bugün

en çok koyan durumlar

bir gün her daim dostum bildiğim, kardeşimden ayırmadığım can arkadaşım eray'dan bir telefon gelir;
+selamun aleykum, kardeşim napıyosun?
-aleykum selam. aynı be, dükkanda takılmacalara devam. sen naaptın nasıl gidiyo?
+nasıl olsun işte. ya nedicem akşama çıkışta bana uğrasana,
-direk eve mi uğrayım, aşşada mıyız yoksa?
+yok yok. sen direk eve gel.
-hayırdır aga.
+sen gel gel.
-e tamam madem. hayırlısı bakalım. akşama görüşürüz.
+hadi.. .
neyse akşam oldu kapadım dükkanımı geçtim eray'a. oturduk konuştuk öyle havadan sudan. sonra dedim aga sadede gel bakalım. böle büyükçe bir poşet çıkarttı kanepenin oradan. içi dolu belli. aa dedim bu ne. neyse aldım açtım poşeti, içini karıştırdıkça gözlerim sulandı(ne olduklarını anlamıştım çünkü), üsttekileri aldım koydum koltuğun üstüne daha da derinlere indim, indikçe doldu da doldu gözlerim. bütün malzemeleri çıkardım en sonunda poşetten. şöyle bir daha baktım hepsine. artık göz yaşlarım alt kapakçığa tutunamaz olmuşlardı. kırptım gözlerimi hepsi birden boşaldılar aşağı doğru. sesim çıkmıyordu ama sürekli gözümden yaşlar geliyordu, ardı arkası kesilmiyordu. utanmanın da verdiği hisle başımı eğdim. bebeklik arkadaşımın yanında ilk defa ağlıyordum. çok zor durumdaydım. eray da tabi çok sıkıntılanmıştı halime. hemen kalktı bir bardak su getirdi saolsun. içmeye çalıştım. artık göz pınarlarım kurumuş, konuşabilecek pozisyona gelmiştim. yarı içimden yarı sesli "neden neden, neden olabilir ki, bir insan neden böyle bir şey yapar ki??" diye iç geçiriyordum, söyleniyordum. çok kızmıştım. tabi eray'ın bu işe alet edilmesi bana ayrıca koymuştu. "ulan direk bana veremiyor musun, yüzün varsa o kadar cesaretliysen bana vereydin" şeklinde bu ve buna benzer sistemlerle, sesli olarak kendi kendime konuşuyordum. eray zavallım sadece beni izliyordu. ne yapsın adam. halime üzülüyordu tabi. içinden ne mi çıktı dersiniz dostlar..
(bkz: arkası yarın)