bugün

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

birkaç ay evvel, her zamanki donuk bakışlarımla benden daha donuk bakan insanların arasına ilişerek otobüse binmiştim. bu çekilmez anın dışına çıkmak adına kulaklıklarımı taktığımda, ileriki durakta bir grup dilsiz arkadaşın da bindiğini gördüm. yaklaşık on kişilerdi sanıyorum, bir anda her biri bir rengi temsil edercesine otobüsün o gri havasını dağıtmışlardı. o kadar neşeli, o kadar ışıl ışıllardı ki, müziği durdurup kıt işaret dili bilgimle söylediklerini anlamaya çalışıyor, uzaktan da olsa aralarına dahil olmayı deniyordum. bir yandan onları utandırmaktan korkuyor, bir yandan da yaydıkları neşeye kapılmaktan doğan gülümsememe engel olamıyordum. gözlerimi alamıyordum zira o kadar mutlulardı, o kadar gerçeklerdi ki bir an gözlerimin dolmasına engel olamadım.

bizleri kelimeler öldürüyordu belki de. hiç konuşmasak dedim, saçtığımız kelimeler oranınca azalmasak böyle mutlu olur muyduk ? hüznümüzün kaynağı boşboğazlık etmemizdi muhakkak. her kelime bir bıçak darbesi olmasa.. gülümseyişimin kıyısına gözyaşları düşerken düşünüyor, bir yandan kahroluyor bir yandan karşımda duran tablonun güzelliğiyle büyüleniyordum. elisabeth' in suskunluğu mutsuzluğundandı, marco' yu ağlatan güzellik.. zıtlıkların kıyısında gerçek ayaklarını keserken, mutsuzluktan mı susmalı sonsuza dek, yahut mutlu olmak için mi unutmalı kelimelerin varlığını ? dilce susup gönülce söyleşmek, bir ilimmiş, vakıf olmalı.

https://youtu.be/Fv_qqzZi9OA

(bkz: esir şehrin insanları)