bugün

puslu kıtalar atlası

bir ihsan oktay anar kitabıdır. uzun ihsan efendi'nin oğluna okuması için değil de yaşaması için yazdığı puslu kıtalar atlası'nın içindekileri tam olarak ne okur ne de izleyebiliriz aslında. olay örgüsünün kilit noktalarına yön verir fakat kitap boyunca varlığını da pek hissettirmez.

tüm okuma süreci boyunca aklıma umberto eco'nun gülün adı kitabını getirmiştir. bu süreç boyunca gerçekten de elinizde cılız bir ışıkla bir koridor boyunca yürür gibi hissedebilirsiniz çünkü kontrol asla sizde değildir ve ancak okudukça parça parça sunulan bilgilerden mantıklı bir olay örgüsü oluşturmaya çalışırsınız. fakat şahsi olarak her defasında duvara toslamamın en büyük sebebi baştan aşağıya post-modernizm üzerine kurulu bir gerçekliğin ne kadar subjektif ve çoğul olabileceğini tabiri caizse okuyucunun yüzüne çarpan bir dilemma olmuştur: bir yanda kitap boyunca karakterlerin canı pahasına peşinden koştuğu gerçek bilgi arayışı, diğer yandansa gerek masalsı anlatımı, gerekse romandaki zamandan tamamen kopuk ve geleceğe dönük referanslarla sizi gerçeğin dışına iten, hatta tüm hikayeyi güvenilmez ve çarpık kılan bir olay örgüsü. kitabı nezdimde bu kadar sürükleyici kılan hem bu gerçeklik üzerine kurulan kontrast, hem de aslında her zaman denk gelemeyeceğim incelikte bir dil kullanımı oldu. hatta okurken gülmelere gark olduğum bir bedduayı bırakacağım aşağıya, güler güler okurum.

"ömrünüz ah edip vah işitmekle geçsin, burnunuzun sümüğüne bereket olsun, mekanınızda baykuşlar banlasın, gömleğiniz alev olsun, her parçanız bir kurdun ağzında kalsın, allah size uyuz versin de kaşınacak tırnak vermesin, kefeniniz kara bezden olsun, iki gözünüz bir delikten baksın, sur üflendiğinde hiçbiriniz duymasın."