bugün

ufkun hüzmesi

14 yaş kabilemiz için önemli bir yaştır. Tayep, Dünya’nın doğumundan sonra 14. turuna tanık olan erkekleri mimler. Bu mim, avcılığa ilk adımdır.

Bugün kulak memem kesildi. Oluşan boşluğa her Namallı’daki gibi yuvarlak tahta parçası iliştirdiler. Mask’a bolca dua ettik. Domuz kanı içtim. iğrençti. Bugünden sonra köyde ve ormanda oynadığım oyunlardan daha önemli işlerim olacak. Peşinden koşacağım impalalar, domuzlar, yarasalar, yılanlar, karidesler, yengeçler olacak. Elimi kana bulama zamanı.

Deniz oldukça hoş görünüyor. Küçük domuzum Tau ile gölgede esintinin keyfini çıkartıyoruz. Henüz topladığım mangolar mideme neşe katarken, bu manzarayı seyretmek gayet muazzam. Kulağım korktuğum gibi acımadığı için keyfim yerinde. Zaten 5. Turda gerçekleşen mimlemeden sonra, 14. Turun avcı mimlemesi fazlasıyla hafif kalıyor. 5. Tur, Namallar’ın kabile işaretini aldıkları yaştır. Kızgın bıçaklarla alın hafifçe kesilir. Üçer tane sağa ve sola meyilli çentik atılır. Akan kan Mask’a hediye atfedilir. Böylelikle bir Namallı olduğun tescillenir. Çok garip geleneklerimiz var. ilginç olan, bunları garipseyen tek kişi olmam.

Durgun dalgalar Tanna Adası’nın sahillerini dövüyor. Palmiyeler vücudumu yelliyor. Adamız olağanüstü güzelliklere sahip. Tayep ve dikte ettikleri olmasa, bu adadan hoşnut kalmamam düşünülemezdi. Ama hoşnut değilim. Ben dış dünyaya meftunum. Ufku süzüyorum her fırsatta. Bu denizin ardında neler var, kim bilir. Hayatımın Tayep ve emirlerinden ibaret olmasından bıkmış durumdayım. Ufku ve bahşettiklerini istiyorum ben. Tabii adadan Tayep ve fedaileri dışında kimse ayrılamıyor. Bu da bir emir…

“GWANDOYA!.. GWANDOYA!..”

ismimi çağıran kardeşim Basu. Ormanın yeşilini yararak sahile, yanıma doğru koşuyor. Her yerli gibi, belinde antilop dersinden bir kuşak ve erkekliğini kapatan bir püskül kuşanmış durumda.

“Ne oldu Basu?”
“Fedai Ashon seni arıyor. Bugün avcılık eğitimine başlayacağını bilmiyor mu, diye öfkeli.”

Toparlanma vakti Tau. Sonra görüşürüz ufuk.

Köye döndüğümde Ashon’un kızgın laflarını dinlemek zorunda kalıyorum. Hazırlanmam gerektiğini ve birazdan ava çıkacağımızı söylüyor. Bungalovdan babamın yaptığı mızraklardan birini alıyorum. Annem sırtımı okşayıp bana cesaret veriyor. Basu, kurumuş bambuların içinden topladığı kurtları pişirirken oldukça sevimli görünüyor. Kararmış kurtlardan bana da ikram ediyor. Pek hoşnut olmadan bir iki lokma atıştırıyorum. Küçük domuzum Tau’ya da veda ediyorum. En az Basu kadar sevimli. En yakın arkadaşım bu domuz, diyebilirim.

Ava çıkmadan önce Mask’ın önünde diz çöküp dua ediyoruz. Kabilem gerçekten ahmak! Kendi yaptığımız, ağaç kabuklarından oluşan bir tanrıya inanıyoruz. Tayep, ağaç kabuklarını insan bedeninde oydurarak oluşturulan Mask’a itikatsızlığı affetmiyor. Kuşkusuz biat emrediyor. Hislerim ise daha uhrevi bir tanrı olduğunu fısıldıyor. Tanrı bu kadar basit ve sıradan olamaz. Kabilem neden bu kadar mantıksız anlamıyorum. Mask için birkaç güneş batışında bir yaptığımız ayinleri anlamlandıramıyorum. Durduğu yerde hiçbir işe yaramayan bu tahta parçasına dualar edip, kurbanlar kesip, diz çöküp, uğrunda domuz kanı içiyoruz. Karşılığında bu adadan aldıklarım; baskı, eziyet ve emirlerden ibaret.

Duadan sonra usta avcılar, oklarını zehre batırıyorlar. Bu zehir adanın en öldürücü yılanlarından alınır. Etine saplanan hayvanın, saniyeler içinde kalbini durdurmak için birebir olduğunu söylüyor Ashon. Bu okların dışında çatal uçlu oklar, tokmaklar, mızraklar ve tuzaklarla donanıyoruz.

Tanna Adası’nda orman oldukça gür. Bitki örtüsü karmaşık bir halde... Sahilin tropikal görüntüsü ormana girdikçe genel yapıya egzotik düşüyor. Çoğu yerde sürünerek ilerlemek gerekiyor. Bazen de arazi sarplaşıyor. Ciddi derecede çabaya ihtiyacımız olacak.

Ormanda ilerliyoruz. Muhtemel avları ürkütmemek adına epeyi yavaş adımlıyoruz toprağı. Birkaç adımda bir durup kulak kabartıyoruz. Sonra daha yoğun kesimlere ilerliyoruz. Bu kadar sık bölgelere girdiğimize göre, hedefimiz domuz, yarasa ya da yılan olmalı. Bu tehlike demek!

Kendime güvenmesem de Namal avcılarına güvenim tam. Her ne kadar siyah tenlerinin altında çelimsiz kaslar olsa da avcılıkta gayet ustalaşmış durumdalar. Henüz, aç geçirilen bir geceye tanık olmadım.

Ashon, aniden olduğu yere mıhlandı. Kulaklarını iştahla açtı. Kuzgun diliyle domuz sürüsüne denk geldiğimizi haber etti. Hayvanlar ürkmesin diye, avcıların sesini böyle kamufle ettiğini biliyordum. Ashon, geniş daireler çizerek sürüyü çembere almamızı söyledi. Böylelikle ne tarafa kaçarlarsa kaçsınlar, elbet bir Namal’ın kucağına düşeceklerdi. Domuzların koku alma yetileri çok gelişmiştir. Bu yüzden rüzgârın estiği yöne kimsenin geçmemesi talimatını verdi. Yoksa kokumuzun domuzlara ulaşması saniyeler içinde gerçekleşirmiş. Bu talimatlar eşliğinde çemberi oluşturmaya başladık. Önümdeki avcı gibi son derece temkinli adımlarla daireyi oluşturduk. Domuzlar ortamızda bir yerlerdeydi. Çalılar ve paduk ağaçları görüşü kısıtlıyordu. Gelen dal kırılmalarını dinliyordum. Muhtemelen bu domuzların ağırlığının altında ezilen dallardı. Domuzlar kimi zaman bir yetişkin insandan daha ağır bile olabiliyordu. Hızlarına ise diyecek yoktu. Çember genişledikçe diğer avcıları göremez oldum. Bu beni tedirgin ediyordu. Kuzgun sesi herkesin dikkatli olmasını söylüyordu. Bir süre sonra çemberin tamamlandığı söylendi. Ashon “Çemberi daraltıyoruz,” dedi kuzgunca. Tekinsiz adımlar, şüpheci gözler ve çelimsiz mızrağımla söyleneni yaptım. Kendi çatırtımdan hiçbir şey duyamıyordum. Biraz korkuyordum. Ve evren korkuyu hiçbir zaman affetmez. Cesaretle yapılan işle korkaklığın arasında ciddi basiret farkı vardı. Bütün basiretsizliği üstüme çekmiş olmalıyım. Çalılık yarıldı, iri dişli bir yaban domuzu bütün coşkusuyla üzerime koşuyordu. Olduğum yerde donakaldım. Mızrağımı kaldırdım ve çığlık çığlığa göz yuvasından içeriye sapladım. Yere devrildim. Kanı üstümde şelale oldu. Siyah tenim kırmızıdan ibaret kaldı. Ve o an anladım: Öldürmekten nefret ediyorum.

Köye döndüğümüzde ateş çoktan yakılmıştı. Benim öldürdüğüm domuzun dışında 2 domuz daha avlamıştık. Bu bütün kabileye yeterdi. Domuzları gören insanlar sevinmişti. Kısa sürede leşlerin birinin celladı olarak nam saldım. Herkes beni tebrik ediyordu. Annem, babam ve babamın diğer eşleri benimle gurur duyuyordu. Ben ise nefret ediyordum. Benim hayatım bu olmamalıydı.

Dişleri körelenler dişlerini sivrilttiler. Kadınlar burunlarındaki halkalarla süslenmişlerdi. Bol bol dans ettiler. Domuzlar pişirildi. Bir ziyafet akşamıydı. Tayep, Yüksek Ev’den aşağı indi. Taş tahtına oturdu. Etrafını zevceleri ve fedaileri sardı. Ashon kulağına bir şeyler fısıldadı. Etler çömleklere kondu ve domuzumu yemeye koyuldum. insanlar ellerindeki lezzetli eti göstererek gülümsediler bana. Müteşekkir yüzlerini ay ışığı aydınlatıyordu. Sırtımda bir el hissettim. Tayep’di. Ayağa kalktım. Elini başımın üstünde gezdirerek beni onurlandırdı. Yediğim eti göstererek: “Nasıl Gwandoya, Tau lezzetli olmuş mu?” diye sordu. Kahkaha patlattı. Kustum. Hem de günışığına kadar. Küçük domuzuma neden yapmıştı bunu? Ve o an anladım: Tayep’ten gerçekten nefret ediyorum.

Günlerimi sahilde, ufku seyrederek geçiriyordum. Fazla bir şey yemiyor, ayinlerden ve avlardan uzak durmaya çalışıyordum. Geçen gün yakalanan anakondaya bile tiksintiyle baktım. Karnını yarmış, midesiyle lezzetli etini ayırıyorlardı. Her et görüşümde aklıma Tau geliyordu. Fazla bir şey yiyemiyordum. Sadece hayatta kalabileceğim kadar et ve alabildiğine mango, hindistan cevizi. istediğim tek şey buradan gitmekti. Dış dünyaya… Medeniyete. Öyle ki köyü görmek dahi istemiyordum. Çoğu gece sahilde, Yasur Dağı’nın volkan patlamaları sesiyle uyuyordum. Aptallar ordusu olan kabilemle uyumaktan yeğdi. Tayep’e hiç ses çıkarmıyorlardı. Halkını Mask korkusuyla yönetiyor, her şeylerine karışıyordu. Acı veren mimlemeler, Mask’a tapınma zorunluluğu, ayinler, kulak delmeler, ada dışına çıkma yasağı, yiyeceğin en çoğunu kendisine alması, emirler, talimatlar, istediği kadını zevce alması hiç kimsenin umurunda değildi sanki. Avlardan gelen birkaç parça et ile doğanın bahşettiği meyvelerden yeme hakkı, gözünü kör ediyordu kabilenin. Ben bu kadarıyla yetinmeyecektim.

Mehtap bungalovların üstüne çökmüştü. Çekirge sesleri dışında sessizliğe karşı duran ses seda yoktu. O koca budalaya gününü göstermek için daha iyi bir zaman olamazdı. Etrafı son bir kez kontrol ettim. Bıçağımı kınından çıkardım. Parmaklarımın üstünde dans edercesine arkasına kadar sokuldum. Kimse uyanmamalıydı. Bıçağı kaldırdım ve hızla indirdim. Ağaç liflerini tek tek kestim. Mask’ı bağlı olduğu paduktan söktüm. Hızla ormanın gölgelerine karıştım.

Ürkütücü atmosferi aşmak oldukça eziyetliydi. Eğile doğrula bütün bitki örtüsünü geçtim. Kumsala ulaştım. Sahil, mehtabın hoş hüzmesiyle aydınlanmıştı. Samani kumsalı, katransı deniz kucaklıyordu. Mask’ı denize indirdim. Oyulmuş tarafı gökyüzüne bakıyordu. Bu şekilde batmayacağını umut ediyordum. Sahilden bulduğum bir sopa eşliğinde suları yarmaya başladım. Mask oldukça başarılı bir kayık olmuştu. Ay ufukta hilal şeklinde gülümsüyordu. Ben de ona gülümsedim. iki sevgilinin birbirine gülümsemesi gibiydi. Dış dünya ile tanışma vaktim gelmişti. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Aslında biliyordum: Özgürlüğe.

(bkz: söykü)