bugün

hicab ı aşk

serin bir istanbul günü ikindi vaktinde gülümseyen güneşin altında üsküdar'da denize sıfır büfenin yanındaki sandalyelerde oturan ve hızla çayını yudumlayan adamlardam birisi necmi diğeri ise ismail'dir. mihrimah sultan camiinde kıldıkları ikindi namazı sonrası olanların kritiğini yapmak üzere çay içmeye karar vermişler ve acele adımlarla şu anda bulundukları yere çöreklenmişlerdi.

kendisini her zaman sosyal olarak gören ve bu işlere meraklı necmi'nin eliyle iki çay işaretinden hemen sonrası çaylar önlerine gelmiş ve ilk yudumları almışlardı ki ismail konunun ortasından giriş yapmakta gecikmedi.

-abi samimiyetine güvenerek söylemiştim ben onu.

necmi yüzündeki inanmamışlık işaretleriyle dolu mimiklerini gizleme gereksinimi hissetmeden:

-olan oldu ismail. ağzı sıkı bir adam olmadığını biliyordum, suç bende.

ismail:
-öyle deme abi, inan ki dün gece uykum gelmedi baya bir süre. ama fena mı oldu abi, er ya da geç haberi olmayacak mıydı? sen ne kadar ondan habersiz kendini yiyecektin ki böyle?

necmi:
-ben kendimi yiyordum ismail, şimdi sen kendini ye. o kendini yesin. belki de hep gizli kalması gerekliydi. hiç açığa çıkmadan, dallanıp budaklanmadan bende başlayıp bende bitecekti her şey. şimdi ne oldu; artık karşılık bekleyen bir duygunun sahibiyim onun nazarında. artık yaşadığı sıkıntılardan söz ederken ve tüm o masumluğuyla hislerini rahatça benle paylaşırken duyduğum hayranlık anlarından oldum en basitinden. biliyorum ki hazır değil böyle bir şeye. tüm masumiyetiyle bir dost olarak görüp anlattıklarından yola çıkıp aşk devşirmiş olmak benim kabahatim. sordum mu sen aşka hazır mısın diyerek, hayır. ben sıradan anlattıklarından yola çıkıp masalsı bir dünya kurdum onunla ilgili ve şimdi bir şekilde onu seçime itiyorum. artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ismail. artık bana karşılık verse dahi biz birer dost olamayacağız eskisi gibi. birbirimizin duygularını tartan ve kim daha çok seviyor muhabbetlerine daha fazla zaman ayıran iki kişiye dönüşmeyeceğimizin garantisi var mı? biliyorum ki onun bir dosta daha çok ihtiyacı var, aşkla gelse dahi bir dostunu kaybedeceği kesin şimdiden ki bu iyi ihtimal. artık yanlış anlaşılmışım hissiyle aramıza bir mesafe koyacağından hiç şüphem yok. iş çıkışlarında kahve içmeye bile gelmez ortamla birlikte. bana olan mesafesini korumamasının tek nedeni çaresizlikti. çaresizlikten bağlanmış elinden tutan bir dosttum ben. annesinin hastalandığı gün babasının ilgilenmeyişi ve annesini ölüyor zannederek çırpınışı sonrasındaki gün nasılsın rengin çok solmuş demiş olmamdaki samimiyetle nasıl olduğunu anlatması bir nevi yürekten taşanlardı. yoksa neden anlatsındı bana onları. neden aramızda böyle bir dostluk gelişsindi. yoklamadım mı zannediyorsun bana dostluk haricinde herhangi bir duygu besleyip beslemediğini. gözlerinde bir ışık aramadım mı zannediyorsun hep bir ümitle. gözlerinden yaşlar akarken o yaşlardan sel olsa boğulmak ister miyim diye kendime daldığımda utanmadım mı, anlattıklarından, samimi bir yürekten taşan dost haykırışlarını yadsıyıp kendime dönük şiir devşiriyorum diyerek. hayır, ne o hazır ne de ben hazırım birbirimizi kaybetmeye ama işte kaybetmek için bir neden gerekiyordu belki de ve ismail o neden sen oldun zamansız dilinin belasıyla.

ismail:
-abi dediğin gibi belkide karşılık verecek sana, belkide onun da içinde bir şeyler var ama asla belli etmiyor sen gibi. nasıl olur da bir kızla bir erkek bunca duygu derinliklerinden söz eden ve onu anlayan olarak bir dostluk yaşarlar da içlerinde aşka dair ışık yanmaz. senin aşkındaki masumiyetin zerresinden onda da vardır bence. evet, hatalıyım ki perihan'a güvendim ve ağzımdan kaçıverdi senin bu hallerin ama olacağı er ya da geç bu değil miydi? hiç bilmese sen demiyecek miydin ki ah keşke söylesem diyerek. sen demezdin biliyorum abi, ama kader diyelim biz buna bir şekilde haberdar olması... er ya da geç haberdar olması çok fark eder mi?

necmi:
-fark eder ismail, fark eder! kendi sır tutamayaşını kadere bağlama. ben, bendeki boşluktan doğan bu derin hissi kadere mi bağlıyorum, yoksa sorgulamıyor muyum sanıyorsun kendimi. kim öğretti bana, hangi kalıpları yuttum da belli bir yaş belli bir ortam karşı cinse karşı hemen meyledip de geleceğe dair daha önemli ideallerimin önüne geçirme durumuna geldim. hangi aşka yanan aşkın önüne başka şeyi geçirmeyi başarabilmiş. görmüyor musun eski azmim var mı? çocukların gözlerinde parlayan hakikat ışığı için günlerce koşturmaktan haz alıyordum, üzerime çöken bu ölü toprağının farkında değil misin? sorguladım gecelerce kendimi ve gömmeye karar verdim ben bunu. evet bir zaman gömdüğüm yerden çıkarabilirdim eğer ki işte o zaman kader de benimle olursa. altın gibi değerlidir o, topraktan zarar gelmez diye düşünüyordum. hep böyle örneklerle, sembollerle avutup kendimi zamana bırakacaktım; gerçekten bunu başarmaya başlamıştım. ne olacak şimdi ismail; vakit evlilik vakti değil, önümde duran birçok vazife var. karşılık verse bile bana ben ona koşabilecek miyim sanıyorsun ki karşılık vermeyeceğini seziyorum.

üsküdar sahilinde dibine kadar çayları içilmiş iki boş bardağın üzerine yağmur damlaları dökülmeye başladığında necmi ve ismail orada değillerdi. iki samimi dost kırılganlıktan azade yürek birlikteliğiyle yakınlardaki servet'lerin evine sığınmışlardı bile. ismail petekte ellerini ısıtırken necmi'nin içinde yanan mum romantizmi onu ne ışıtıyor ne de ısıtıyordu. üşüyen ismail'in peteğin kenarına sokuluşunu gördüğünde müşfik bir edayla hadi bir çay demle başımın belası demekten de geri durmamıştı necmi.