bugün

sözlük yazarlarının itirafları

bir insanın öpülerek kendini ölümsüz hissedebileceğine dair teorilerim var.

hayır; ergen bir şarkı sözünden dolayı falan böyle bir düşünceye kapılmadım. az önce aynadaki yansımama şöyle bir baktım da; saatlerdir uykusuzluk, haftalardır güneş ışığına çıkmayış ve aylardır düzgün bir saç tıraşı olmayışımın sonucunda köse bir maymuna benzediğim kararını aldım. sakallarımı ve bıyığımı canım sıkıldıkça kesiyorum sadece. dışarı çıkmayalı kaç gün oldu saymadım bile. ayın kaçı olduğuna hiçbir zaman bakmadım; sadece entry girince altında çıkan tarihten fark ediyorum ve 'oha o kadar olmuş mu lan' diyorum.

Frusciante dinleyip bütün gece camın önünden havanın aydınlanmasını izliyorum ve durmadan birşeyler karalıyorum. ha diyeceksiniz ki bu kadar sefil bir hayatın mı var? hayır tabikide. gün doğunca bazen salı günleri okula gitmem gerekiyor. geceden uykusuz olan bu bünye sabah 11'e doğru bilgisayar masasını terk edip kahvaltıya çıkıyor ve pastanedeki kızla 2 çift laf ediyor peynirli poğaçasını kemirmek için beklerken. sonra geri dönüyorum ve ay sonunda sunumunu yapmam gereken kablosuz kontrol sistemli cnc tezgahı projem üzerinde çalışıyorum. saat 1'de olan ders için 20 dakikalık uzaklıkta olan yola 12.50'de çıkıyorum. Sınıfa haliyle geç girdiğim için üzerimdeki o meraklı bakışlar. neyse ki hocaya geçen dönem bir konuda iyiliğim dokunmuştu; birşey söylemiyor ve geçiyorum en arkadaki bilgisayarlardan birisine. o manyak hızlı internetin tadını çıkarıyorum saat 15.30'a kadar. evet hafta boyunca dışarı çıkmayan bünye için oldukça süper bir eğlence bence.

sonra kantin denen bir oluşum var ya hani üniversitelerde; oraya uğruyorum. eski sevgililer, zamanında yazılmış ama sonradan ciddi birşeyler dönmeden vazgeçilmiş hatunlar.. selam ehehe naber ben geldim? kimsede ses yok tabi benim bu tarz bakışlarıma karşılık. herkes kendi hayatında. şu hayattan birşey anladım ki bir çift memen varsa asla yalnız kalmazsın hacım. çünkü biz erkeklerin 'yoklukta gider' prensipleri üzerine çalıştığımız her an yokluktaymış gibi davranma tribinden dolayı.

eh sonra da birkaç hatun keseyim bari diyorsun elinde 2 petito ve bir sıcak çikolata ile yalnız otururken. ah bak şu kızıl güzelmiş. her ne kadar kara kaşlı kara gözlü olsa da şu sarışının da gideri var gibi. ama memleketinde kimsenin bakmadığı bu yaratıklar burada nedense prenses hissediyorlar kendilerini. hadi onun saçı sarı ya da kızıl; benim için ilgi çeken bir yanı var. peki sen neyin tribindesin ey böcek karası kız? tipine baksanız yüzüne sıçmazsınız o derecedir ama bir bakış attığınızı yakalamasın! anında 'karşıdaki dağları ben yarattım ama imar izni vermedi belediye' tribine girerler. sanki babası dedesi köyde eşşek siken benim amına koyim.

bu mide bulandırıcı ortamdan da yol alıp sakince dere kenarına iniyorum. saat olmuş 17.00 falan. akşam olmasına az kaldı. birazdan buralar yiyişen çiftlerle, gitarlı mızıkalı abaza gruplarla dolacak. bira içip kendilerini özgür zannederken şarkılar söyleyip bağırıp çağıracaklar. sonraki gün ise telefonda aynı muhabbet. 'baba bana biraz para göndersene bitti de burada zorlanıyorum parasızlık yüzünden'. özgürüz değil mi gençler? alkol aldık mı?

sikerim suyunu da deresini de deyip kurbağaları izlemeyi bırakıp okula geri dönüyorum. ah; ikinci öğretimler gelmiş. parası neyse verip de bu saate kadar uyuyup gelen kızın güzel olmama ihtimali var mı? hepsi güzel anasını satayım. özellikle iibf etrafına kamp kurmuş mühendislik erkekleri arasında bir yer bulursam oturup keyfini çıkarmaya çalışıyorum. güzele bakmak sevapmış diyorlar; orasını yaratan bilir elbet ama güzele bakmanın kendini iyi hissettireceği konusunda her türlü platformda tartışmaya açığım.

aha o geliyor uzaktan uzaktan. anna karenina olsa size burada tasvir ve betimlemelerimle anlatırdım ama değil. en azından ilgimi çekebiliyor işte. he bu arada gördüğü her dişi canlıya yazabilen o abaza tiplerden de değilim yani eskilerime bakarsak pek 'patates' diye tabir edilebilecek hiçbir albenisi olmayan, çirkinlikte gollum ile yarışacak tarzda kızlar da yok yani. hiç boşluğa düşüp de can sıkıntısından biriyle çıktığım olmamıştır açıkçası. biraz boy ortalamasını kısa tuttuğumu fark etmiştim geçen günlerde o kadar.

ama o da tüm türk kızlarının aynı tornadan çıkmış gibi 1,55-1,65 arası olmasından kaynaklanıyordu. ben de iyice bokunu çıkarıp ortalamamı 1,57'ye yakın tutmuş olmalıyım ki; her seferinde bellerini kavramak için eğilmekten kamburum çıkacaktı nerdeyse. allahtan ben de sırık gibi uzun bir adam değildim ki; yakışıyorlardı hiç olmazsa yanıma. erkekle kız arasında 10 cm idealdir; genel kültür olarak kalsın bu aklınızda. çünkü aşk sayıları sorun etmez. ama günümüz şartlarında kezbanlarımıza göre tabiki erkek uzun olacak. ha; bir de 1,55 boyuyla 1,90 sevgilli isteyenler var (ki bunlar kara kaşlı kara gözlü sarışın kezolar grubuna dahildir) onları allah ıslah etsin ne diyeyim. ayakta ağzına alabilmek için 1,90 erkek istiyor bak hele bak. bir de adonis falan diyorlar. sandalyeye oturtsan ayakları yere değmez cimcimenin.

her neyse; ben bunları anlatana kadar geldi bile. tüm dişlerini gösteren o gülümsemesi de gelir birazdan; yoldadır. oturduğum yerden bi saattir geldiği yolda onu süzdüğümü fark etmesin diye gözlerimi başka yöne çeviriyorum ve o arada birbirine yazan öğretim görevlileri ve onların yancıları olan yalaka öğrenciler görüyorum. her neyse bu sırada anna karenina artık gözlerimi kaçıramayacağım bir açıya gelmiş oluyor ve beynimde 'herşeyi siktir et ve sevdiğinin peşine git' sözü yankılanıyor birden.

açıkçası benim ondan hoşlandığımın farkında bile değil. okul çük kadar olunca çevren de geniş oluyor haliyle. hele bir de benim gibi bir ikizler erkeği isen; mahallenin muhtarı gibi yanından geçtiğin her çardaktakilere ya da banktakilere selam veriyorsun. ama neden yalnız geziyorsun derseniz de; hepsi birbirinden samimiyetsiz ve yavşak, çarpık arkadaşlık ilişkileri.

19 senelik hayatında sadece 1.5 kişiyle çıkmış olan bu meleği kendime nasıl ayarlayacağım hakkında hiçbir fikrim yok açıkçası. benim hoşlandığımdan evet haberi yok; çünkü sadece samimi olmayan bir tanıdığım sayesinde tanışığız. ama ettiğimiz muhabbetlerin benim ondan hoşlanmadığım; tarzım olmadığı ve coolluğum sayesinde en iyisini aradığım yönünde bir izlenim bırakmıştım. Ehehe; eğer çıkarsak da ben en iyisini aradığımı ve en iyisinin de en başından beri o olmadığını söyleyip onu mutlu ederim. oha; ne kadar ibnelik düşünüyorum değil mi? en azından onun güzel birşeyler duymaya hakkı var ama. madem sevmeyecektim ve mutlu etmeyecektim nedenmiş o kadar uzaması saçlarının?

gülümseyerek 'selam starky naber' diyor. mühendisliği iron man filminden etkilenip seçtiğim hakkında bir muhabbetimiz olmuştu da bana tony stark karakterinin soyadı ile sesleniyor. oo sakın benim ona nasıl seslendiğimi duymadan beni eziklemeyin; kız seni takmıyor, üstüne bir de dalga geçiyor falan demeyin bence. 'hey kuşum naber' diyorum. ehehe; benim için etkileyici en azından lan. yoksa normalde insanlara sadece seslenme nidaları ile hitap ederim ki. 'hişş, la, beribak, sen, hüops' falan diye. isimleri bile kullanmam. ama birkaç istisnası var işte. gerçi 'kuşum nedir amk vazgeçtim başka bir şey bulurum bir ara seslenecek.

'sohbet 90 saniyeden uzun sürmemeli' diyorum içimden. eğer telefonda görüşüyor olsaydık; bu süreç 40 saniye olacaktı. ama şimdi o güzel yüzünü izlemenin hatrına 50 saniye daha fazla harcayabilirim. götü kalkık bir piç olduğumdan değil; sadece benim onla ilgilendiğimin farkına varması için oldukça erken. sabrı en son sevgilimden öğrenmiştim. gerçi yaşayarak değil; sadece bana 'sabrın sonu selamettir' dedi ve bende ibret almıştım. varlığıyla yetinmeyeni yokluğu ile terbiye etmeyi becerebilen birisiydi evet ama ben de oturup sadece ona üzülemezdim ki. hem de nefret edilen olunca insan daha bi rahatlıyor eski sevgili konusunda hacım. neyse; ben eskilerin bana verdiği tecrübeye dayanarak sabırlı ve temkinli yaklaşıyordum.

aslına bakarsak hoşlanıp hoşlanmadığı konusunda birkaç fikrim var ama sadece çıkarımlarımla hareket edip onu kaybetmek beni üzeceği için bu sefer emin olmayı beklemeliydim.

off, çok uzattık yine kimse okumayacak. o 90 saniye 78-80 saniye falan sürdü. nerden mi biliyorum? kronometre tuttum. hayır; akıl hastası falan değilim ya canım çok sıkılıyor sadece. havadan sudan konuştuk işte. facebook'taki şeker patlatma oyunundan falan bahsettik. sonra 'senin dersin yok mu? gitsene yaaa' dedim tüm tatlılığımla. bu tiple ne tatlılığı yapmaya çalışıyorsam mk.

'var evet gidiyorum zaten kovuyorsan hıh' dedi. Lan yanıma oturtup başımı göğsüne koyup 'ne kovması aptal ben bir ömür seni seyretmek, her sabah uyandığında beni o gülümsemen ile iyileştirmeni istiyorum' diyesim geldi. içimden bunları geçirirken dışımın da ağlayası vardı açıkçası. samimi bir ilişkim olmayalı 1.5 sene geçmişti. onla da hayvan gibi ayrılmıştım gerçi; gördüğü yerde sikine takmıyor ve yanındaki hödüğe daha da çok sarılıyordu koala ayısı gibi. ondan sonra olmuş olan ilişkilerim de ya samimiyetsiz ve çıkar ilişkileri ile doluydu; ya da birileri tarafından terk edilmiş ve hayatlarında yeni birisiyle mutlu olacaklarına oturup eskisi için ağlamakla meşgul olan kızları barındırıyordu. o ilişkilerin hepsinde aynı şeyi düşünürdüm. yalnızken daha mutluydum sanki?

'ne kovması yaa şapşik saçmalama ıhıhı' dedim.

filmi burda durduruyoruz bir dakika.

'şapşik' de nedir amına koyayım. o an ağzımdan çat diye çıktı işte. gece tivitır'da çok takılırsan olacağı bu amk. ilişki trollerinin betimlemeleri beni bu hale getirmişti. yaz haneme -2 puanı hemen.

her neyse; gün ışığım dersine gitmek için vedalaşma sözcüklerini etti ve samimi bir 'görüşürüz' aldıktan sonra fakülte binasına doğru yola koyuldu. hay amk yine yalnız kaldık ya.

kalktım, kulaklığımı taktım ve metallica'dan whiskey in the jar dinleye dinleye dere kenarına geri döndüm. geçen sene haftanın 3 gecesi şu derenin kenarında oturup yıldızları seyrederek şarap içtiğim arkadaşımı bu yaz trafik kazasında kaybetmiştim. birden yeniden onu anımsadım. benimle aynı kaderi paylaşıyor gibiydi aile konusunda. ikimiz de istenmeyen çocuktuk ve hiç 'neden hep ben' sorusunu sormaktan çekinmezdik.

onun anısına hafta sonuna doğru bir akşam gelip burada bir şarköy içecektim. o şarabın hep lanetli olduğunu düşünmüştük. neden bilmiyoruz ama 'köpek öldüren' türünde olmasına rağmen bizi çeken bir yanı vardı hep. pisliğin teki olmasına rağmen çekici olan şeyler için 'şeytan tüyü var' denir. sanırım bu şarap ta öyleydi.

çok çok uzattığımın farkındayım. ben bunları yazmaya başladığımda saat 4.50 falandı işte. bir an kafamı ekrandan kaldırdım ve havanın iyice aydınlanmış olduğunu gördüm. kafamda hala dün gece içtiğim şarabın ağırlığı var. yalnız başıma nasıl buraya kadar geldim hatırlamıyorum ama şimdilik güvendeyim.

bunları bloguma yazmayı düşünmüştüm ama sanırım o hoşlaştığım hatun da blogumu takip ediyor. ve ben bunu görmesini istemiyorum sözlük. evet; itirafım budur. bunları aslında bloga yazmak istiyorum ama yazamıyorum çünkü burada sırrım sevgili sözlük yazarları ile güvende olacak. ha; bir de şu gün ışığım olan anna karenina beni öperse kendimi ölümsüz hissedeceğim sanırım.
güncel Önemli Başlıklar