bugün

ulaş bardakçı

Hale Özgür Kıyıcı'nın ( öğrenci liderlerinden taylan özgür'ün ablası ) Ulaş Bardakçı anısına kaleme aldığı mektubun tam metni şöyle:

Ankara'nın ve ODTÜ'nün en renkli simalarından biriydi Ulaş. Annem babam da çok severdi Ulaş'ı Taylan'ın öldürülüşünden sonra istanbul'a geldiğinde annemlerde kalır ve iskambil kâğıtlarıyla yaptığı el becerilerini sergilemekten çok mutlu olurdu.

Ulaş Bardakçı, 19 Şubat 1972 yılında öldürüldü. Maltepe Askeri Cezaevi'nden Mahir, Cihan, Ömer Ayna ve Ziya Yılmaz ile birlikte firarından sonra Arnavutköy'de saklandığı evde öldürüldü. Ardında bir dolu sır bıraktı.

Taylan'ın öldürülüşünün üzerindeki sır perdesi, çürük elmaları ayıklamaya kararlı demokrasiden yana kişilerin de desteği ile sanırım aralanacak gibi, Ulaş Bardakçı, Kızıldere, vb. sanırım aydınlanacak/ aralanacaktır. Yeter ki; bu katliamları çözmek için uğraş verelim. AT izini, iT izine karıştırmadan. Biraz cesaret!

Ulaş Bardakçı'nın katledildiği ev Arnavutköy'de. Bu evin sahibelerinden biri kamuoyundan hep saklanmıştır.

Nasıl mı?

12 Mart'ın MiT'çilerinden Mehmet Eymür'ün kitabını okursanız göreceksiniz neler, neler varmış. Bir varmış-bir yokmuş:

"L.A. bir kız arkadaşı Ş.S ile beraber bu evde yaşıyormuş. Ş.S ise izmir sıkıyönetim komutanının kızı idi."

Uğur Mumcu gibi bir araştırmacı-gazeteci çıkacak. Bu dönemleri araştıracak. Bu ilişkiler ağında herkesin nereden geldiğini söyleyecek. Nerelere savrulduğunu yazacak ve ölenlerin hala 20'li yaşlarda tertemiz olduklarını anlatacak. Onlar pisliğe bulaşmadılar, siz neredesiniz beyler, hanımlar diyebilecek. Eski arkadaşlarla sohbet ederken, konu Ulaşın kaldığı evi kimin söylediğine geldiğinde, bir arkadaşımız, Osman'a dönüp; "Bu soracağım soruyu ilk kez ve son kez soruyorum. Gazeteci bir arkadaşımla beraber, istanbul I. Şube'de gözaltına alındığımda, senin o eve polisleri götürdüğünü bana söyledi gazeteci arkadaşım. Bu doğru mu? Osman'ın yanıtı "Ben değil, Rıza götürdü" olmuştu.

Ama bunu Rıza'ya soramazdık. Rıza yeni ölmüştü...

Rıza; Cihan'ları kamyonetin arkasında, eşya sandıklarının içinde, Ankara'ya götüren Samsun'lu TiP kökenli herkesin bildiği, sevdiği bir arkadaşımızdı.

Epey önceleri Rıza'yla, Osman'ların evinde karşılaştığımızda; istanbul-Ankara yolculuğunu çok konuşmuş ve tartışmıştık. Kafamıza takılan tüm soru işaretlerini cevaplandırmaya çalışmıştı. Ertan Saruhan'la beraber Ankara yolculuğunu, Cihan'ları nasıl götürdüğünü...

"Ben takip edildiğimizden emindim. Bu duygularımı Ertan'a da anlattım. Bizi karşılayan kişilere de bunu ilettiğim de evham olduğu konuşuldu. Cihan beni ciddiye almıştı. Bizi karşılayan ekip THKP-C'nin askeri kanadından subaylardı. Her yerde Maltepe Cezaevi'nden firar edenler aranıyor, biz istanbul-Ankara yolunda bir kere bile durdurulmamıştık. Cihan'ın tek derdi, Denizleri cezaevinden, ölüm pahasına da olsa almaktı. Ölümü göze almıştı. Bunu dinlediğimde, bu işin geriye dönüşü olmadığını kavramıştım."

Rıza'nın ağzından bu anlatımlara tanık olanlar hala sağdır.

Cihanların Levent'teki evden ayrılmasından sonra, Ulaş; o evde bulunduğu bir gün, ev basıldı ve çatışma çıktı. Ulaş o evden sağ olarak kaçtı; Arnavutköy'deki eve buradan gitti.

Evin sahibelerini tanıyan, tiyatro sanatçısı olan şahsın da anlatacakları olmalıdır. ABD'de yaşayan emekli MiT mensubunun anlattıklarına, bir cevapları olmalıdır.

Arnavutköy'ü anlatacaklar eminim çıkacaktır. izmir sıkıyönetim komutanın kızının bu olaylardan nasıl kurtarıldığını MiT mensubu Mehmet Eymür anlatmaya başlamış. Diğer kişiyle (L.A'nın başka bir soyadı daha var; 'Eskiyerli'. iddianamede yazıyor.) ilgili ise çok duygu dolu anlatımları var:

" sohbet etmeye başladık. Rahatlamıştı. O günden sonra L.A ile aramızda, orada bulunan diğerlerine kıyasla, yakın bir ilişki başladı. Nöbetçiler vasıtasıyla beni çağırttırıyor, yanında oturup kendisiyle konuşmamı istiyordu.

Hemen her gün L.A'nın odasına gidip uğruyor oturup konuşuyordum. Ayrılırken üzülüyordu.

Bir gün Hiram Abas, benim bir baskında öldüğümü söylemiş, L.A çok üzülmüş ve ağlamış. L.A. ile yakınlığımı, Memduh paşaya ve diğerlerine de söyledim (...) Bir sol yayında Ziverbeyi anlatırken, Hiram beyden bahsetmiş ve onu tanımadığını, işkenceci ve sadist olduğunu söylemişti. Bana ise torpil yapıp, hatıratında bahsetmemişti. Onun bu kitabı okuyacağını ümit ediyor ve içten mutluluk dileklerimi yolluyorum.

Gerçek şu ki; işkencenin reçetesi yazılmaz. Herkesin pes diyebileceği bir nokta da olabilir. Verilen bilgiler kayıtlara da geçmemiş olabilir. Olabilir ve bunu da polis bilir, ama ölüme gittiğin arkadaşlarından sakladığın için onlar bilmez, bunlar yazılmaz ama, vicdanınız ne durumda!

Hala ahkâm kesmek niye? Sürekli bozuk plak gibi, sanki hiç teslim olmamış gibi hava atmak niye? En "hakiki" devrimci pozları sergilemek niye? O ölenler, 20'li yaşlarında yaa; Bu günahları ile yaşayanlar ise kaç yaşına geldiler.

Sahil kasabalarında çok araziniz olabilir. Şato gibi evleriniz de olabilir. Vakıflardan aldığınız paralarla devrimcilik de yapabilirsiniz. Elleri kana bulanmış insanları da savunabilirsiniz, milletvekili, bakan, olabilirsiniz. Ama sizleri gölge gibi takip eden, ihanetlerinizden kurtulamazsınız.

11 Şubat tarihinde gözaltına alınan 2 kişi var, 12 Şubat tarihinde gözaltına alınan da 2 kişi Ve ardı-arkası kesilmemiş, gözaltına alınanların. Tam 438 kişi davaya dahil edilmiş, 53 sanık hakkında görevsizlik, 5 sanık hakkında yetkisizlik, 114 sanık hakkında kovuşturmaya yer olmadığı, bir sanığın soruşturmanın geçici olarak tatili, 9 sanık hakkında soruşturmanın tefriki kararı verilmiş. iddianame ve gerekçeli kararda yazılanlar, tabii ki her zaman geçerli/ doğru olmayabilir. Ziverbey de yapılan işkencelerin ne olduğunu orada yaşayanlar bilir. Hangi şartlarda o ifadelerin alındığı da malum. Ama bir gerçek var ki; sorulmayanları da anlatanlar vardır...

20'li yaşlarında bu ülkenin insanları için, inandıkları yolda ölümü göze almış, şimdi hepimizin çocuklarından bile küçük olan, bu yurtseverlerin anılarını, politikalarınıza, sanatınıza, var olmanıza alet etmeyin.