büyük hadiselerin gerçekleştiği bir gün olmuştu.
21 şubat' ta biz, 2001' de her şeyimizi kaybetmiştik.
21 şubat 2010' da ben seni de kaybettim.
yo, aslında kazandım.
bana gönderilmemiş mektuplar yazmıştın. '' ben öldükten sonra okuyacaksın onları '' diye.
nasıl cesaret edip okurum ben şimdi o mektupları ?

trafik kazası geçirdikten sonra iyileşmiş evinde yatıyordun. '' ben öleceğim hissediyorum '' diyordun. her seferinde tersliyordum seni, - haddini aşma - diyordum, allah kur' anında buyurmuyor mu;

'' içinizden hiç kimse, ne türlü belaya düçar olursa olsun ölümü temenni etmesin ! ''

ama sen hayatı sevmiyordun. ailen varsıldı, parası vardı, fakat onların arasında mutlu değildin. itü' deki profesör hocan, yanında taşıdığın sezai karakoç ve necip fazıl kitaplarını görünce - bu gericileri mi okuyorsun - demiş, sen de - terbiyesizlik yapmayın o gerici dediğiniz adamlar benim hayat felsefemi oluşturdular - diyerek onu terslemiştin. aynı günün akşamı profesör, babana telefon açmıştı;

- bravo ! mükemmel bir vatan haini yetiştirmişsiniz...

bir kaç gün sonra;

- kadir ben akciğer kanseriyim - dedin.

- yalan söylüyorsun burcu ! - dedim.

cevabın gülümsemek oldu... doğru söylüyordun, ölüme gülümsüyordun...

ve 18 şubat...

- kadir bir rüya gördüm -

- ne gördün burcu -

- 21' inde gidiyorum '' dedin...

- gideceksin biliyorum, ama inşallah gecikir gidişin - dedim.

gecikeceğini umuyordum. bir kaç ay daha sadece. pier loti' de bir çay daha içmeden ölmeyecektin.

derken, 21 şubat 2010... pazar günü... rezil bir hava... üstüme bindikçe biniyor kasvet, ama senin öldüğünden, o gün öldüğünden habersizdim, söylememişlerdi. sakarya' ya gitmiştin, çok sevdiğin anneannen orada yatıyordu. kendine mezar yeri bile seçmiştin.

bugün, 23 şubat. benim hiç yaşamadan yitip giden baharım, taze toprağında bembeyaz kefeninin içinde uzanmış yatıyor şimdi. ama dudaklarında dünyaya ve bu ahmaklar sürüsüne alaycı bir tebessümle...

hey sakarya ! sana mı kaldı bu yük !
sana mı kaldı burcu' yu bağrına basmak ulan ?

ah burcu... sen bir öldün de, beni binbir öldürdün !
allah' ın rahmeti, sonsuz kere üzerine olsun !
sen artık zamansızlığı seçtin ve mekânsızlığa geçtin !

ve bir film açtım şimdi; yönetmen: mesut uçakan.
seninle izler gibi izliyorum...
filmin adını mı merak ediyorsun burcum ?
dur hemen söyleyeyim;

kelebekler sonsuza uçar...

kadir sarıkaya

--spoiler--
güncel Önemli Başlıklar