bugün

genç osman ın ölümü

yeniçeri askerlerinin ne kadar arsız köpekler olabileceğinin ibreti vesikasıdır, köpek dahi böyle hain olamaz sahibine.

“bir şah-ı âli şan iken şah-ı cihana kıydılar,
gayretli, genç bir aslan iken şah-ı cihana kıydılar.”
hüseyin ibn-i sefer

lehistan seferinden dönüyorduk. sonunda lehimize olan bir antlaşma(hotin antlaşması) imzalamış olsak da, lehlere gereken dersi verememiştik. eflak-boğdan’ın iç işlerine karışıp, güzelim hotin kalesi’ni işgal etmek neymiş onlara gösterecektik, göstermeliydik. ama olmadı. 8 eylül’den 15 eylül’e kadar dört kez hücum ettik hotin’e. dördünde de başarılı olamadık. sina çölünü, şah ismail’i, bizans’ı, dize getiren bu ordu bir kaleyi alamıyordu. sebep ortadaydı: iman yoktu…
öyle ki, davut paşa kışlası’ndan yola çıkmış hotin’e gidiyorduk. başımızda padişahımız genç osman vardı. az bir mesafe ilerlemiştik ki, o sırada bir güneş tutulması oldu. bu olay yeniçerileri korkutmuştu. osmanlı devleti’nin bu güneş gibi kararmaya başladığını söyleyip, hotin’e yapılacak seferin yapılmamasını istiyorlardı. bu istek beni dehşete düşürmüştü. zamanında dünyayı titreten bir orduyduk biz. cihat ve gaza bizim hayatımız anlamına geliyordu. sefer fermanı okununca, titrerdik, heyecanlanırdık, sevinirdik.
fakat şimdi öyle mi? yeniçeri ocağı tamamen bozulmuştu. yerine ticaretle uğraşan, parayı seven ve savaşmak istemeyen askerler kalmıştı. iyice eşkıyalaşan tipler olmuştu yeniçeriler. hatta ‘istanbul’da karışıklık çıksın da dükkânları yağmalayalım’ diyenler bile vardı. lehistan seferinden önce asker sayımı yapıldı. asker sayısı ortadaydı, 60.000. fakat her ay 90.000 asker için maaş veriliyordu. askerler maaş zabitlerini kandırıyor, iki üç sefer maaş alıyorlardı. bunun adı hırsızlıktı ve bazı yeniçeriler artık hırsızlık dahi yapabilecek kadar adileşmişlerdi. bu durum padişah genç osman’ın askerlere olan güvenini tamamen bitirmişti.
padişah genç osman bu başarısız lehistan seferinden sonra çok cesur bir karar almıştı. böyle disiplinsiz, düzensiz bir ordu ile daha fazla yapamayacağını biliyordu ve bu orduyu ortadan kaldırma kararı aldı. bende bir yeniçeriydim, ama bu kadar beni çok üzmemişti. ocağımın kaldırılmasından yanaydım. devlet-i âli böyle yenilgiler alıp, itibarını kaybedecekse biz neden vardık ki? bunu bir yeniçeri arkadaşım bilseydi, beni gözünü kırpmadan öldürürdü.
genç osman anadolu, mısır ve suriye'deki türk, arap ve kürtlerden oluşacak yeni bir ordu kurmak istiyordu. biraz zaman geçti ki, sultan genç osman'ın halep, erzurum, şam ve mısır beylerbeylerine asker yazdırmak için gizli bir irade gönderdiği saraydaki adamları olan yeniçeriler tarafından öğrenildi.
işte bu bardağı taşıran son damlaydı.
bu sıralarda sultan genç osman hacca gideceğini ilân etti. daha önce hiçbir padişah hacca gitmemişti. padişah’ın bu yeni âdetleri açıkçası herkesi kızdırmaya başlamıştı. hacca giderken mısır ve suriye’den geçecekti elbet. oradaki beylerle konuşup yeni ordusunu kurabilecekti.
sipahiler ve yeniçerilerin oluşturduğu bir heyet padişah’ın karşısına geçip, o hacca gitmeden önce onu açıkça tehdit etti.
“hacca gitmek istemişsin; gitmeyesin! yeniçeri ve sipahi ocağını kaldırmak istemişsin; sakın ha bunu yapmayasın! yeni bir ordu kurmak muradınmış; halep’ten şam’dan asker getireceğini duyduk; biz buna razı değiliz. sarayında otur ve padişahlığını yap. yoksa durum başka olur!”
genç osman’ı tahttan indirmekle tehdit ediyorlardı. padişah korkusuz bir ifade ile yerinden fırladı. “kimse beni kararımdan döndüremez. siz isteseniz de istemeseniz de ben hacca gideceğim!” dedi.
genç osman fikrinde sonuna kadar kararlıydı. hacca gidecekti. hacca gitmesinin ardında bir çok planı vardı. padişahın geçeceği güzergâh üzerindeki vilayetlerin beylerbeyleri haberdar edildi ve hazırlık yapmaları istendi. sultan genç osman'ın yanında 500 yeniçeri olacak, geri kalan asker istanbul'un korunması için istanbul'da kalacaktı. sadrazam, defterdar, nişancı, gedikliler, 40 müteferrika ve 40 divan kâtibi hac kafilesinde yer alıyordu.
fakat çoğu şey onun aleyhine gelişiyordu.
yeniçeriler padişah yola çıkmadan bir gün önce süleymaniye’de toplandılar. etraf savaş alanı gibiydi. i̇stanbul halkı evlerine kapanmış, biz yeniçerilere hiddetle sövüyorlardı. yeniçeriler, genç osman’ın indirilip, yerine sinir hastası amcası şehzade mustafa’nın geçmesini istiyorlardı.
saray önünde toplanan kalabalık, önce dış, sonra da orta kapıyı zorladı. sonunda saraya giren yeniçeriler bazı paşaları gördükleri yerde, acımasızca öldürdüler. isyancıların kararları genç osman’ınki gibi kesindi. sultan osman tahttan indirilip, mustafa hanın padişahlığı resmen kabul edilecekti. şeyhülislam es’ad efendi, mustafa’nın sinir hastası olduğunu, onun padişah olmasının şeriata aykırı olduğunu söylediyse de kimseye sözünü dinletemedi. sonunda yeniçeriler adiliğin sınırlarını zorlayarak âlimlere de kılıç çektiler.
ii. mustafa, istemediği halde tekrar padişah olmuştu…
devlet-i âli bugünleri de mi görecekti? şimdi anlıyordum, devletimiz gerçekten gün geçtikçe o güneş gibi kararıyordu.
genç osman için yapılacak pek bir şey kalmamıştı artık. yeniçeri ocağını kaldırmak istemesi onu tahtından etmişti. ama belli ki onu çok daha kötü şeyler bekliyordu. yeniçeri ocağına sığınıp, af dilese kurtulabilirdi. ne de olsa yeniçeriler, kendilerine sığınanları şimdiye kadar hep korumuşlardı.
padişah ölüm ile burun buruna olduğunu anlamıştı. sağ kalan vezirlerinden birini aldı ve yaşlı gözlerle saraydan çıktı. padişahlığın verdiği onuru bir kenara itip yeniçeri ağası kara ali’nin ayağına kadar gitti. af, merhamet diledi. kara ali padişah’ın yaşlı gözlerine içten, duygulu ve pişman bir ifade ile bakıyordu. hiç beklenmedik bir şekilde, padişah’ın eteğine sarıldı, “affet bizi padişahım! biz nasıl hesap vereceğiz?” dedi. “sen ocağımıza sığındıysan seni korumak, farz idür.”
bunu benden başka hiçbir yeniçeri görmemişti.
kara ali, padişahın söylediklerini gidip yeniçerilere duyurmak için sarayın bahçesine doğru yöneldi. “yeniçeriler!” diye bağırdı. “padişah diye seçtiğiniz sultan mustafa inşallah hayırlı olur ama sultan osman’ın da hakkı büyüktür. o şimdi size sığınmıştır. gelin ocağımıza sığınmış olanı geri çevirmeyin.” dedi.
işte o an korkudan iliklerime kadar titrediğim, çok çok kötü bir olay oldu.
yeniçerilerden biri, “sen de onun dostusun!” diye bağırdı. kara ali ne olduğunun farkına dahi varamadan bir yeniçeri hançerini onun göğsüne sapladı. kara ali böyle alçak bir şekilde, gıkını bile çıkaramadan ruhunu teslim etmişti.
yeniçerilerin ileri gelenleri orta camide toplanmışlardı. cuma salâsı bütün güzelliği ile okunuyordu, ama içim kan ağlıyordu. daha 18 yaşında olan bir padişahtı o. bu yaşında böyle acılarla karşılaşmıştı. cuma salâsı okunurken bir anda ortalık karıştı. genç osman’ın öldürüldüğü haberi bir anda tüm yeniçeriler arasında yayıldı. az sonra feryat sesleri, güzelim salâ sesinin duyulmasına engel oluyordu. yeniçerilerin bazıları bağırıyordu.
“sultan mustafa tahtta kalsın ama osman’a dokunulmasın. onun kılına zarar getirmeyin!”
ortalık iyice karışıyordu. sultan osman’ın bu hale gelmesinde en büyük role sahip kişi, kara davut paşaydı. cumadan sonra en güvendiği adamları olan cebeci başı ile kalender uğrusu denen zabite, sultan osman’ı yedikule’ye götürerek boğmalarını acımaksızın emretti. onun yedikule’ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara dökülen halk, o tarihe kadar görülmemiş bir kalabalığı teşkil ediyordu. feryat sesleri de yükseliyordu, küfür sesleri de. davut paşanın emriyle oraya kadar gelen binlerce asker bir anda dağıldı. daha sonra davut paşa, cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek duygusuz bir biçimde şöyle dedi; "yanınıza sekiz cellât alıp, osman’ın işini bitirin. yarına kalmasın."
yapabilecek pek bir şey kalmamıştı artık. yedikule’ye gelindiğinde vakit akşama yaklaşıyordu. güneş yavaş yavaş istanbul semalarından ayrılıyor, ayrılıyorken de mükemmel siluetini bırakıyordu geride.
sultan osman, günlerden beri perişan vaziyetteydi. aç ve uykusuz olduğu halde, ölmemek için o canilere karşı koymaya karar vermişti. cesareti had safhadaydı. birkaç saattir kaldığı zindana birden on cellât girince, ölümün ona ne denli yaklaştığını pürüzsüz, temiz ve beyaz teninde hissetmişti. on cellâdın onu da bütün adiliği ve caniliğiyle o genç adama bir anda saldırdı. fakat o 18 yaşındaki dalyan gibi delikanlı padişah onlara öyle bir müdafaa gösterdi ki, cellatlar genç osman’ı silahsız öldüremeyeceklerini anladılar. kementten başka silah da kullanmak istemiyorlardı, kullanamazlardı. çünkü hanedandan olanın kanı akıtılmazdı.
buna rağmen, cellatlar ellerine baltaları alıp, sultan’ın üstüne yürüdüler. sultan bu şekilde karşı koyamayacağını çaresiz biliyordu. ama yine de kendisini büyük ustalıkla koruyordu. bu durum maalesef çok devam etmedi.
elinde baltasıyla onu alt etmeye çalışan canilerden biri kendisini fark ettirmeden genç padişahın arkasına geçti. ona öyle kuvvetli bir darbe indirdi ki, sultan osman’ın tiz sesi o geniş zindanı tamamen kaplamıştı. sultan’ın omzu fena şekilde yaralanmıştı ve biteviye kanıyordu. bu durumu fırsat bilen lanet cebeci başı kemendi osman han’ın boynuna geçirdi ve yere düşürdü.
yere düştüğünde acı bir feryat koptu zindan koridorlarında. o feryat hiç çıkmadı aklımdan, çıkmayacak da. 18 yaşındaydı daha. hiç acımadılar ona, merhamet etmediler. o güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sahibi, bahadır padişah böyle kötü bir ölümü hak ediyor muydu?
allah taksiratı affetsin. * *