bugün

mehmed uzun

kürtçe yüzünden ilkokula başladığının ilk gününde hayattaki ilk tokadını yedi, istanbul'lu öğretmeni henüz yedi yaşındaki o çocuğun türkçe bilmediği için arkadaşlarıyla kürtçe konuştuğundan habersizdi. ve ondan okulda türkçe konuşmasını istemişti. türkçe ona bir tokatla ilk selamını verdi...
zaten daha yeni okula başlayan bir çocuk olduğu için canı çok acımıştı, fakat o yinede kürtçeye hiç bir zaman küsmeyecek darılmayacaktı.

hatta bu tokat kürtçe yüzünden yediği son tokat olmaycak ve hayatının geri kalan kısmındada peşini hiç bırakmayacaktı.

12 mart 1971 de henüz 18 indeyken askeri cezaevi'ne düştü, hapishanede musa anterden kürtçe okuma yazmayı ögrendi, insanlar orda kendi aralarında konuşmaktan dahi çekiniridi ama o kürtçeyle arasında yılların oluşturduğu buzları hücrede eritti... ve bu dili edebiyatta kullanmaya kendi kendine söz verdi.
çünkü dgm de ki askeri savcı iddianamesinde ısrarla "böyle bir dilin olmadığını" söylemekteydi, bu onu çok incitmişti. nede olsa o roman yazabilecek kadar hassasiyete sahip duygusal biriydi.

bi süre sonra isveç e sürgüne gitmek zorunda bırakıldı. sürgün canını acıtmıştı ama edebiyatını ve yazılarını yaratmasını sağlayan şey o hasret, o ayrılıktı.
ve bi süre sonra deneme ve makalelerini türkçe, romanlarını da kürtçe yazdı.

doğrusu başta yazdıkları pek okunmadı; ama zamanla yazdıkları elden ele, dilden dile dolaşıp, mehmed uzun'u sözcüklerin masal kahramanına dönüştürmeye başladı. yazdıklarında garip bi hüzün, gizli bir acı saklıydı, bu insanlar tarafından çabuk anlaşılmıştı.
acısı; aradaki zoraki mesafeden ve sürgünden kaynaklanmaktaydı. toprağına hasret kalan her duygu dolu adam gibi genç yaşta hastalandı. zaten yaralı olan yüreği kanserle yaptığı savaşta çok da güçlü duramadı.

kürtçe yazdığı için bazı insanlar ona hain dedi; pkk ya, savaşa, şiddete karşı olduğu için, onları eleştirdiği için, hakkında pkk tarafından ölüm emirleri verildi. çünkü o bir hümanistti. ve susturulması gerektiği düşünülmekteydi
fakat o artık sevilen, sayılan, bütün kürtler tarafından okunan bir aydın dı, ve ona sıkılacak olan bir kurşunun neden olacağı tepkinin altından o katiller kalkamazdı, bu yüzden de infazı yapılamadı.

aradan geçen uzun yıllardan sonra çocuksu bir umut ve mutlulukla ülkesine geldi. artık yaşamak için sebebi ve inancı da vardı, hatta diyarbakıra geldiğinde "ben diyarbakıra ölmeye değil, yaşamaya geldim, beni diyarbakır iyileştirir" diyecek kadar kansere kafa tutmaya başlamıştı. bu vuslat ona kansere karşı direnip savaşma gücünü aşılamayı başarmıştı.

ama aslında o artık çok hırpalanmıştı ve amerikadaki doktorlarda artık yapılabilecek bir şey olmadığını ve sayılı günleri kaldığını açıklamıştı o buna aldırmadı çünkü uzun bir aradan sonra yaşayabileceği tek yer olan ülkesine dönecekti.
ne yazıkki; nazik kalbi gibi yorgun bedenide bu hastalık yüzünden eridi ve kanserle daha fazla baş edemeyerek, bütün vucuduna yayılan o tümörlere dayanamayan kalbi solunum yetmezliğine yenildi.

sürgün yazarı olan mehmed uzun; söylediği gibi diyarbakıra yaşamak için gelmişti ve diyarbakır gibi edebi bir kent; onu bu kadar seven, her fırsatta şiddete savaşa karşı olduğunu o sakin sesiyle adete bağıra bağıra haykıran birinin, "unutularak gerçekten ölmesine" izin vermeyecek, şehir ayakta kaldıkça o yazarı yaşatmaya devam edecektir...

bir diyarbakırlı ve de oturup şu yazıyı yazan biri olarak; kendim ve diyarbakır adına bu sözü vermişimdir...